Diyanetin din görevlisi, Diyanet’i anlattı - 2
Vatandaşa sabır dileyenler sefahat sürüyor

Diyanetin din görevlisi, Diyanet’i anlattı - 2  Vatandaşa sabır dileyenler sefahat sürüyor
Diyaneti ilk kez Diyanet’in içinden biri anlattı. Yunus Emirhan Kılıç. Kılıç, 13 yıl önce başlamış Diyanet’e. Öncesinde İslam tarihi ve sanatları üzerine yüksek lisansı, daha da öncesinde İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde lisans eğitimi var.

Tabii her şey fakültelerde öğretildiği gibi olmuyor hayatta. Bu hepimiz için geçerli aslında. Yunus Emirhan Kılıç da bu çelişkiyi fazlasıyla yaşayanlardan. Ama kabullenmemiş. Önce mücadele etmiş fark etmeye başladığında. Bu sefer de mobbing, soruşturma, tehdit…

Sonunda konuşmaya karar verdi. O süreci de çok kısaca dünkü yazımda kaleme almıştım. İtirazlarına çıkış noktası, aslında konuşmasında ortaya çıkıyor. Diyanet yönetimine seslenirken kurduğu şu cümlede; “Siz kürsülerden Hz. Peygamberin hayatını anlatıyorsanız, İslam’dan bahsediyorsanız, Hz. Ömer’den bahsediyorsanız o zaman önce anlattığınız şeyi kendiniz yaşayacaksınız”

Kılıç’a göre vatandaşa sabır dileyenler kendileri sefahat sürüyor.

“Aynı lojmandaki 3-4 müftü muavininin ayrı ayrı makam araçları var”

Yaşadıklarını şöyle anlatıyor Kılıç, “Şu anda fırsat eşitliği dibe vurmuş durumdadır, adaletsizlik aynı şekilde. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın maalesef mevcut durumu Diyanet İşleri Başkanlığı’nı tartışılır hale getirmiştir. Bu aslında Diyanetin, Diyanet gibi önemli bir kurumun, müessesenin suçu değil bu kurumu idare edenlerin beceriksizliğidir. Bakın ben Kadıköy’de görev yaptım. Hala da yapıyorum. Küçücük bir camide yıllarca bir imam, bir müezzin idare edilen bir camide, aniden kadrolar ikiye, üçe, dörde çıkartılmış durumdadır. Madem kadro ihtiyacı var, madem personel ihtiyacı var Kadıköy’ün göbeğindeki mahalle camiine bu kadar kadro yığılacağına bunların Anadolu’da taşrada her nerede, nerede ihtiyaç varsa oralarda istihdam edilmesi lazım değil mi? Göreve başladığım zaman İstanbul müftülüğünde bir müftü 4 müftü muavini vardı. Şu anda bir müftü 11 müftü muavini var. 6 tane şube müdürü, 6 tane şef var. Ne yapıyor bunlar efendim? Bir lojmanda 3-4 tane müftü muavini oturuyor İstanbul’da, 3’ü de 4’ü de ayrı makam arabasıyla İstanbul müftülüğüne geliyor. Aynı lojmanda oturan müftü muavinleri her biri ayrı ayrı makam arabasıyla İstanbul Müftülüğüne geliyor. Bu dinen kamu talanıdır efendim. Ben bunu açık ve net konuşurum kimse kusura bakmasın. Yani devletin verdiği imkanları kanunda kılıfına uydurabilirsiniz. Kanunda bunun kılıfını bulursunuz. Ama siz kürsülerden HZ. Peygamberin hayatını anlatıyorsanız, İslam’dan bahsediyorsanız, Hz. Ömer’den bahsediyorsanız o zaman önce anlattığınız şeyi kendiniz yaşayacaksınız" dedi.

