Kurultay soruşturması, operasyonlar, ön seçim... Özgür Özel'den kritik açıklamalar

CHP Genel Başkanı Özgür Özel , Cumhurbaşkanı adayını seçmek için düzenleyecekleri ön seçimin 23 Mart'ta olacağını duyurdu. Özel, Kurultay'ın analarının ak sütü gibi temiz olduğunun altını çizdi. Özel, CHP'li belediyelere operasyona da ilk tepkiyi de verdi. Özel, Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu ile gerçekleştirdiği zirveden kararları da açıkladı.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, merakla beklenen CHP Grup Toplantısı'nda konuştu. Özel, CHP Kurultayı'na soruşturma, CHP'li belediyelere şafak operasyonu ve Cumhurbaşkanı adayının seçilmesi için yapılacak ön seçim hakkında detaylı bilgiler verdi.

Özel konuşmasına Kartalkaya faciası ile başladı.

Özel, Kartalkaya yangınında hayatını kaybeden 78 kişiyi anarak, sorumluların hala hesap vermediğini belirtip Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy'u işaret etti.

Özel, sorumluların açıklanması için tarih veren İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya'ya tepki gösterdi.

Özel, "21 gün geçti, ağzını bu konuda açmadı" diyerek İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya'ı eleştirdi

ERSOY'UN YARGILANMASI İÇİN 40 VEKİLE DAHA İHTİYAÇ VAR

Bakan Ersoy'un yargılanması için Meclis soruşturma komisyonu kurulması gerektiğini belirten Özel, "35-40 tane ettiği yemine sadık milletvekiline ihtiyacımız var" dedi.

Özel, Bakan Ersoy'un Yüce Divan'a gönderilmesi için muhalefet partileri ve bağımsız vekillerden 260'ı aşan imza toplandığını açıkladı.

"İÇKİDEN ALINAN VERGİ İDEOLOJİKTİR"

Kaçak alkol nedeniyle yaşanan ölümlere de değinen Özel, içki fiyatlarına yapılan yüksek vergilerin bu ölümlerin nedeni olduğunu belirtti. Özel, "İçkiden alınan vergi ideolojik vergidir" dedi.

ERDOĞAN'A 6 ŞUBAT SESLENİŞİ

6 Şubat depremleri bölgesinde depremzedelerin sesini duyuran Özel, iktidarın verdiği konut sözlerini tutmadığını söyledi. Özel, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a, "Seninle birlikte konteyner kentleri gezmeyi teklif ediyorum sana. Var mı cesaretin?" diye seslendi.

"TRUMP'A LAF SÖYLEYECEK CESARETİN YOK"

Özgür Özel, Gazze'yi açıkça işgal edeceğini duyuran ABD Başkanı Donald Trump'a Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın tek laf edemediğini hatırlattı.

Özel, "Trump'a laf söyleyecek cesaretin yok senin" dedi. Filistin meselesine de politikalarını Özel, "Biz Bülent Ecevit nerede duruyorsa oradayız. Yaser Arafat'ın dostu Bülent Ecevit'in durduğu yerdeyiz" sözleriyle anlattı.

"SUAT TOKTAŞ 14 GÜNDÜR CEZAEVİ'NDE"

Özgür Özel, Halk TV Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş ve gazetecilere yönelik baskılara da tepki gösterdi.

Özel, "Suat Toktaş ise tam 14 gündür cezaevinde tutuklu" dedi.

"CÜRMÜN KADAR YER YAKARSIN OTOKRAT"

İstanbul'da bazı CHP'li belediye başkan yardımcıları ve meclis üyelerinin şafak operasyonu ile gözaltına alınmasını da eleştiren Özel, "Burada cezalandırılan İstanbul'un iradesine kafa tutuyor. "Siz bütün demokratlar birleşip benim gibi bir otokratı yenerseniz seçtiklerinize çektiririm." diyor. Cürmün kadar yer yakarsın, cürmün kadar, cürmün kadar." ifadesini kullandı.

"KURULTAY ANAMIZIN AK SÜTÜ GİBİ TERTEMİZ"

CHP Kurultayı'na soruşturmaya da değinen Özel, "Kurultay anamızın ak sütü gibi tertemiz" dedi. Ön seçim sürecine ilişkin de bilgi veren Özel, "Erken seçimin hazırlığı erken olur, erken seçimin adayı erken açıklanır" şeklinde konuştu.

ÖN SEÇİM 23 MART'TA

28 Şubat'a kadar cumhurbaşkanı aday adaylığı için üye kayıtlarının devam edeceğini belirten Özel, ön seçimin ise 23 Mart'ta yapılacağını açıkladı.

KRİTİK ZİRVENİN MADDELERİNİ SAYDI! AYRILIK YOK BERABERLİK VAR

Özel, İstanbul Büyükşehir Başkanı Ekrem İmamoğlu ve Ankara Büyükşehir Başkanı Mansur Yavaş ile yaptığı zirveden maddeleri saydı.

Özel, her iki ismin de CHP'nin kararına saygı duyacağını ve birbirlerini yıpratmamak için yarışmayacaklarının altını çizdi.

Özel şöyle konuştu:

  • O görüşmede, bir: partinin başarısı için herkesin elinden geleni yapacağı, parti kararlarına uyacağı ve milletimizin hayal kırıklığına uğratılmaması noktasında çok hassas bir sürecin yürütülmesi gerektiği konusunda tam mutabakat sağladı. İki: Türkiye'ye umut olmuş iki ismin ön seçim yarışına girerek birbirini yıpratmaması konusundaki talep ve öneriyi konuştuk ve bu konuda fikir birliğine vardık.

"MANSUR YAVAŞ BUNUN BİLİNMESİNİ İSTEDİ"

  • Sayın Mansur Yavaş, Cumhurbaşkanı adayının belirleneceği ön seçime girmeyeceğini bize bildirdi ve şu cümleyi kurdu, bunun bilinmesini istedi: "Hepsi bizim partililerimiz, bizim üyemiz. Elbette onların verecekleri karara ben de saygılıyım, hepimiz saygılıyız." Ve üç: ön seçim süreci dahil tüm bu süreçlerin hep birlikte ortak akılla yürütülmesi, bundan sonra daha çok bir araya gelinmesi konusunda hemfikiriz.

"AVUÇLARINI YALAYACAKLAR"

  • Amacımız net. Yargı sopasıyla karşımıza dikilenlere karşı, içimizi karıştırmaya çalışanlara karşı hep birlikte dimdik duracağız. Partide bir kaos arayanlar, devlet imkanlarıyla karşımıza dikilip önümüzü kesmeye çalışanlar avuçlarını yalayacaklar.
  • Benim için en büyük kazanım yıllardır CHP'yi hiziplerin, ayrışmaların, kavgaların merkezi gibi gösterenlere inat her iki Belediye Başkanımızın da göstermiş olduğu birlik ve beraberlik görüntüsüdür. Bu öylesine bir görüntü değildir, suni bir görüntü değildir.

"EKREM BAŞKAN VE MANSUR BAŞKAN'A TEŞEKKÜR EDİYORUM"

  • Bu samimi, ahlaklı ve milleti merkeze alan bir tutumdur. Partimizin bir ve beraber, bu birlik görüntüsünün bozulmaması için her iki başkanımızın da olağanüstü çabalarına ben buradan hem Mansur Başkan'ın hem Ekrem Başkan'ın birbirleriyle kurdukları samimi abi kardeş ilişkisine ve "Milleti kurtaralım da ne olacaksa olsun." yaklaşımlarına yürekten teşekkür ediyorum.

ERDOĞAN'A MEYDAN OKUDU

Özel konuşmasının sonunda Cumhurbaşkanı Erdoğan'a sesledi.

Özel, "İçimizi karıştıramayacaksın! Birlik ve beraberliğimizi bozamayacaksın!" diye seslenerek, "Seni rekabete, namuslu bir yarışa korkmadan karşımıza çıkmaya davet ediyorum" dedi.

CHP Lideri Özgür Özel şunları dile getirdi.

Son dönemde grup toplantımızda partimize çok önemli, çok kıymetli katılımlar oluyor.

Milletvekillerimiz, belediye başkanlarımız, baba ocağına dönüyorlar, baba ocağına geliyorlar ve partimizi bulundukları illerde, ilçelerde, partimizin gücüne güç katıyorlar.

