Sezin Öney
Meclis’teki EŞİK
Duayen gazeteci Ayşenur Arslan’ın, aleyhine başlatılan linç kampanyası sonucu polis eşliğinde ifade vermeye gittiği sabah, “Medya Mahallesi” programının konuğu olacaktım. Programda, tam da yayın saatlerinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne deyim yerindeyse çıkartma yapan Eşitlik için Kadın Platformu’nun (EŞİK) bu ziyaretinden de bahsedecektim. Ancak Türkiye’nin her zaman sürprizleri var ve bu sürprizler çoğunlukla hiç de hoş olmuyor.
1 Ekim’de İçişleri Bakanlığı önündeki terör saldırısı ertesi alınan kapsamlı güvenlik önlemleri nedeniyle EŞİK o gün Meclis’te olabilecek miydi, aslında bu bile soru işaretiydi. Her şeye rağmen EŞİK’in, Türkiye’nin 81 ilinden yaklaşık 100 aktivisti, 3 Ekim’de TBMM’de buluşup yeni yasama dönemine ilişkin görüşlerini/beklentilerini ifade etti.
EŞİK, Meclis’in nabzını hep tutuyor; TBMM’deki çalışmaları takip ediyor, temaslar kuruyor, görüşlerini ve taleplerini dile getiriyor, itiraz ediyor, öneriyor… Ancak EŞİK’in 28. Dönem’de Meclis’te yaptığı temaslarda özellikle dikkat çektiği ve vurguladığı yeni ve önemli bir gelişme var: “Yeni Anayasa” meselesi.
Yeni Anayasa’nın bu yasama döneminin kilit konusu olacağı, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un Meclis’in açılışında yaptıkları konuşmalarla açıkça ortaya kondu. Yeni Anayasa süreci ile ilgili en net tavrı şimdiden ortaya koyan sivil toplum yapılarından biri de EŞİK. Dikkat çektikleri noktalar da, bugünkü Anayasa’ya bile uymayan bir iktidarın, sivil ve özgürlükçü bir yenisini yapamayacağı. Ve bunun ötesinde de, çok önemli bir başka noktayı da vurguluyorlar:
“Demokratik muhalefete yönelik baskıların gölgesinde, türlü çeşit adaletsizlikler ve kirli bilgiler ablukasında gerçekleşen seçimler sonucunda oluşan bu meclisin Anayasa yapma yetkisi yoktur. Mecliste yer alan partiler seçim sürecinde toplumdan yeni bir Anayasa yapma yetkisi istememiştir. Bu meclis Anayasa Meclisi değildir.”
Kapalı kapılar ardında yazılan Anayasa?
EŞİK şuna da vurgu yapıyor:
“[İktidar]Demokratik tartışma ve uzlaşma ortamının sıfırlandığı koşullarda, kapalı kapılar ardında yazılan taslağın sivil ve özgürlükçü bir Anayasa olacağını iddia ediyor.”
Yakın bir geçmişte, Türkiye ile siyasetini sık sık karşılaştırdığımız Macaristan’da, EŞİK’in kastettiğine benzer bir durum yaşanmıştı: Başbakan Viktor Orbán’ın partisi FİDESZ, 2010 baharında iktidara geldikten aylar sonra, bir anayasa taslağı ortaya atmış ve parlamentoda alelacele onaylanmasını sağlamıştı. Orbán’ın yakın çalışma arkadaşlarından József Szájer, ülkenin yeni anayasasını, iPad’inde yazdığını öne sürmüştü: “Steve Jobs, Macaristan’ın Yeni Anayasası’nın bir iPad’de yazılmakta olduğunu bilseydi; çok gurur duyardı herhalde. Açıkçası, Yeni Anayasa’yı ben iPad’imde yazıyorum.”
Macaristan’ın Ocak 2011’de yürürlüğe giren anayasasının, “Granitten yapılmış gibi sağlam ve değişmez” olacağı öne sürülüyordu. Fakat, o zamandan bu yana söz konusu Anayasa’da neredeyse senede bir değişiklik yapıldı. Bunun da sebebi, Anayasa’nın FİDESZ’in değişen ihtiyaçlarına göre sürekli değiştirilmesi gerekmesiydi.
En ironik noktalardan biri de, Anayasa’nın “yazarı” ve LGBTI+ haklarına sert biçimde karşı çıkan Szájer’in siyasetten çekilme nedeniydi. Szájer, 2020’de Pandemi döneminde Belçika’nın başkenti Brüksel’de kapanma kurallarını ihlal ettiği gerekçesiyle polis tarafından basılan bir LGBT partisine katıldığı için “emekliye ayrıldığını” açıkladı.
Szájer’in siyaset sahnesinden çekilmesinden sonra da, Macaristan Anayasası’nda yapılan tadilatlar sürüyor: son olarak, LGBTI+ haklarının alanını daha da daraltacak bazı düzenlemeler benimsendi.