“Camilerdeki Cuma yardımları didik didik incelenmeli”

Camilerdeki Cuma yardımlarının didik didik incelenmesi gerektiğini söyleyen Kılıç şu ifadeleri kullanıyor: “Kullandıkları bu araçların yakıtları, bakımları kısacası tüm masrafları Türkiye Diyanet Vakfı’nın bütçesinden karşılanıyor. Türkiye Diyanet Vakfı’nın geliri nedir? Fitreler, zekatlar, bazı dairelerin kiraları ki kendi personelinden kira alan bir Diyanet Vakfı var. Tabii bağışlanmış dairelerden, kendi personelinden kira alan Türkiye Diyanet Vakfı var. Türkiye Diyanet Vakfı’nın önemli bir gelir kaynağı da camilerden Cuma günleri toplanan yardım paralarıdır efendim. Yıllarca Türkiye Diyanet Vakfı adına camilerden bize yardım toplatıldı. Efendim şu hafta Türkiye Diyanet Vakfı’nın İstanbul şubesinin dini ve hayri hizmetleri için… Ertesi hafta falan filan hizmetleri için… Bu Cuma yardım meselesinin mutlaka didik didik incelenmesi lazım. Ve ibadethanelerin bu rezaletten kurtarılması lazım”

Din görevlilerinin dilenci pozisyonuna düşürüldüğünü söylüyor Yunus Emirhan Kılıç. Üstelik topladıkları o yardımların nereye gittiği bilinmiyor.

“Paranın nereye gittiğini ne toplayan ne yardım eden bilir…”

“Efendim biz topluyoruz, din görevlisi olarak topluyoruz. Camilerde Cuma yardımlarını sayma heyeti vardır. Cami cemaatinden oluştururuz. Bu heyet ile beraber orada yardım toplanır, tutanak altına alınır ve biz topladığımız yardımın miktarını caminin ilan tablosuna asarız. Yardımı da bankalarda müftülüğün hesabına yatırırız. Ama ondan sonra bu paraların nereye gittiğini ne toplayan bilir ne de yardımda bulunan bilir. Açıklanmıyor efendim.”

Hepsi açıklanmasa da aslında bir kısmının nereye harcandığı zaman zaman ortaya çıkıyor. İşte bir örnek;

Müftünün lüks ev merakı

“Şimdi Kadıköy müftüsü olan Ahad Bey, Kayseri Melikgazi’den Kadıköy ilçe müftülüğüne tayin edildi. Şöyle bir bakayım dedim İnternette bir arama tarama yaptım Sorel Bey. Kayseri Melikgazi’de vatandaşın bir tanesi müftülüğe bir ev bağışlıyor. Lojman statüsünde bir ev bağışlıyor. Müftü bey bu evin iç tasarımını beğenmiyor. Ve oraya komple bir inşaata girişiliyor. Apartmanda oturan komşular rahatsız. Bu iş basına yansıyor. İddia edilen rakamlar korkunç o dönemin parasıyla. Kendisine soruluyor ‘Efendim siz bunu nereden yaptırdınız?’ ‘Türkiye Diyanet Vakfı’nın bütçesinden’ diyor. Vakfın bütçesini, vakıf malını birileri oturdukları koltuktan aldıkları güçle kendi saltanatlarına, kendi zevki sefalarına harcıyorlar efendim. Bu İslami değildir, bu ahlaki değildir.

“Vakfın malı deniz yemeyen keriz…”

“Diyanette öyle bir kaymak tabaka var ki, bunlar efendim ‘vakfın malı deniz, yemeyen keriz’ zihniyeti ile affedersiniz kendi bütün harcamalarını o vakıf bütçesinden karşılamaktadırlar. Sahada din hizmetini ifa eden din görevlileri hakikaten Diyanet İşleri Başkanlığı’nın içine sürüklendiği bu durumdan son derece şikayetçi”

“Mahalle camiinin imamının atanmasına kadar siyaset müdahale ediyor”

Aslında tüm bunların temel nedeni siyasetin Diyanet üzerindeki etkisi ve tabii bunun sonucu liyakatin ortadan kalkması. O kültürü, o ahlakı özümsemeyen kişilerin kurumdaki varlıkları.