ŞEHİDİN BABASI CHP'Lİ OLDU

Önümüzdeki haftalarda da bu katılımlara büyük bir memnuniyetle ev sahipliği yapıp baba ocağının kapısını açık tutmaya devam edeceğiz. Ama bugün ben bir başka babaya rozet taktım, yukarıda makam odamızda. Hatırlayacaksınız, astsubay Esma Çevik.

Hukuk Fakültesini kazanıyor. Okurken astsubay okulunu kazanıyor. Orayı tercih ediyor. Gidiyor astsubay oluyor. Orada komando eğitimini bitiriyor. Bir kadın astsubay olarak. Sonra bomba imha eğitimi alıyor ve 2019 yılında tam 30 yaşındayken bir el yapımı patlayıcıyı, İdil'de teröristler tarafından tuzaklanan bir el yapımı patlayıcıyı imha etmeye çalışırken hayatını kaybetti.

Babası Hüseyin Akgül, Cumhuriyet Halk Partisi'nin bambaşka bir siyasi gelenekte olduğu halde, Cumhuriyet Halk Partisi'nin şehitlerle, yakınlarıyla, gazilerimizle, astsubaylarla, emekli askerlerle kurduğu ilişki, gölge bakanımızın bu konudaki çalışmaları, bizlerin yaklaşımlarından bize ulaştı ve dedi ki: "Baba ocağına dönmek istiyorum. Baba ocağına gelmek istiyorum."

Biz de acılı baba Hüseyin Akgül'e yukarıda rozetini taktık. Esma'nın resmiyle birlikte salonumuzu şereflendirdi. Kendisine hoş geldiniz diyorum. Saygıyla selamlıyorum.

DENİZ BAYKAL İLE MANİSA ANISI

Bu sabah 6. Genel Başkanımız Sayın Deniz Baykal'ı Devlet Mezarlığı'nda, partimizin geçmişte Genel Başkanımızla çalışmış, genel başkanlarımızla, bakanlarımızla, milletvekillerimizle, yöneticilerimizle ve bugün bu görevlerde olan arkadaşlarımızla birlikte mezarı başında andık.

35 yaşında milletvekili 36 yaşında bakan, 40 yaşında Enerji Tabii Kaynaklar Bakanı iken madenleri anayasaya aykırı olarak işletilen özelleştirilmiş madenleri kamulaştıran uluslararası düzeyde bir cesaret gösteren genç bir siyasetçiyi bundan tam 15 yıl önce bugün beni telefonla arayıp adayımızın rahatsızlığından dolayı son gün "Görev sana düşüyor. İyi bir Cumhuriyet Halk Partili'sin. Partinin bayrağını yerde bırakmamalısın." diyerek 2009'da belediye başkan adaylığına razı eden, tam bugün konuşmuştuk telefonla. Ertesi günü de yarın aday tanıtımı vardı. Koşup Manisa'ya gitmiştik.

O gün ona ilk önce direnirken "Olmaz, çok geç kalındı. Seçimi AK Parti kaybedecek ama kazanamayız. Partinin 2004 oyu yüzde 6" demiştim. O da dedi ki: "Bu seçim değil ama bir gün Manisa'yı kazanacaksın." Bugün mezarı başına yüzde 6'yla bana emanet ettiği Manisa'yı yüzde 60'la kazanmış bir genel başkan olarak gitmenin gururunu yaşıyorum.

Onun partisini, onun aday olarak girdiği seçimde birinci parti çıkan partisini 47 yıl sonra yeniden birinci parti yapmanın gururunu hep birlikte yaşıyoruz.

Hepimize emeği çok. Buradan bir kez daha rahmetle ve saygıyla anıyorum.

BAHÇELİ'YE GEÇMİŞ OLSUN MESAJI

Geçtiğimiz hafta Perşembe günü Sayın Devlet Bahçeli'nin bir kalp kapakçığı operasyonu geçirdiğini, sonra yapılan açıklamalardan öğrendik. Cumhuriyet Halk Partisi olarak geçmiş olsun dileklerimizi iletiyorum. Ben şahsen yakından takip ettim.

Kendisinin sağlık durumuyla ilgili belli aralıklarla bilgi alıyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi olarak bütün siyasi çelişkilerimize, rekabetimize, bize yapılan bütün haksızlıklara rağmen bu süreçte Sayın Bahçeli ve MHP ile ilgili olumsuz herhangi bir siyasi eleştiri, herhangi bir yaklaşımımız olmadı, olmayacak. Sözüme değer veren herkese de şunu söylüyorum:

Ne olursa olsun, ne olursa olsun hastalık ve ölüm durumlarında asla ve asla, hele hele sosyal medyadan olmadık eleştiriler, parti üyelerimiz asla yapmıyorlar, yapmamalılar. Ama bu konuda biz doğru hattı doğru yere koymamız lazım.

Allah şifa versin, iyileşsin, görevinin başına gelsin. Devlet Bey'le rekabet de ederiz, seçime de gideriz, onları da yeneriz, iktidara da geliriz ama bugün sağlık dilemenin ve iyi duyguları ifade etmenin günüdür.

"MAALESEF YİNE KARTALKAYA'YA DEĞİNECEĞİM"

Grup toplantımızda ilk değineceğim konu maalesef yine Kartalkaya. Üç hafta oldu. Tam 21 gün. 36'sı çocuk, karne hediyesi diye gittikleri otelde yanarak öldüler. Bir daha okula dönemediler. Karneleri, kimi evde kaldı, kimi otelde yandı. 78 can gitti orada. İlk gün gittiğimde İçişleri Bakanı, bir hafta, en geç 10 günde bütün sorumluların belirleneceğini, kimsenin sorumluluktan kaçamayacağını, üstlerindeki sorumluluğu yıkayamayacağının sözünü veriyordu. 21 gün geçti, ağzını bu konuda açmadı.

Kendi lafı var heyeti değiştiriyoruz diye. Mülkiye müfettişleri var, çok etkililer. Bilirler benim bu işi ne kadar hızlı, kime uzanırsa uzansın. Böyle yapıyordu. Kime uzanırsa uzansın parmağının uzandığı yerde de Turizm Bakanı oturuyordu karşısında. O günden bugüne, o günden bugüne hiçbir şey olmadı. Ben dedim ki: "10 gün bekliyoruz.

Mutlaka bütün sorumlular ortaya çıksın." 21 gün oldu ve bir gerçekle karşı karşıyayız. Bir kötü kalplilikle karşı karşıyayız. Birincisi, o gün yangın oldu. Televizyonlar önce 3, sonra 10 dediler, 9'da durdular. 6 saat boyunca 10 kişi hayatını kaybetti. Benim belediye başkanım, il başkanım, milletvekilim rakamın 66 olduğunu söylüyorlardı, o saat. 10 dakikada bir rakam artıyor. Sabah saatlerinde bize doğru rakama yakın rakamlar verildi.

Bütün Türkiye 10'la. Niye? 78 kişinin vefat ettiği yerde kongre mi yapılır? Ama acele var. Kürşat Zorlu'ya rozet takacak. Acelesi var, o kongreyi yapacak. Ben rakamın 66 olduğunu öğrendiğim anda İstanbul'daki büyük organizasyonu iptal ettim. Bolu'ya hareket ettim. Beyefendi rakamı rozeti takana kadar açıklatmadı.

Şimdi de 23 Şubat'ı bekliyoruz hep beraber. AK Parti kongresini yapacak. O kongrede bakanı, 8-10 bakandan biri değiştirecek. Bakanın sorumluluğunu göstermeden o yükten hem kurtulacak hem sorumluluğu partisine almayacak. Bakın, bunu daha önce gördünüz. 7 bilirkişi. Bolu Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 2025'e 962 dosyası. Bilirkişi raporu. Görevlendirme evrakı açıkça var. Sayısıyla, numarasıyla.

Bilirkişi diyor ki: "Bayındırlık İskân Müdürlüğü, Bolu İl Özel İdaresi, Kültür Turizm Bakanlığı sorumludur." Bu raporu teslim almadılar. İki şey istediler: "Bolu Belediyesi yaz." "Yazamayız." dediler. Sorumluluğu yok. "Bakanlığı çıkar." "Çıkaramam." dediler. Sorumluluğu çok. Kapıda koca tabelasından her yıl yapılan denetime kadar, çıkaramayız. Bu raporu teslim almayıp "Yeni heyet görevlendirdik." deyip, heyeti genişlettik deyip, geçen gün Adalet Bakanı'na soruyorlar, "15 gün heyeti genişletmişti." Şimdi diyor ki: "O bilirkişi raporu yeterli görülmeyince başka bilirkişi görevlendirdik."

