Barış Terkoğlu yazdı: Andımızı kaldıranların ‘Türklük hastalığı’
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, Danıştay 8. Dairesi’nin Öğrenci Andı’nı kaldıran Milli Eğitim Bakanlığı yönetmeliğini iptal eden kararını bozdu. Bu kararın ardından artık okullarda Öğrenci Andı okunmayacağı kesinleşti. Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve Halk TV yorumcusu Barış Terkoğlu, bugünkü köşesinde 'Andımız' sürecini yazdı. Terkoğlu'nun yazısı şöyle:
“Muhtara sorarsanız
bizim serseri veli
marabaya sorarsanız
işini bilmemiş deli”
Şair Hasan Hüseyin’in yazdığı şiirdeki kısa ömürlü eşkıya Koçero’nun hikâyesi gibi. Andımız okullarda yasaklanınca yazarı Reşit Galip hakkında söylenenlere bakıyorum. Dincilere sorarsanız Alliance İsrailete’de okumuş bir Yahudi. Hükümetin sözcüsüne sorarsanız bir ırkçı. Yandaş yazıcılara göre akıl hastası.
Hepsi bir başka konuşuyor, başka anlatıyor. Tarihin maddesinin ise onların hayallerinin dışında bir gerçeği var.
KÖYCÜ REŞİT’İN DOĞUŞU
Adı Reşit Galip. Soyadı yok. Çünkü, Cumhuriyetin devrimci bakanının genç ömrü, Soyadı Kanunu’nu görmeye yetmedi.
Doğduğu Rodos’un işgali nedeniyle, kardeşiyle kayığa binip çocuk yaşta Anadolu’ya kaçmıştı. Doğduğu toprağı bir daha göremeyen kuşağın temsilcisiydi. Elde kalan son vatanı kaybetmemek için, hem savaşmak hem de bir millet yaratmak gerektiğini düşünüyordu. Bu, “yurdunu, milletini özünden çok sevmek”ti.
19 yaşında Balkan Harbi’nde gönüllüydü. Kafkasya Cephesi’nden hasta döndüğü Büyük Savaş başladığında sadece 21 yaşındaydı.
Tıbbiye’yi 24’ünde bitirebildi. “Hasta adam” denilen devlet çökerken, onun için doktorluk, sıradan bir tedaviden fazlasını gerektiriyordu.
Vatansever gençlerle Köycüler Cemiyeti’ni kurdu. Âdem’in topraktan yaratılması gibi… Reşit Galip için milletin hamuru Anadolu’daki yoksul köylülerdi. Yeni bir toplumun onlarla kurulacağına inanıyordu. Görüşlerindeki keskinliğin, dünyanın devrim çağına denk gelmesi tesadüf değil.
“Toplumsal köylücülük” dediği fikri şöyle anlatıyordu:
“Halkın ve en büyük sınıfı olan köylünün bağrından çıkacak bir devrimin ancak iki ilkesi olabilir:
1- Senetsiz, kanunsuz bir biçimde köylüyü borçlandıran kara kaplı defterleri yok etmek; yani halkı borç köleliğinden azat etmek.
2- Büyük toprakları dağıtıp köylüyü kendi payına sahip kılmak. Bu, sermaye ile hükümet nüfusuna dayanan ağalık zihniyetini, zorbalığı yok edecektir.”
Anadolu’da hasta köylüleri tedavi için çalıştılar. Yalnız bedeni değil, bilinci de iyileştiriyorlardı. Milli Mücadele’de, köylülere işgalcilere karşı ayağa kalkmayı anlattılar. “Köycü Reşit” denildiğinde artık hangi Reşit olduğunu herkes biliyordu.
ÖLDÜĞÜNDE 5 LİRASI VARDI
Serbest doktorluktan vekilliğe, gazetecilikten eğitmenliğe, İstiklal Mahkemeleri’nde üyelikten Mübadele Komisyonu’nda delegeliğe, Halkevlerinin kuruluşundan Türk Dil Kurumu’nun yaratılmasına… Cumhuriyetin hemen her hamlesine teri karıştı. Hep devrimci, hep kavgacıydı.
Tutucu Darülfünun’u kapatıp modern üniversiteleri kurarken Avrupa’da faşizmden kaçan Yahudi profesörleri Türkiye’ye getirme hamlesini yapacak kadar vizyon sahibiydi.
Kendisinden önceki Milli Eğitim Bakanı Esat Bey yüzünden, sofrada Atatürk’le tartıştıkları biliniyor. Sebebi hatırlanmıyor. Zira kadınlar için kılık kıyafet genelgesi hazırlayan Esat Bey’i “Kadınlar eski durumda yaşayamazlar, inkılaplardan en mühimi kadınlara verilen haklardır” diye yerden yere vuran Reşit Galip’ti. Atatürk sakinleştirmeye çalıştığında, “Devrimleri korumak için sizden müsaade istemiyorum, hatayı yapan siz de olsanız sizi de eleştiririm” diyen de…
“Burası sizin değil, milletin sofrasıdır” sözlerini duyan Atatürk sofradan kalkıp gittiğinde, Köycü Reşit’in evine dönüş parası yoktu. Bir koltukta sabahı bekledi. Borç bulup geri döndü. Tıpkı üç yıl sonra, demir bir karyolada son nefesini verdiğinde, cebinden sadece 5 lira çıkması gibi. Profesör Baskın Oran’la evlenen torunu Feyhan Hanım devamını şöyle anlatacaktı: “Anneannem üç çocuğunu büyütebilmek için Afet İnan’dan yardım istedi. Atatürk’ün yardımıyla krediyle bir ev aldılar. O evin bir odasına sığışıp diğer daireleri kiraya vererek geçindiler.”