“Siyaset öyle ima filan değil, direkt müdahale ediyor Diyanet İşleri Başkanlığı’na. Atamalardan tutun kurum içinde yapılan soruşturmaların üstünün örtülmesine kadar. Bir mahalle camisinin imamının, müezzininin atanmasına kadar siyaset maalesef Diyanete müdahale içerisindedir. Siyasetin elini Diyanetin üzerinden çekmesi lazım. Çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı partiler üstü bir kurumdur. Yani, Diyanet İşleri Başkanlığı herhangi bir siyasi görüşün arka bahçesi konumuna getirilemez. Siyasete feda edilemez. Ama maalesef bunun son yıllarda artış göstermesinin sebebini ben kurum içerisindeki bir görevli olarak, personel olarak yine bu kurum içinde yetişmemiş üniversitelerden transfer edilen akademisyenlere bağlıyorum.”

“Kurumu siyasete peşkeş çekiyorlar”

“Bu beyefendiler, üniversitelerde öğrenci yetiştirmesi gereken beyefendiler, kendilerine Diyanet İşleri Başkanlığını adeta bir rant kapısı olarak görmüşlerdir. Üniversitede talebe yetiştirmenin dışında idare tecrübesi olmayan bu kimseler il müftüsü yapılıyor, Diyanet İşleri Başkanı yapılıyor, başkan yardımcısı yapılıyor. Ve bunlar kurum içerisinde kadroları üniversitede kalmak suretiyle görevlendirilerek Diyanet İşleri Başkanlığı’nda vazife yapan kimseler ve neticede bunların belli bir görev süresi var. Bu görev süreleri bittiği zaman dekanlık, rektörlük gibi vazifelere adeta garantiye alabilmek adına kurumu maalesef siyasete peşkeş çekiyorlar”

Personelin kurumun adaletine olan inancı yüzde 15

“Diyanet İşleri Başkanlığı personelinin kurumuna olan adalet güveni anlı şanlı Profesör Mehmet Görmez zamanında yüzde 15 çıkıyor, yüzde 15 düşünün. Bu anket maalesef Ali Erbaş beyin döneminde yapılmadı. Eğer Ali Erbaş döneminde bu anket yapılsaydı eminim ki bu anketin sonuçları daha içler acısı durumda olurdu”

Kurum içi adalete olan inancın zayıflaması personelin yaşam sevincine de etki etmiş. Üstüne bir de psikolojik işkenceyi ekliyor Yunus Emirhan Kılıç. Sonuç; İntiharlar…

“20 yaşındaki bir imam niye kendisini caminin avizesine asar da intihar eder”

“İntihar eden görevli arkadaşlardan bahsettik. Bunlar bir kişi değil, iki kişi değil efendim. Konya’nın Hadim ilçesinde gencecik bir imam kendisini lojmanda, caminin lojmanında asıyor. İntihar ediyor, neden? Hiçbir bilgi yok, bu intiharların nedeni belirtilmiyor. Saimbeyli ilçesine bağlı Cumhurlu köyünde Merkez Camii’nde görev yapan imam, yassı namazından sonra kaldığı lojmana gidiyor ve intihar ediyor. Gelenler genç imamın cesediyle karşılaşıyor”

“İntiharların arkasında personele psikolojik işkence var”

“Erzincan Tercan’da yaşanan, genç bir imamın uğradığı psikolojik işkence neticesinde geçirdiği bir cinnet ile müftülüğün aylık toplantısını basıyor ve orada beş din görevlisini katlediyor. Ve en nihayetinde kendisi de intihar ediyor. Bu konu hep yerel gazetelere yansıdı. Diyanetin yaptığı bir açıklama var, Burhan İşleyen ’in, personelden sorumlu başkan yardımcımız, efendim “arkadaşın psikolojik sorunları olduğu tespit edildi” bir cinnet haliyle toplanan yardım paralarının ilçe müftülüğüne teslimi sırasında çıkan bir tartışma üzerine bu hadisenin yaşandığını anlatıyor. Peki ne oldu, bu olay tüm detayları ile araştırıldı mı? Kamuoyuna bununla ilgili bir bilgi verildi mi? Kurum amirleri personeline büyük mobbing uygulamaktadır efendim. Psikolojik işkence yapmaktadır. Personelini muhatap alan yok, dinleyen yok. Bu sıkıntıları anlatamıyoruz, iletemiyoruz. Hal böyle olunca da efendim işte kurum bu halde. Adalet yerlere düşmüş durumda, liyakat yerlere düşmüş durumda, özellikle Anadolu’nun köylerinde işte bu intiharların bence arkasında yatan neden bu. Yani din görevlilerine uygulanan psikolojik işkence…”