Ve hiçbir sorumluya hesap sormadan Turizm Bakanı'nın kongrede değiştirilmesini bekleyen bir yaklaşımla karşı karşıyayız. Şu kadarını söylüyorum: Biz bu işin peşini bırakmayacağız. Grup başkanvekillerimize ve tüm partilerin grup başkanvekillerine, grubu olmayan partilerin kıymetli yöneticilerine teşekkür ederim.

BAKAN ERSOY'UN YARGILANMASI İÇİN 40 VEKİLE DAHA İHTİYAÇ VAR

Bir kez daha bütün muhalefet, firesiz hatta bağımsız milletvekilleri katılıyorlar. 260'ı geçti rakam, soruşturma komisyonuna imza atan milletvekilleri.

Grubu bulunanların tamamı attı. Grubu bulunmayan milletvekilleri attı. Bağımsızlar atıyor. 260'ın üzerinde ilerliyoruz. 300'ü, 301'i bulursak Yüce Divan'a gidip gitmemesini Meclis soruşturacak. Savcı gibi istediği her belge gelecek Meclis'e.

Ama bizim 35-40 tane ettiği yemine sadık, torununun gözüne bakınca utanmayacak, evladına hesap verme kapasitesi olan, komşusundan utanacak, ilkokul öğretmeninden utanacak 40 milletvekiline ihtiyacımız var daha.

Bunun için AK Parti ve MHP gruplarını da ziyaret edeceğiz. Gerekirse bütün milletvekillerini teker teker ziyaret edeceğiz ve bu vicdani sorumluluğu hatırlatacağız. Ama bir şey hatırlatayım: Bu anayasa, yani her doğana değil, Erdoğan'a yapılan anayasa, yapıldığı günden bir gün öncesine kadar önceki beğenmedikleri anayasada bu rakam 55'ti.

55 milletvekili isterse Meclis her şeyi soruşturmak için bir komisyon önerilebiliyordu. O rakamı 301 yaptılar. Yarısından bir fazla. Meclis'ten vefat eden, Meclis'ten belediye başkanı olup ayrılan, istifa edip Meclis'i boşaltanlar bile hesaba katılacak, yarısından bir fazlası kadar imza bulacaksın. Biz muhalefet ulaşabildiğimiz yere kadar ulaşıyoruz.

Taban tabana zıt görüşte aynı vicdanlı imzada buluştular. Şimdi o 40, partisinin, yönetiminin sustuğu, gerçi Sayın Bahçeli sorumluların hesap vermemesinden, bakanlığın hiçbir şey yokmuş gibi davranmasından bahsetti.

O 40 kişiyle görüşüp, partileriyle görüşüp eğer sağlayabilirsek o zaman bu Meclis, meclis olduğunu, milletin verdiği görevi layıkıyla yaptığını ifade edebilecek. Bu mücadeleyi sürdürüyoruz. Katkı sağlayan herkese de yürekten teşekkür ediyorum.

Bolu Kartalkaya'daki 78 canımızın acısına yanıyoruz. Bir yandan İstanbul'da, Bolu Kartalkaya'daki yangından bugüne 71 kişi, Ankara'da 5 günde, bir haftada, son bir haftada 39 kişi, toplam 110 kişi kaçak içki içip, metanol'lü alkolden dolayı etil alkol yerine metanolün bulunduğu kaçak içkiden dolayı hayatlarını kaybettiler.

Üçü genel başkan yardımcısı, 5 kişilik kuvvetli bir heyetle tek tek hepsinin ailelerini, hastanelerde tedavi gören 81 kişiyi, yoğun bakımda olanların doktorlarından, serviste olanların kendilerinden, ailelerinden titiz bir çalışma yürütüyor arkadaşlarımız.

Ancak bu konuda defalarca komisyon kurulması dile getirildi. Sayın Veli Ağbaba bir komisyon kurulmasını teklif etti, reddettiler. Ve geçen yıl 500 kişi öldü sadece. Bu yıl 600'ün üzerine çıkıyor. Trend hep bir önceki yıldan fazla.

Bu konunun araştırılmamasını istemenin hiçbir izahı yok. Ama komisyonu dünya gündemine oturdu. Çok daha az sayıda can kayıplı olaylarda hükümete dokunmayacaksa komisyonu kuruyorlar ama burada 3 hafta içinde 110 kişi hayatını kaybetmiş.

İÇKİDEN ALINAN VERGİ İDEOLOJİK VERGİDİR

Bu hafta tekrar teklif edeceğiz, yine kaçacaklar. Çünkü konu hakkında yapılan bütün çalışmalar sahte içki ve metanol zehirlenmesiyle ölümlerin tamamının yoksullukta ve özellikle de içki fiyatlarına yapılan astronomik vergi uygulamasında olduğunu ortaya koyuyor. Hiç, eğri oturup doğru konuşalım. 70'lik rakı 361 lira, ÖTV ve KDV'siyle 960 lira

Devlet, devlet yüzde 100 liralık içkinin 62 lirasını vergi olarak alıyor. Başka miktar, başka marka, başka çeşit içkilerde daha yukarı çıkan rakamlar da var. Yüzde 75'i vergi olan rakamlar var. yüzde 62'sini vergi olarak alıyor.

Bu vergi ideolojik vergidir. Bu vergi yaşam, yaşam şekli tercihi vergisidir. Yaşam şekli tercihi vergisidir. Bu vergi içki içene ne olursa olsun onu öldürmeyi göze alarak içkiyi içilemez ya da içildiğinde başlı bir verginin ödendiği, o parayı da kendilerine göre taksim ettikleri bir tüketim malzemesi olarak görüyorlar.

Meseleye ideolojik yaklaştıkları için hırsla vergi alıyorlar. Kimden vergi alıyorlar? Ölülerden vergi alıyorlar. Pişman ailelerinden vergi alıyorlar. Ve böyle olunca insanlar kaçak alkole yöneliyor ve kimi kör oluyor, kimi sakat kalıyor, kimi de hayatını kaybediyor.

"YÜZDE 5443 ZAM YAPTILAR"

O yüzden 2006 yılına kadar, yani bunlar "Biz yaşam şekline karışmayacağız." deyip gelmişlerdi. İlk saldırı 2006'da başladı. 2006'dan bugüne ÖTV'ye yaptıkları zam yüzde kaç sizce? Yüzde 5443 zam yaptılar. 2006'dan bugüne. ÖTV vergisini 55 kat arttırdılar. 55 kat. Bu yüzden geçen sene ölen 500 vatandaşımızın, bu sene 3 haftada kaybettiğimiz 110 vatandaşımızın tamamının vebali boyunlarındadır. Meclis çatısı altında bu konuyu araştırmamak suçluyu, suçu peşinen kabul etmektir ve suçluluk psikolojisidir.

Bu hafta yeniden göreceğiz bakalım bu meseleye nasıl yaklaşacaklarını. 6 Şubat büyük depremin acılarını bir kez daha yaşadığımız bir yıl dönümüydü. İkinci yıl dönümünde Adıyaman'da, Kahramanmaraş'ta ve Hatay'da birer tam gün geçirdim.

Bu salondaki bütün milletvekilleri, Meclis'te görevi olan 20 arkadaşımız hariç mutlaka bir konteynerdaydılar, bir çadırdaydılar, mutlaka sokaktaydılar.

Depremin olduğu saat ben Adıyaman'da o, o dakika duran saatin önündeydim, 4.24'te. Milletvekillerimizin her biri ayaktaydı, oradaydılar, 11 ildeydiler. Biz gittik, bir dokunduk, bin ah işittik. Duyduklarımızdan utandık, gördüklerimizden utandık.

Hep söylediğim bir durumu söyleyelim. Bununla övünen, hükümeti öven köşe yazarları var. Durum şu: Resmî devletin rakamları, "8 Şubat 2023'te, 1 yıl sonunda kimse sokakta kalmayacak. Kalıcı konutları teslim edeceğiz." dedi. Bir yılın sonunda %2.7'sini tuttu sözünün ama %1,5 farkla da seçimi kazanmıştı bu taahhütle.

Seçimin ikinci yılında 100 konutun 30'unu bitirdiğini söylüyor. Bununla övünüyor. Bunla onu öven köşe yazarları var. Demiyorlar ki sözünü tutamadı. O gün de belliydi tutamayacağı, bugün de belli ama o onu bir seçim vaadi, seçim yalanı olarak söylemişti.