Ona “Güzel arkadaş” diyen Atatürk, Reşit Galip’i “Hem doktordur, hem siyaset doktorudur, hem edebiyat doktorudur” diye tanıtıyordu. Halkçılığın yükselişiyle, kendisine kafa tutan bu devrimciyi 39 yaşında Milli Eğitim Bakanı yaptı. “Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir” diyen “güzel arkadaş”, fazla adım atınca 40 yaşında istifa etti. Cephelerde hastalanan ciğeri de birkaç ay sonra, 41 yaşında onu bıraktı.
ANDIMIZ “ÇÖZÜM SÜRECİ” KURBANI
Andımız mı?
Anasız babasız, çocuk yaşta tek çare olarak yerleştiği bir vatanın hastalığına yazdığı reçeteydi. Cumhuriyetin onuncu yılında, bir 23 Nisan sabahı oturup bir kâğıda karalamış, kendi çocuğuna okutmuştu. Yıllarca çok şey olmuş ama millet olamamış bir topluma önerdiği basit bir çözümdü. Her topraktan sürülmüş, Anadolu’da buluşmuş, her renkten, her kandan, her kökenden insana “Türk milleti” olarak birlikte, eşit yaşamayı öneriyordu.
1933’te yazdığı “Andımız”a zamanla eklemeler yapıldı. Kelimeleri değişti. Farklı denemeler de oldu. 68 gençliği sokağa çıktığında Can Yücel, “Türküm, doğruyum, devrimciyim” diye başlayan, “Varlığım ulusal kurtuluşumuza ve bağımsızlığımıza armağan olsun” diye biten bir ant bile yazmış, okutmuştu.
Fakat asıl darbe, Reşit Galip’in tedavi ettiğini sandığı hastalığın nüksetmesiyle oldu. İmralı’da PKK ile AKP arasında 2012’de başlayan müzakerelerin notlarını açıyorum; Öcalan şöyle anlatıyor: “Köyden okula bir saat yaya gidiyor, bir saat tekrar geri geliyordum. Kendi kendime ‘Sen Kürtsün, Türk okuluna gidiyorsun’ diye sorguladım. Çelişkiler burada başladı. Sonra dine yoğunlaştım. Hatırlıyorum, okula gidip gelirken yolda imamlık yapıyordum, çocuklara namaz kıldırıyordum. ‘Bu Türklük şeyini nasıl çözeriz’ diye hep düşündüm. Bu nedenle çözüm arayışım çok köklü ve eskidir.”
İmralı müzakerelerinde görev alan HDP milletvekiline, 29 Ağustos 2014’te, Köşk’teki resepsiyonda Emine Erdoğan “Nerelisiniz” diye sormuş, şu yanıtı almıştı: “Adıyamanlıyım. Çok affedersiniz Türküm, tedavi oluyorum.”
O sırada Tayyip Erdoğan dahil herkes bu “Türklük hastalığı”na çok gülmüştü ya… İşte bir asır önceki reçete “Andımız”ın yasaklanması tesadüf değildi. 2013’te başlayan mahkeme süreci, geçen hafta bitti.
İSLAMCILARIN TÜRK’SÜZ MİLLİYETÇİLERİ
Ne garip, ne ironik! “Çözüm masası” görüntüde kalmadı. Yine de Reşit Galip’ten nefret eden dümendeki İslamcıların gemisindeki Türk’süz milliyetçilerin - Atatürk’süz ulusalcıların iktidarında Andımız silindi gitti. Reşit Galip, andımızı yazarken CHP’nin bakanıydı ama “aman tadımız kaçmasın muhalefeti”nin “and”sızlığa verdiği tepki de sessizlikten ibaretti. Andımızı kaldıran ittifaktaki kimilerinin “Yahudi dönmesi”, kimilerinin “İslam düşmanı”, kimilerinin “ırkçı” dediği Reşit Galip’in adı ise tartışmalara sadece fon oldu. Sahi, Andımız’ın resmen yasaklanışının yine bir anayasa tartışmasına, yine bir dünyaya açılma sürecine denk gelmesi tesadüf müydü?
Ne olduğu bir türlü anlaşılamayan eşkıya Koçero, 31 yaşında ölmüştü. Hasan Hüseyin onu anlatırken, sanki haksızlığa uğramış bütün insanların öyküsünden bahsetmişti:
“koçero bir vatandır
yaşanılır boydan boya
koçero bir vatansızlık
bir dağlaşmış yalnızlıktır koçero
mavzerleşmiş bir haksızlık
yanıtsız bir dilekçe!”