“Birilerinin kendini feda etmesi gerekiyor…”

“Biz şuna inandık. Rızkı veren Allah’tır, bizi yaşatan Allah’tır. İman bir iddiadan ibarettir. İnandığını iddia edenler Allah’a güvenmek zorundadır. Ben 13 yıllık devlet memuruyum. Ne arabam var ne evim var. Banka hesaplarım araştırılsın sadece borcum var. 13 yıldır zaten bu haksızlıklara karşı çıktığımız için devamlı soruşturmalar geçirdik. Devamlı kurum amirleri tarafından itildik, kakıldık, horlandık. Maalesef birilerinin kendini feda etmesi gerekiyor bazı yanlışların düzelmesi için”

Jakuzili otellerde seminer keyfi, üstüne de harcırah

“Kaymak yiyen tabaka yönetimden istifayı beklemeyebilir. Kimdir o kaymak yiyen tabaka Antalya’da 5 yıldızlı otellerde çalıştay, seminer, konferans adı altında, seçip belirlenmiş ve oraya tatile gönderilmiş bir ekip var. Bunlar belirleniyor, belli isimler efendim. Bunlar çalıştay, seminer, konferans adı altında Antalya’nın, Alanya’nın 5 yıldızlı lüks otellerinde, beach otellerde, açık büfeli, jakuzili, saunalı, havuzlu otellerde bu beyefendiler ağırlanıyor. Yetmiyor bir de üstüne kaldıkları her gün için harcırah alıyorlar. Hem tatil yapıyorlar seminer adı altında, hem de harcırah alıyorlar. E tabii bunların bir şikâyeti olmaz efendim”

“Lüks otellerde bu millete dua edenlerden şikayetçiyim”

“Ben şikayetçiyim efendim. Ben her sene milletin ve devletin sırtından bedava hac, umre yapıp yüksek harcırahlar alıp, lüks otellerin localarından bu millete dua edenlerden şikayetçiyim efendim. Her sene aynı kişiler hacca gidiyor. İmamları, müezzinleri sınava sokuyorlar, orada hacıların, umrecilerin yükünü çeken, cefasını çeken, onlara hizmet eden emekçi din görevlisi meslektaşlarım var. Onlara bir şey demiyorum. İmamın, müezzinin bir kabahati, kusuru yok. Onlar zaten bir sınava sokuluyor, o sınavın ücretini de veriyorlar. O sınavda başarılı bulunanlar belli kriterlere tabii tutuluyor ve belli yıl şartlarına göre hacca, umreye gönderiliyor, buna bir şey demiyorum.”

“Beytullah’ı arpalığa çevirdiler”

“Diyanetin merkez teşkilatında Genel Müdür, Daire Başkanı, Başkan Yardımcısı…. Efendim bu adamlar Beytullah’ı arpalığa çevirdiler. Yani siz orada olmazsanız bu milletin haccı olmayacak mı? Hac insana ömründe bir defa farzdır, İslama göre… Ama bu adamlar her sene hacca gitmeye, umreye gitmeye ant içmişler yani alışkanlık olmuş çünkü para alıyorlar efendim.”

“Para almasalar hacca gitmezler”

“Yüksek paralar alıyorlar. Ek göstergesine göre devletten harcırah alıyorlar. Bir kuruş para almayacak olsalar veya kendi paraları ile hacca gidecek olsalar hadi gitsinler bakalım iki sene de bir. Kendi paraları ile gidecek olsalar vallahi gitmezler. Yani sen bugün Türk hacıdan, umreciden dünyanın parasını alacaksın, öbür tarafta kendi bürokratlarını, üst düzey maaşlı bürokratlarını ‘irşat ekibi’ adı altında Kâbe’ye abone edeceksin. Ne faydanız var sizin bu millete ya?”