Erdoğan'ın verdiği rakamlara göre 100 depremzedenin 70'i ya çadırda ya konteynerda ya gurbette, yakınlarının, başkalarının yanında, başka şehirdeler. Ama durum göründüğünden de söylendiğinden de vahim.

Gittiğim konteynerda şunu söylüyor: "Bir, bize ev verecekmiş. Ben işsizim. İşsiz kaldım. O eve geçsem, o eve geçsem ₺800 aidatı var, elektriği, suyu var. Bu çocuklar ne yiyecek?" diyor. Bir başkası, "Ev çıktı diyorlar, önüme boş senet dayadılar. İmza atmadan anahtarı vermiyor." diyor. "Neyimle ödeyeceğim?" diyor. "Bu devletin önüme koyduğu boş senedine niye imza atayım?" diyor.

"O boş senedi" diyor, "o kişi alsa, benim imzamla alsa, götürse başına ne gelir?" diyor. Bir başkası, "Ev dökülüyor, bu halde geçilmez." dedi. Birçoğu da, "Biz zaten buradayız. Bize kimse ev mev demiyor." dedi.

"650 BİN KİŞİ KONTEYNERDE YAŞIYOR"

Bakın, "buradayız" deyince o gün AFAD'ın rakamları, depremden hemen sonra açıklanan, konteyner kentler bitince açıklanan rakam, "707.000 kişiyi konteynıra yerleştirdik." diye söylediler. Biz de katkı sağladık. Tüm belediyeler de, AFAD da. 707.000 kişi. Bugün, "395 konteyner kentte 649.000 kişi yaşıyor." diyorlar.

2 yıl sonunda 700.000 kişiden 58.000'i kurtulmuş konteynerdan, yüzde 10'un altında. Hani yüzde 30 konuta geçti? Konuta geçenler konuttan konuta mı taşınıyor? Kim geçiyor bu konutlara? Depremzedeler, "Vallahi yalan, billahi yalan." diyorlar.

"Konut yok. Olan 10 kişide birine denk geliyorsun, o da geçmemin imkânı yok." diyor. Hatay'daki rakam: 230.000 kişi konteynerda, resmî açıklama, 1,5 sene önce. Bugünkü açıklama: 218.000. 230'dan 18'e, 12.000 kişi.

"MİLLETİN ZEKASI İLE ALAY ETTİ"

yüzde 5'i. 100 kişiden 5'i konteynerdan eve gitmiş. O evlere kim yerleşmiş? Ben Erdoğan'a şunu söylüyorum: O da bir gün deprem bölgesine geldi. Benden bir gün sonra, Adıyaman'a. Sıcacık arabasıyla salona girdi. O sıcak salonda atamadıklarına kendini alkışlattırıp milletin zekâsıyla alay etti ve teker teker beşli çeteyi, onurunu çağırıp ellerine plaket verdi. Depremin yıl dönümündeki Erdoğan etkinliği budur.

Sayın Erdoğan, sokağa çık dedim, çıkmadın. Pazara gel dedim, gelmedin. Bu sefer seninle birlikte konteyner kentleri gezmeyi teklif ediyorum sana. Var mı cesaretin? Çık sıcak salondan, konteynıra gel bakalım. Kura çekelim. Rastgele. Varsa cesareti. Sokak sevmiyorsa salonda dursun. Teklif ediyorum. Önce 395 konteynerdan birinin adını çekeceksin. Ardından da o konteyner kentteki konteynerın numarasını çekeceksin.

Anadolu Ajansı ve diğer özel haber ajansları o konteynıra, o şehirdeki kamerasını yollayıp canlı yayına geçecek. Sen hatır sor konteynıra. Var mısın? Bu cesareti göster. Oradan çek kurayı, sıcak salondan hatır sor, buna da razıyım. Var mısın? Oturmuş buradan, gidiyor salonlara. Efendim, Erdoğan'dan deprem bölgesine ziyaret. Öyle mi olur ziyaret? Bir yandan da o gitmiyor ama gelenler var bu yana doğru.

ÇAYIRHAN DİRENİŞİ'NE DESTEK

Geçmişte direnişlerine destek verdiğimiz Çayırhan Termik Santrali ve maden işletmesindeki madenciler, 2000-2020 yılları arasında özelleştirilen, hani altın yumurtlayan tavuğu kesmişiz. Bir mucize olmuş, tavuk canlandı, geri geldi.

20 yıllık süresi bitti. İşleten şirket parasına para katmış. Tavuk gelmiş, bizim kümese altın yumurtlamak istiyor. Erdoğan kışkışlıyor tavuğu, tekrar özelleştirmek istiyor. Öyle olunca, "Yapmayın." dediler. "4 yıldır biz burayı işletiyoruz. Gayet de iyi işletiyoruz. Özelleştirmeyin." dediler.

"Özelleştirmenin yaptığı kıyımı biliriz. Devlette kalsın, biz çalışalım, altın yumurta buraya yumurtlansın." dediler. Çünkü kömür bizden, santral bizden, her türlü ihtiyaç bizden. Kömüre alım garantisi, kömür başına belli bir rezerv garantisi, santralden çıkan elektriğe dolar bazında alım garantisi var. Üşüşmüşler. 8 firma mıydı? 18 firmaya teklif mektubunu almış.

Teklif mektubu veriyorlar. Şartnameyi almış. Çünkü Erdoğan bir tek bu altın yumurtlayan tavuğun üzerine fiyonklu bir hediye paketi yapmamış. Dört dörtlük birisine verecekler.

İşçiler mücadeleleriyle 4 Aralık'taki ihaleyi iptal ettirmişlerdi. Yeniden ihaleye doğru geliyorlar. O yüzden de Ankara'ya doğru Çayırhan işçileri yürüyor.

"DESTEK VERMEYE SÖZ VERİYORUZ"

Her gün arkadaşlarımız destek veriyor. Onlara destek vermeye, sahip çıkmaya, onlarla birlikte yürümeye, ülkeyi bu talan düzeninden kurtarmaya söz veriyoruz. En yakıcı sorunun hayat pahalılığı ve enflasyon olduğunu biliyoruz. Öyle bir haldeyiz ki Diyanet İşleri Başkanlığı emeklilere ve asgari ücretlilere fitre verilebileceğini söyledi Ramazan'da. Yani 10 çalışandan 6'sının fitreye muhtaç olduğunu söyledi. Ayrıca, ayrıca, çünkü 10 çalışandan 6'sı asgari ücretle çalışıyor. Emeklilerin en düşük emekli maaşı değil, asgari ücret ve altında emekli maaşı alanlara baktığınızda da yüzde 80'ine yakınının fitreye muhtaç olduğunu söyledi.

Çalışanının yüzde 60'ının, emeklisinin yüzde 80-85'inin fitreye muhtaç olduğu bir ülkedeyiz. Ve bu insanlara zam verilirken enflasyon oranında veriliyordu. Onunla övünüyordu, "ezdirmedik" diye.

Biz de diyorduk ki, "TÜİK'in enflasyonu doğru değil. Bir de refah payı vermezsen yine de erir." Ama öyle veriyordu. Bu sene beklenen enflasyona göre verdi ve beklenen enflasyonunu ilk önce Aralık enflasyonunu yüzde 1'de tutup milletten yüzde 4 daha çaldılar.

Ocak'ta enflasyon yüzde 5,3. Böylelikle emeklinin maaşından 581 TL, yeni işe başlamış bir memurun maaşından 1730 TL daha bir ayda çaldılar. Maalesef Merkez Bankası tahmini enflasyonu %21 açıklamıştı. Zammı ona göre yaptılar.

"EMEKÇİLERE ŞUNU SÖYLÜYORUZ: CHP ARKANIZDA"

Bu ay düzeltmiş, yüzde 24 yapmış. O zaman bu yüzde 3'lük hiç olmazsa, hiç olmazsa tahmini enflasyonun farkını hemen vermek ve Mart ayında enflasyon düzeltmesi yapmak zorundasınız bu maaşlara. Geçen sene 1 TL arttırmadan asgari ücreti yıl sonunu getirenler bu sene yine aynı şeye niyet ediyorlar ancak büyük bir mücadelenin, büyük bir direnişin ve büyük bir itirazın gelmekte olduğunu görüyorum. Emekçilere şunu söylüyoruz: Hakkınızı alacaksınız, yanınızda, arkanızda Cumhuriyet Halk Partisi'ni bulacaksınız.