Laiklik vebalı kavram haline gelirken…
EŞİK’in Meclis’teki açıklamasında vurguladıklarından biri de, “laikliğin çekinilmeden savunulmasının gerekliliği”. EŞİK, “Laikliği çekinerek savunan ya da sözünü etmeyen tüm toplumsal kesimleri, tüm kadınları ve laiklik ve eşitlikten yana tüm milletvekillerini göreve çağırıyoruz” diyor. Gerçekten de, “laiklik” son dönemlerde, siyasette adeta “vebalı” bir kavram haline getirildi. Gündeme getirilmesi sanki toplumun belli kesimlerine “hakaretmiş” gibi davranılıyor. Siyasetin geneline, sanki laiklik vurgusu, din ve inanç özgürlüğünü çiğnenmesi manasına geliyormuş gibi bir yaklaşım yayıldı. Tersine, din ve devlet işlerinin ayrı tutulması, demokrasinin temel bir gereği. Ve aslında dini özgürlüklerin de güvencesi.
EŞİK, 27. Dönem’de gündeme getirilen anayasa değişikliğinin de, laikliğe aykırı olduğunu savunmuştu. Şimdi de şöyle diyorlar:
“Seçimlerden önce “başörtüsüne güvence” söylemiyle Meclise getirilen anayasa değişiklik önerisiyle, başörtülü-başörtüsüz tüm kadınların eğitim hakkından çalışma hakkına kadar tüm haklarının adım adım yok edileceği bir toplum hayali ortaya dökülmüştür. Kadınların ne giyeceklerinin, nasıl giyineceklerinin Anayasa konusu yapılması, başlı başına hem kadınlara hem de Anayasa’ya saygısızlıktır. Devletin Anayasal görevi tüm bireylerin hak ve özgürlüklerini korumaktır. Kadınları başörtülü-başörtüsüz diye ayırmak eşitlik ve laiklik ilkelerini Anayasa’dan silmek demektir.”
EŞİK’in TBMM’deki açıklamasına, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) ve Türkiye İşçi Partisi’nden (TİP) kadın milletvekilleri de katıldı. Keşke, diğer partilerden de kadın milletvekilleri de EŞİK’in açıklaması gerçekleşirken orada olup kurumlarını temsil etselerdi. Özellikle, İYİ Parti ve diğer muhalefet partileri de, bu fırsatı kaçırmamalıydı.
Kadınlara dair tüm hukuki çerçeve yeniden mi çizilecek?
“Yeni Anayasa”, olası yeni hukuki düzenlemelerin çatısını oluşturuyor. Ama, gündemde kadınları odağına alan başka değişiklikler de var. EŞİK, TBMM’nin 28. Dönemi’nde “Yeni Anayasa” ile beraber karşımıza gelebilecek diğer hukuki konulara şöyle dikkat çekiyor:
“Nafaka hakkı, boşanmanın hızlandırılması, aile arabuluculuğu, karma eğitim, erkekleri mağdur ettiği iddia edilen 6284 sayılı kadına şiddet yasası tartışmaya açılarak toplumdaki eşitlik fikri ve kadınların hayatları ve emekleri değersizleştirmeye çalışılmaktadır. Medeni yasa ve laik, eşitlikçi aile hukuku, seküler dindar, genç yaşlı, yoksul zengin, köylü kentli, A partili B partili fark etmeksizin bu ülkede yaşayan herkesin, kadın, erkek, çocuk hepimizin eşit yurttaşlık güvencesidir. Medeni yasa kadınların eşit yurttaşlık hakkı ve doğumdan ölüme tüm haklarına saygı demektir. Eşitliği sağlayan yasaları her fırsatta aşındıran iktidarın ‘Medeni yasanın aile hukuku bölümünü sil baştan ele alacağız’ demesi bir tehlike işaretidir.”
Aslında, Medeni Kanun’a yönelik değişikliklerin, toplumun tüm kesimlerinden kadınların çok da hoş bakmadığı bir gündem olduğu, kamuoyu araştırmalarında yıllardır karşıma çıkan bir veri. Muhafazakâr kadınlar da, var olan haklarını kaybetmek değil; alanlarını genişletmek istiyorlar. Ne var ki, istekler ve yönelimlerde birleşen kadınlar; algılarda bölünüp siyaseten kutuplaşmanın tuzağına düşüp duruyor.
Meclis’in açılışına varlığıyla “EŞİK atlatan” bu platformun gözü yasama süreçlerinde olmaya devam edecek. Gündeme getirdikleri üzerinden, “kadın hakları” eksenli politikaları oluşturup, bunlar için mücadele etmek de, tüm muhalefetin eksiksiz olarak yapması gereken…Hiç olmazsa, kadın hakları için bir arada durmak, “ittifak gibiymişçesine” çaba göstermek zorundalar.