“Atatürk’e alerjileri olduğu çok belli”

“Atatürk’e düşmanlıkları var mı yok mu ben onu bilmem ama bir alerjileri olduğu çok belli Sorel bey. Alerjileri olmasaydı, 10 Kasım’da saat 09.05’te “kenefe gidin, tuvalete gidin” diyen, Mehmet Akif Ersoy’a alenen “serseri” diyen, “keşke Yunan galip gelseydi” diyen birini Diyanet İşleri Başkanı kafasında sarık, sırtında sırmalı cübbesi ile ziyarete gidiyorsa istediği kadar “ben Atatürk düşmanı değilim” desin, samimi bulmuyorum efendim. Ayasofya’da bakara suresinin 114. ayetini okuyor bir tanesi. “Allah’ın mescitlerinde onun adının anılmasına engel olan ve harap edilmesi için uğraşandan daha zalim kim olabilir” ayetini okuyor. Ya sen yıllarca Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı imam olarak çalıştın ve Atatürk’ün kurduğu bu müesseseden maaş aldın. Eğer Atatürk mescitlerde Atatürk’ün adının anılmasına engel oluyorsa sen nasıl oldu da Türkiye Cumhuriyeti’nde imamlık yapabildin. Yani insanlarda yaratmak istedikleri algı, açık değiller, gizli bir düşmanlık var”

“Nisa Suresi’nin 58. ayeti mevcut diyanet yönetimini çarpacaktır”

“O Ayasofya’da o ayeti okuyanlara ben de şu ayeti okuyorum, Nisa suresi 58. Ayet, bu ayet mevcut Diyanet yöneticilerini çarpacaktır efendim. Nisa suresi 58. Ayet mevcut diyanet yöneticilerini çarpacaktır. Ne dediğini söylüyorum;” Şüphesiz ki Allah emaneti ehline vermenizi size emreder” Yani kendi yandaşına, kendi tarikatına mensup olana, kendi ideolojine, kendi hemşehrine, kendi akrabana demiyor. Emaneti ehline vereceksin. Bugün diyanette emanet ehline verilmiyor.”

“Diyanet'e tarikat ve cemaatler yön veriyor”

“Efendim tarikat ve cemaatler etkili ne demek, bizzat onlar yön veriyor. Siz bizzat bir tarikata mensubiyeti alenen bilinen bir kişiyi üniversiteden alıp da Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı yaparsanız daha sonra İstanbul gibi önemli bir yere müftü yaparsanız siz tarikat, cemaat yapılanması Diyanet’te yoktur falan filan bu lakırdıları bırakın. Şimdi ismini vermeyeyim, Üsküdar’ın önemli bir camisi, belli bir cemaatin da merkez üssü olan bir camii, orada yatan mübarek bir zat var onun hatırına caminin ismini vermiyorum, ama dönemin il müftüsü ve bir cemaatin önemli hocalarından birisi istediği adamı oraya imam yapabilmek için caminin grubunu A’dan B’ye düşürüyor. Sırf atayacakları adamın nitelik şartlarına haiz duruma getirmek için. Şu rezalete bakar mısınız? Ve istedikleri adamı atıyorlar. Bir iki hafta sonra A’dan B’ye düşürdükleri camiyi tekrar A’ya yükseltiyorlar. Peki ne oldu dersiniz, bu torpilleri yaptığınız, bu kadar günaha girdiğiniz adamlar ne yaptı dersiniz, gayrı meşru ilişkileri yüzünden ihraç edildi.”