Ve iktidarımızda en düşük emekli maaşının en az bir asgari ücret düzeyine gelmesini, asgari ücretin de bırakın açlık sınırında, iki asgari ücretlinin yoksulluk sınırını aşabileceği, sendikaların hedeflediği rakamı da sahiplendiğimizi, aşağı yukarı da bu sene söylediğimiz 30.000'e 32.000 TL'ye bunun denk geldiğini açıkça ifade etmem lazım. Ülkede yaşanan yokluğun, yoksulluğun, adaletsizliğin üzerini örtmek için kısa süre önce Suriye'de yaşanan gelişmelerden, ki yaşanmadan 2 gün önce, "bu İdlib'den çıkan heyetten, şeyden rahatsızız." diyordu.

İki gün sonra rejim değişti. "Suriye'de denklemi ben kurdum, oyunu ben yaptım." pozları vardı. Köpürdü, köpük söndü. Bunlara inananlar, güvenenler şaşkına döndü. O günlerde, "Çok güçlü ordusu var. Suriye'nin jandarması Erdoğan olacak." vari, acayip lafları övgü kabul edilip, "Akıllı adam, geçen sefer aptal olma diye mektup yazmıştı." Onu da hatırlatarak, "Akıllı ol. Akıllı adam Erdoğan. Seviyorum onu, güçlü ordusu var, Suriye onun olacak." gibi laflarına köpürtme yapıyorlardı. Kimin? Trump'ın.

Kimler? AK Partili gazeteciler, AK Partili kalemler, AK Partili yöneticiler, AK Parti'nin büyük büyük konuşan, akıl fikir üretenleri. Ne diyor Trump? Ne diyor AK Partililer? Suriye'yi köpürtenler, Trump'a sevinenler?

"Filistin güzel yermiş. Zaten yerle bir oldu. Onları başka Arap ülkelerine dağıtacağım. Orasına imar yapacağım. Turizm olur, dünyanın göz bebeği olur." diyor. Kime? Filistin'e. Nereye? Filistin davası için, Filistin davası için bunlara inanan, güvenen, oy verenler vardı.

"ERDOĞAN BENİ UTANDIRDI"

"Bunlar Filistin'e sahip çıkar." diye. Şimdi hepsi böyle gözlerinin içine bakıyor. Ve, "Şu anda Trump bunu söyledi. Erdoğan ne diyecek? Bakalım nasıl bir tepki verecek?" dedik. Televizyonda karşımda buldum.

Alman Cumhurbaşkanı Sayın Steinmeier, Erdoğan'la görüşmesinden sonra birlikte yaptıkları basın toplantısında, "Kabul edilemez. Uluslararası hukuka aykırı. Bu Almanya'yla Amerika'nın, benimle Trump'ın kuracağımız ilişkileri etkiler.

İyi düşünsün. İlişkilerimizi bozar bu karar. Bu insanlık suçudur." Vallahi burada bizimki duruyor, kafasını bile sallamaya korkuyor o ifadelere. "Hadi Almancasına sallayamadın, tercümesine salla." Tercümeyi duyuyor, böyle bakıyor.

Bir kelime etmedi, 5 gün boyunca. Dedim ki: "Niye konuşmuyorsun? Çık konuş." Dün konuştu, utandırdı beni.

Açıklaması şu: "Konuşmaya değer bir yanı yok." Bak bu konuşma bu. "Konuşmaya değer bir yanı yok." Sonra var gücüyle Netanyahu'ya saldırdı bu konuda.

"TRUMP'A LAF SÖYLEYECEK CESARETİN YOK SENİN"

Eee? O zaman Netanyahu'nun konuşmaya değer bir yanı var. Şimdi, Netanyahu'nun söyledikleri konuşmaya değer de Trump'ınki değersizse nasıl oluyor bu iş? Esas mesele şu: Sen Netanyahu'ya laf söyleyecek cesaretin var da Trump'a laf söyleyecek cesaretin yok senin.

İstanbul İl Başkanlığımız bunların ikiyüzlülüğüne, ikiyüzlülüğüne mihenk taşı vurdu. Turnusol kâğıdı batırdı ikiyüzlülüğüne. Her sene resmî tatil olan 1 Ocak'ta Filistin'le Dayanışma Yürüyüşü iznini talep eden bir siyasi parti de değil ve Gazze'ye Destek, Filistin'e Destek Mitingi, Galata Köprüsü'nün üstü.

İstanbul İl Başkanlığımız da usulüne uygun dilekçeyle aynı yere miting izni istedi. "Burada miting yapılamaz. Burada yürüyüş yapılamaz.

Burası valilikçe belirlenen o alanlardan biri değildir." cevabını aldı. AK Parti yapınca, Erdoğan'ın oğlu yazınca her yer serbest, CHP yapınca yasak.

Meselenin kendisi, turnusol kâğıdını bandırırsın, mavi kâğıt kırmızıya boyanır ya, bunlar da kızaracak, o yüz de yok arkadaş.

"BİZ BÜLENT ECEVİT NEREDE DURUYORSA ORADAYIZ"

Turnusol kâğıdı daha ahlaklı. Biz neredeyiz? Biz Bülent Ecevit nerede duruyorsa oradayız. Yaser Arafat'ın dostu Bülent Ecevit'in durduğu yerdeyiz. Biz neredeyiz? Biz Deniz Gezmiş ve arkadaşları nerede duruyorsa oradayız. Biz, biz bu tip bir alkışı, bu Meclis, grup toplantıları, böyle alkışlar tarihi alkışlardır. Sizin meseleye nasıl sahip çıktığınızı gösteriyor. Ben de 2004'ten hatırlıyorum bu alkışı.

"AFERİN BOP'UN EŞ BAŞKANI'NA"

Erdoğan çıkıp demişti ki: "Biz Büyük Orta Doğu Projesi'nin eş başkanıyım ben." demişti. Bu kadar çok alkışı kendi grubundan o zaman almıştı. Ne projeymiş arkadaş, ne projeymiş?

O günden bugüne eş başkanın projesinde ne Müslüman kanının akmadığı gün oldu ne İsrail zulmünün durduğu gün oldu. Aferin Erdoğan'a, aferin BOP'un eş başkanına. İstanbul'a atanan bir siyasi müsteşar var, seyyar giyotin.

Bu seyyar giyotin hukuk katliamlarına hafta sonu, hafta sonu gazetecilerle devam etti. BirGün Gazetesi'nden sevgili Uğur Koç, Berkant Gültekin ve Yaşar Gökdemir'i gözaltına aldılar ama artık kendi rekorlarını deniyorlar.

Bu seyyar giyotinin İstanbul'da yaptıklarından ve onun talimatlarıyla zulüm Ankara'daki gazetecilere sıçradı. Suçları şu: Sabah gazetesi Akın Gürlek'i ziyarete gitmiş ve bu ziyaretinde fotoğrafı kendisi paylaşmış, demiş ki:

"Terörle mücadele eden savcımızı ziyaret ettik." BirGün gazetesi de o fotoğrafı, o haberi alıp, "Yandaş Sabah", "Yandaş", "Erdoğan'dan, AK Parti'den yana değil." diyorsanız çıksınlar söylesinler. "Yandaş Sabah" benim Akın Gürlek'e söylediğim sözü tırnak içine alarak, habercilik, ben demiyorum, o diyor demek, tırnak içine alarak ziyareti haberleştirmiş. Gazetecileri, Sabah gazetesini değil onları, "Terörle mücadele eden savcıyı hedef gösterme" suçundan tutup az daha tutuklayacaklardı, gözaltına aldılar, çeşitli tedbirler aldılar, yargılamaya devam edecekler.

Ve seyyar giyotin 9 Ekim'den bugüne neler yaptığını geçen hafta saymıştım. Bu hafta sadece gazetecilere ne yaptığını hatırlatacağım. 9 Kasım'da Furkan Karabay'ı, 22 Kasım'da İsmail Saymaz'la Fatih Altaylı'yı, 20 Aralık'ta Özlem Gürses'le Seyhan Avşar'ı, 28 Ocak'ta Barış Pehlivan, Seyhan Asker, Kürşat Oğuz'u gözaltına aldı.

"SUAT TOKTAŞ 14 GÜNDÜR CEZAEVİ'NDE"

Suat Toktaş ise tam 14 gündür cezaevinde tutuklu. Bu sabah da, bu sabah da güne seyyar giyotinin gıcırtılarıyla uyandık. İstanbul'daki gazetelerden, Twitter'dan hızlı basın bildirgesinden, bildirisinden öğrendiğimize göre yeni bir şafak operasyonuyla 2 belediye başkan yardımcımız, 7 meclis üyemiz gözaltına alındı.

Gecenin, sabahın ilk saatlerinden itibaren, operasyonlar başladığı andan itibaren İstanbul'da arkadaşlarımız takip ediyorlar süreci. Aday olurken temiz belgesi verdikleri, 10 aydır herhangi bir suç işlemeyen, bizden aday olmak istiyor, belediye meclis üyesi.

"Git devletten temiz belgesi al." diyoruz. Bizim belediye meclis üyesini aday yaparken kefalet koyan Adalet Bakanlığı'dır, Türkiye'nin adalet sistemidir. Şu ana kadar işlediği bir şey yok, aldığı bir ceza yok, kesinleşmiş hükmü yok. "Temiz." diyor. "Hukuken ispatlanmış bir suçu yok." diyor. Listemize koymuşuz, milletimiz takdir etmiş, gelmiş.

Bu arkadaşları sabahın köründe topluyorlar. Yok efendim kent uzlaşısı, ment uzlaşısı. Ne demek kent uzlaşısı? İstanbul İttifakı demek. Biz dedik ki: Bir otoritere karşı tek başımıza kazanamayız. Gelin Türkiye'nin sosyal demokratları, muhafazakâr demokratları, milliyetçi demokratları, Kürt demokratları birlikte olalım. Listelerimizde eski AK Partililer var.

Listelerimizde Saadet Partisi'nden gelenler var, Milliyetçi Hareket Partisi'nden gelenler var, Demokrat Parti'de eskiden siyaset yapanlar var. Nasıl alacağız biz İstanbul'dan? Örneğin Demokrat Parti'de siyaset yapmış birisi listeye konduğunda kendi etki alanından dünya kadar oy getiriyorsa, Demokrat Partili dünya kadar oy getiriyorsa, AK Partili, "Biz bunların içine girdik, Erdemliler Hareketi diye, ne olduğunu gördük, yakamı sıyırdım." deyip muhafazakâr mahallerde Cumhuriyet Halk Partisi'ne oy getirebiliyorsa budur kent uzlaşısı.

Budur İstanbul İttifakı, budur Türkiye İttifakı. Şimdi burada cezalandırılan bu 10 arkadaşımız, 7 arkadaşımız, 9 arkadaşımız değil.

Burada cezalandırılan İstanbul'un iradesine kafa tutuyor. "Siz bütün demokratlar birleşip benim gibi bir otokratı yenerseniz seçtiklerinize çektiririm." diyor. Cürmün kadar yer yakarsın, cürmün kadar, cürmün kadar.

Bir yandan da bir siyasi partinin Sayın Genel Başkanı tutuklu, Sayın Ümit Özdağ. Kendisiyle ilk operasyon olduğunda konuşmuştum.

Makamını, başkanvekilini ziyaret ettim. Hemen her gün bir milletvekili, iki milletvekili arkadaşımız, İstanbul İl Hukuk Komisyonumuz, yöneticilerimiz kendisini ziyaret ediyorlar. Bir siyasi partinin genel başkanının hem de böyle siyasi sebeplerle içeride tutulmasını asla ve asla kabul etmiyoruz. Kendisiyle kurduğumuz iletişim sırasında hukukçu arkadaşlarımızın fark ettikleri ve ortaya koydukları büyük bir hukuksuzluğu da buradan paylaşmayı görev biliyorum. Bir kere Ankara'da yemek yerken yaka paça gözaltına alındı.

Oysa siyasi parti genel başkanı, çağırdığında gitmeyecek, ifade vermeyecek ya da avukatını yollamayacak da ne yapacak? Çağırdığında gelmeyecek de ne yapacak? Ama yaka paça, itibarsızlaştırarak gözaltına alındı.

İstanbul'a getirildi, savcı, hâkim karşısına çıkarıldı ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Antalya'da işlediği iddia edilen bir suçla ilgili soruşturma yürütüyor. Yürütme yetkisi yok. Atılı suç terör değil, soruşturmayı terör savcısı yürüttü. Kabul edilebilecek tarafı yok.

Diğer taraftan soruşturmaya, ki bunu cumhurbaşkanına hakaret diye yürüttüler, edildiği yer belli, edildiyse. Oturulan yer belli, ikameti belli. O iki yerden başka bir yerden başka savcı bu işe salça falan olamaz, özel bir yetkisi yoksa. Kanunen yok da, özel bir yetki, özel bir görev verilmiş ona. Sonra bunlar ortaya çıkınca, "Ya cumhurbaşkanına hakaretten nasıl tutuklayacağız?"

Bir de, "11 tane tweet var. 8 tanesi milletvekilliği döneminde atılmış. Dosyalar orada, bilmem ne." Önce döndü halkı kin ve düşmanlığa tahrikten, 2024 yılında Kayseri'deki bir olay için. İstanbul, Kayseri'yi soruşturamaz. Bu sefer döndü milletvekilleriyle ilgili dosyaların olduğu savcılıktan dosya istedi, eski bir milletvekili. 11 suçun 8'i, 11 iddianın 8'i milletvekili olduğu döneme ait. Buradakiler de tuttular dosyayı yolladılar.

Seyyar giyotin artık bunu götüremedikleri için oldukça büyük bir makama oturttular seyyar giyotini, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı. Katledeceklerini ayağına getirttiriyor Anadolu'nun dört bir yanından, hukuk sisteminde olmadığı halde. Ümit Özdağ'a yapılan da, pek çok soruşturmada yapılan da o. Türkiye başsavcısı sanıyor kendini. Yok öyle bir düzenleme. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı İstanbul'dan sorumludur.

Ankara'nın yapacağı işe karışamaz, hatta ve hatta bu yaptığı iş aslında anında Hâkimler Savcılar Kurulu tarafından harekete geçip, "Ne yapıyorsun arkadaşım sen?" demesi lazım. Demişlerdir de cevabı şöyle vermiştir:

"Ben emir kuluyum. Niye bana, bana kızıyorsunuz? O tarafa söyleyin."

"ÖZELEŞTİRİLER KURULTAY'DA OLUR"

İktidar halkın desteğini kaybedince gündem belirleme yetisini icraatlar yaparak, iyi işler yaparak, maaşlara zam yaparak, yoksulluğu azaltarak gündeme gelemediğinden korkuyla ve çeşitli saldırganlıklarla ve kötülüklerle ilerliyor.

Bunlardan bir tanesi de Cumhuriyet Halk Partisi'ne kurmaya çalıştığı kumpas.

CHP Türkiye'nin yüz akı bir iş yapmıştır. Seçmenin kendisine en kızgın olduğu zamanda, "Bu seçimi nasıl kaybettiniz arkadaş?" dediğinde, hepimizin yüzü öndeyken, seçmen duygusal olarak bu partiden kopmuşken Cumhuriyet Halk Partisi özeleştiri vermiştir.

Özeleştiri siyasette kurultayla olur. Bunu mahallede, ilde, ilçede, ilde ve kurultayında sandık kurarak, bırakın Ankara'da, mahalleden başlayarak demokrasiye bütün Türkiye'nin gözünün önünde olmuştur. Sonra da kurultayına gelmiş.

Kurultayında, Meclis'teki partiler içinde genel başkanını çoklu yarışla seçebilen, genel başkanına rakip çıkabilen bir parti olarak. MHP'de denendi, içinden İYİ Parti çıkmak zorunda kaldı. Attılar hepsini. AK Parti'de kimsenin aklından geçmiyor.

Cumhuriyet Halk Partisi geldi ve Cumhuriyet tarihinde ilk kez demokratik yollardan genel başkan değişimi gerçekleşti. Bu hepimizin ve Türkiye'nin gurur duyduğu, bu Türkiye'de siyasi partilerin birinde gerçekten demokrasi var diye yurt dışında da savunabildiğimiz bir durum.

AK Parti'de nedir durum? Manisa'nın bir ilçesinde ilçe başkanına ikinci bir rakip aday çıkarsa çağırıp adayı il başkanı bire indiriyor, reisinin talimatıyla. Eğer o beceremezse Ankara'ya çağırıyorlar, buradaki yapıyor. İl başkanı düzeyindeyse bazen kendi çağırıyor. İllerde kurultaylarının seçeceği il başkanına en az 15 gün önceden haber veriyorlar.

"KURULTAY ANAMIZIN AK SÜTÜ GİBİ TERTEMİZ"

Yerel basında haber oluyor, "İl başkanı oluyor." diye. O kurultaylar şaibeli değil, anamızın ak sütü gibi kazandığımız bu kurultay şaibeli. Öyle mi?

İşin aslını söyleyeyim, işin aslını söyleyeyim. Tabii ki meczubun biri Bursa İl Başkanımıza sövmüş, hakaret etmiş, iftira atmış, o da ondan şikâyetçi olmuş. Suç, dosya iftira atanın yargılandığı dosya, ifadesi ortada. Bursa'dan dosyayı Ankara'ya çekmişler.

Ankara'da 1 yıldır tutmuşlar. Savcının ifadesi, yoksa çıkıp söylesin. Bir yıldır dosya açık, 2023 Aralık Bursa, 2024 Ocak'ta geldi. Bir yıldır duruyor. "Son günlerde ki üzerine konuşulduğu için böyle yaptık."

Hiç alakası yok, hiç alakası yok. Ben size işin aslını söyleyeyim. AK Parti'nin, daha doğrusu sarayın bir medya planlaması var.

Medya planlamasında, medya planlamasında dün akşam planlanan Özgür Özel, Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş'ın katıldıkları üçlü toplantıda, üçlü zirvede çıkan kriz, kavga, birbirine düşen ve parçalanan CHP'ydi. Medya planlaması oydu ama medyaya bu düştü.

Bu fotoğraf düşünce Türkiye'nin gündemine, görmeyen kalmayıp umutları, Çağlayan'daki umutları yeniden ve daha güçlü şekilde ayağa kaldırınca medya planlamasına, CHP'de krizden, CHP'de kendince şaibeli kurultay yalanına döndü.

Tayyip Bey 1 yıldır, 3'tür 4'tür bunu söylüyor. Septik bir alanda, girmiş bir septik alanın içine beni oraya çağırıyor. Beni de pisletecek kendi sözüyle, kötü sözüyle. Girer miyim o çukura? Girer miyim o çukura? Bu iktidar Türkiye'yi adaletten ekonomiye birçoklu krizin içine soktu, çıkaramıyor. Milletten yetki alanlar milleti unuttu.

Onların tek derdi koltuklarında biraz daha oturabilmek. Bunun için de milletin dertlerinin çözüleceği sandıktan kaçıyorlar. Milletin derdinin konuşulduğu konteyner kente gelemeyip, milletin yangını gördüğü pazara gidemeyip, milletin hatırını soramıyorlar. Ve sürekli seçimlerin ileride olacağını, o güne kadar kimsenin seçim beklememesini, neredeyse seçim istemenin bir terör suçu olduğunu hissettirmeye, 12 yıl öncesinden videolara bakmaya,

"Sakın mitinge gitmeyin, sokağa çıkmayın." demeye bakıyorlar. Ama geçen sene, bundan 1 yıl önce erken seçim talebini %28 ölçen firma bu ay %70 ölçtü. 65'ten, 63'ten aşağıya ölçen yok, %75 ölçen çok. Ve bir erken seçim talebi var. Bizim talebimiz YSK'nın takvimini bekleyemeyecek durumda olan milletin acısını dindirecek sandığı getirmektir.

Muhtemel rakiplerine karşı saldıran, muhtemel rakibini saf dışı bırakmaya çalışan, bunun için Cumhuriyet Halk Partili belediyelere, belediye meclis üyelerine saldıran birisine karşı her türlü konvansiyonel siyasetin gösterebileceği her tepki gösterilmiştir. Söylenmesi gereken her söz, yapılması gereken miting, eylem, her şey yapılmıştır.

Ancak millet artık kendi derdini söyleyen, asgari ücret de, emekli maaşında, çay fiyatında, fındık fiyatında, pamuk fiyatında, narenciye de derdini söyleyen, maliyetleri ile inleyen ya da işsiz çocuğunun iş sorununu ya da o çocuğun yurt dışına kaçış sorununu dertlenenler ya da bu derdi içinde hisseden gençler sandığı istemektedir.

Seçim takvimlerini YSK başlatmaz. Millet başlatır, milletin seçim takvimi başlamıştır arkadaşlar. Tabii ki biz erken seçim istiyoruz. Erken seçim istiyorsak görevlerimiz var. Biz sandıkları nasıl koruyacağız? Örgüt 180.000 sandık görevlisini atıyor. Hatta birkaç ay sonra yapılacak erken seçimde sandıklara sahip çıkacak 180.000 kişilik ordu sabah tatbikat yapacak, 6.00'da kalkacak, 5.30'da. O okula gidecek. Önünde bekleyen okul sorumlusunun elindeki kare kodu okutacak.

Okulun dışından okutacak, makul süre bekleyecek, ona verdiğimiz birleştirme tutanağının fotoğrafını sisteme yükleyecek. O 180.000 kişiden sabah kalkamayan, tatbikata gelmeyeni en büyük demokrasi savaşında saflarda tutmayacağız.

Onu değiştireceğiz arkadaşlar. Bu işin program çalışması yapılıyor. Birkaç ay içinde hükümet programına, iktidar programına evrilecek parti programını milletimize arz ediyor, son halini onlarla tartışıyor olacağız.

Her yönüyle seçim ve hukuk işleri çalışıyor ama bir şey var: erken seçimin hazırlığı erken olur, erken seçimin adayı erken açıklanır arkadaşlar. Biz 2014, 18 ve 2023 seçimlerinde adayı çok geç açıklamanın, son anda açıklamanın maalesef hele son tecrübede uzunca yıllar, 2 yıl 3 yıl her ay "aday belirlenecek mi" deyip belirleyememenin, ortaya bir somut adaylaşma koyamamanın, "Erdoğan belli, karşısındaki belli değil." denip sürekli bir bilinmezlik, bir belirsizlik üzerinden bu tartışmayı yürütmenin, son süreçte krizler yaşamanın, çözülse de travmasını seçmenin aklında çok yeniyken ondan "bize güvenin, hep birlikte kalabalık da olsak yöneteceğiz." demenin zorluklarını yaşadık.

O öz eleştiriyi yaptık. O kısımlara dönüp de bir şey söyleyecek hiçbir şey yok. Zaten o süreçlerde masum değiliz hiçbirimiz. Ama önemli olan biz milletin karşısına çıktık ve dedik ki: "Biz ders aldık. Biz bir öz eleştiri yaptık ve şöyle yöneteceğiz."

Ben nasıl yöneteceğimizi söylerken cumhurbaşkanı adayı dahil ön seçim yöntemini kullanacağımızı, soruyu bütün üyelerimize soracağımızı ve onların verdiği cevabı baş tacı yapıp sonuçlarına uyacağımızı ifade etmiştim.

Bunun için, bunun için belli bir süredir ne zaman, hangi yöntemle, ne şekilde, hangi tedbirleri alarak bu ön seçimi yapacağımızı yetkili kurullarımızla tartıştık. 40 günde yapılan sayısız toplantıyla, ilkini İstanbul'da yaptığımız kapalı grup toplantımız, Parti Meclisimiz, 2 MYK'mız, nihayet dün son Parti Meclisimiz, son MYK'mızla bir demokrasi şölenini başlatmaya, bir demokrasi devrimi gerçekleştirmeye, adayımızı yerel seçimlerde yaptığımız gibi kazanacak güçte olan adaylar içinden son sözü örgütümüze sormaya eğer 2 aday da, 3 aday da, 5 aday da kazanıyorsa, şartları Meclis grubumuzun kimlerin aday olacağını sadece ve sadece onların belirleme yetkisine bırakmaya ve partimize üye olmuş herkesin gelecek cumhurbaşkanı adayını belirlemede sözünün olacağına, o sürecin başladığına işaret etmiştik. Büyük bir memnuniyetle gününe göre, en az olan günde 16 kat

yoğun günlerde 40 kat fazla online üye kaydediyoruz. Örgütlerimiz 7 gün gece 24'e kadar açık. Cumhuriyet Halk Partisi'nin ilçe ve il başkanlıklarında her gün normal günlerin 20 katı üye kaydediyoruz. Büyük bir heyecanla insanlar "Ben ne yapabilirim?" sorusuna kendi cevaplarını veriyorlar. "Gidip adayı belirleyebilirim, bu iradeyi koyabilirim." diye.

Karşımızdaki iktidar yürüyüşümüzü durdurmak isteyen ittifak ise Kasım 2023'te büyük bir değişimi yaşayan, 31 Mart yerel seçimlerinde 47 yıl sonra Türkiye'nin birinci partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi'nin önünü kesmek için elinden geleni yapıyor.

Tek amacı bu. Bunu ahlaklı bir siyasetle, adil bir yarışla yapmak yerine yargıyı kullanarak, biraz önce saydığım yöntemlerle gazetecisinden siyasetçisine, belediye başkanından meclis üyesine herkesi yargı sopasıyla sindirerek, kimini içeri atarak, kimine yasak getirerek, kimine kayyum atayarak mücadele ediyor ve Cumhuriyet Halk Partisi'ni eski model, sığ tartışmalarla medyada boğmak, "Aday kim olacak? O mu olacak, bu mu olacak? Kriz mi çıkacak? Masadan mı kalkacak?" diyerek Cumhuriyet Halk Partisi'ni ve ondan ümidi olan seçmeni meşgul etmek ve ümitsizliğe sevk etmek istiyor. Bunun için, bunun için biz kararlı adımları atmak için bütün hazırlıklarımızı yaptık.

Her geçen gün bizim daha çok güçlendiğimizi, ilk seçimde tecelli edecek millet iradesinden korktuklarını, rekabetten korkan, kaçan bu iktidarın karşısında cesaretle, dimdik ama bir kişi, iki kişi değil, onun karşısına kimi dikeceksek arkasına önce 1 milyon 600.000 CHP'liyi, sonra da bu sistemden, bu rejimden, bu zulümden, bu açlıktan şikayet eden herkesi dikip

"Hadi bakalım, arkasında biz varız." demeye niyetliyiz ve onun için yola çıkıyoruz.

Geçen hafta Çağlayan'da umut olan fotoğraf, bu hafta pazar akşamı biraz önce gösterdiğim o fotoğraf Türkiye'de umutları, yavaş yavaş körelen, azalan umutları yeniden canlandırmıştır ve önemli bir toplantı yaptık.

Toplantıdan sonunda, pek çok konuyu konuştuğumuz toplantının sonundaki fotoğrafı biraz önce gördünüz.

O gülen yüzlerden bile bir kriz çıkarmaya çalışan bir akıl pazartesi sabahı başladı. Pazartesi sabahı. Ve aslında ne yalanlar!

Birisi bir gazetenin temsilcisi pazar akşamı, pazartesi sabahı ne yalanlar! "Dün akşam Mansur Yavaş masadan kalktı, kavga ettiler, şunu dediler, bunu dediler." Yandaş basın. Bugün sabah dahi yine bir saygın televizyon kuruluşu "Efendim, Mansur Yavaş dün akşam her şartta, her durumda aday olduğunu söyledi." Krize bak. Biz fotoğrafı çektiriyoruz, çektiren biziz, çeken belli. Orada olmayanlar nereden, nasıl "Yeniden bu umudu söndürürüz? Yeniden bu kabaran, yükselen duyguları dindiririz? Yeniden yükselen bu erken seçimle ilgili heyecanı dizginleriz?" diye yalana başvuruyorlar.

Şimdi, şimdi o konuşmayla ilgili, o günkü durumla ilgili net olarak her iki başkanım da nasıl o gün fotoğrafı paylaştık, hızla birbirlerinden, ikisi birden aynı fotoğrafı paylaşıp o duyguyu paylaştılar.

Başkanlarımızla yaptığımız o görüşmede vardığımız sonuçları birinci ağızdan partinin Genel Başkanı olarak ben söylüyorum. Mansur Bey'le de biraz önce görüştük. O da yılmış bu iki gündür dezenformasyondan. "Siz anlatın. Ben de Genel Başkanımızın söylediklerini bizzat teyit edeyim. Bu kara propaganda bitsin." dedi.

Şimdi o gerçekleri konuşma vakti. O görüşmede, bir: partinin başarısı için herkesin elinden geleni yapacağı, parti kararlarına uyacağı ve milletimizin hayal kırıklığına uğratılmaması noktasında çok hassas bir sürecin yürütülmesi gerektiği konusunda tam mutabakat sağladı. İki: Türkiye'ye umut olmuş iki ismin ön seçim yarışına girerek birbirini yıpratmaması konusundaki talep ve öneriyi konuştuk ve bu konuda fikir birliğine vardık.

Sayın Mansur Yavaş, Cumhurbaşkanı adayının belirleneceği ön seçime girmeyeceğini bize bildirdi ve şu cümleyi kurdu, bunun bilinmesini istedi: "Hepsi bizim partililerimiz, bizim üyemiz. Elbette onların verecekleri karara ben de saygılıyım, hepimiz saygılıyız." Ve üç: ön seçim süreci dahil tüm bu süreçlerin hep birlikte ortak akılla yürütülmesi, bundan sonra daha çok bir araya gelinmesi konusunda hemfikiriz.

Amacımız net. Yargı sopasıyla karşımıza dikilenlere karşı, içimizi karıştırmaya çalışanlara karşı hep birlikte dimdik duracağız. Partide bir kaos arayanlar, devlet imkanlarıyla karşımıza dikilip önümüzü kesmeye çalışanlar avuçlarını yalayacaklar.

Benim için en büyük kazanım yıllardır CHP'yi hiziplerin, ayrışmaların, kavgaların merkezi gibi gösterenlere inat her iki Belediye Başkanımızın da göstermiş olduğu birlik ve beraberlik görüntüsüdür. Bu öylesine bir görüntü değildir, suni bir görüntü değildir.

Bu samimi, ahlaklı ve milleti merkeze alan bir tutumdur. Partimizin bir ve beraber, bu birlik görüntüsünün bozulmaması için her iki başkanımızın da olağanüstü çabalarına ben buradan hem Mansur Başkan'ın hem Ekrem Başkan'ın birbirleriyle kurdukları samimi abi kardeş ilişkisine ve "Milleti kurtaralım da ne olacaksa olsun." yaklaşımlarına yürekten teşekkür ediyorum.

Ve son olarak, dün Parti Meclisimizde, ardından Merkez Yönetim Kurulumuzda ön seçim süreciyle ilgili nihai kararı vermiş durumdayız. Belirlenen seçim takvimine göre 11 Şubat 2025 bugün kararın alınması ve ilanıyla birlikte takvimin 1. günüdür.

Takvimin tüm detaylarını Seçim ve Hukuk İşlerinden sorumlu Genel Başkan Yardımcımız kamuoyuyla bir özel basın toplantısıyla paylaşacaktır. Ancak ben iki kritik tarihe dikkat çekmek isterim. Bunlardan birincisi 28 Şubat cuma günü saat 17.00'ye kadar Türkiye'yi yönetecek bir sonraki Cumhurbaşkanı'nın belirleneceği ön seçimin seçicisi, seçmeni olmak isteyen Türkiye'nin başta bütün gençlerini harıl harıl partiye online kayıt olan bütün gençlerini ve Türkiye'nin bütün demokratlarını, Büyük Türkiye İttifakı'nın, Cumhuriyet Halk Partisi'nin adayını belirlemekte görev almak üzere baba evine gelmeye, kaydolmaya ve yapılacak seçimde oy kullanmaya davet ediyorum.

Aldığımız karar gereğince Cumhurbaşkanı adayımızı 23 Mart Pazar günü yapılacak ön seçimle belirleyeceğiz.

Hayırlı uğurlu olsun. Buradan, buradan Sayın Erdoğan'a sesleniyorum: İçimizi karıştıramayacaksın! Birlik ve beraberliğimizi bozamayacaksın! Yargı aparatlarıyla önümüzü kesemeyeceksin! Bizi yenmenin tek yolu sandıkta yenmektir. Seni rekabete, namuslu bir yarışa korkmadan karşımıza çıkmaya davet ediyorum. Salon adamı Erdoğan, halkın adayı karşında olacak. Sana meydan okuyoruz. Yönetemediğin ülkeyi o yönetecek, biz yöneteceğiz. Krizi bitirecek, zaferi getireceğiz.

Meydanlara çıkmaya, Türkiye İttifakı'nı meydan meydan büyütmeye, bir olmaya, birlikte olmaya, hiç ayrılmamaya, Türkiye İttifakı'nı kazandırmaya, Türkiye'yi kazandırmaya kararlıyız.

Kaynak:Halk TV Haber Merkezi