“FETÖ ile mücadele sadece imam ve müezzin bazında yapıldı”

“Efendim FETÖ ile mücadele sadece imam ve müezzin bazında yapıldı. Bakın şu anda Diyanet İşleri Başkanı’nın Özel Kalem Müdürü Hasan Güçlü, rehber ve teftiş kurulu başkanı aynı zamanda bu adam. Bank Asya’ya el konmadan 24 saat önce bankadaki bütün parasını sıfırladı. Bu basına çıktı ben olmayan bir şeyi söylemiyorum. Birilerine biz burada iftira atmıyoruz. Ve bu adam Bank Asya’daki paralarını niye 48 saat değil de 24 saat önce sıfırladı, bu araştırıldı mı? Güya soruşturma açıldı. “Efendim” diyor “basit bir suç, suç unsuru bulunamadı arşive kaldırıldı” diyor, kendisine soruluyor bu. E tabii yani korunduğunuz zaman, kollandığınız zaman dosyaların arşive kaldırılması Türkiye’nin alışık olduğu bir durumdur. Şu benim ağırıma gidiyor çalıştığı yerde iş arkadaşının, birilerine yaranmak için, iftira atarak FETÖ’cü suçlaması ile işine son verilen bir sürü memur var, kamu görevlisi var. Bunların hepsi kamudan ihraç edildi. Bu insanlar ihraç edilirken sen Bank Asya’ya para yatırmış ve 24 saat önce parasını çekmiş sıfırlamış birisini nasıl rehberlik ve teftiş kurulunun başına getirtirsin. Siz bu Diyaneti yönetenlerin FETÖ ile mücadelede samimi olduklarına inanabilir misiniz? “

“Ben bu mücadelenin nesine inanayım”

“2018 yılında TRT Diyanet’te Fethullah Gülen’in sözlerini yazdığı bir ilahi yayınlandı. Darbe sonrası, Fethullah Gülen’in sözlerini yazdığı bir ilahi yayınlandı. Orada alenen görünüyor, ismi yazıyor ekrana da ismi çıkartıldı. Yapılan açıklamaya bakın “Diyanet tarafından, bu kabul edilemez bir hatadır, gerekli personel görevinden uzaklaştırılmıştır” Gerekli personeli görevinden uzaklaştırıyorsun da o yayından sorumlu olan dini yayınlar müdürünü niye görevinden almıyorsun? Yani siz FETÖ ile mücadelede bütün günahı, bütün kabahati garip guraba, taşrada görev yapanlara kestiniz, merkez teşkilatında binlerce lirasını Bank Asya’ya yatırmış, el konmadan önce çekmiş, sıfırlamış adamları yanınızda gezdiriyorsunuz. Ben bu mücadelenin neyine inanayım efendim”

“Cami ve Kur-an kursları cemaatlere peşkeş çekiliyor”

“Camiler ve Kur- an kursları dernek ve vakıflar adı altında bazı tarikatlara, cemaatlere peşkeş çekiliyor. Diyanetteki tarikat yapılanmasının, cemaat yapılanmasının bir altını eşmek lazım. Her caminin bir derneği var, her kuran kursunun bir derneği var. Falan filan camiyi yaşatma derneği. Falan filan kursunu koruyup kollama derneği. Bakıyorsunuz bu derneklerin bir kısmı bazı tarikatların, bazı cemaatlerin kurduğu dernekler. Ve camilerin başına, kuran kurslarının başına musallat olmuştur. Resmiyette Diyanete bağlı ama bu kursların bu camilerin idaresi bu derneklere bağlıdır. Ve orada görevli imam ve müezzinler mağdur edilmektedir.”

“İlk işim İlyas Salman’ı ziyaret etmek olurdu”

“Ben Diyanet İşleri Başkanı olsam ilk ziyaret edeceğim kişi kim biliyor musunuz? İlyas Salman’dır. Neden? Kendisi ile bir gazeteci röportaj yapıyor. Ben bunu internette izledim ve çok duygulandım. Soruyorlar “İlyas bey sizin ateist olduğunuz ile ilgili, Tanrı tanımadığınız ile ilgili bazı iddialar var ne dersiniz?” Efendim söylediği şu cevaba bakın, “beni yaşadıklarım tanrı tanımaz hale getirdi. Ben 7 tane kardeşini yoksulluk yüzünden, fakirlik yüzünden kaybetmiş bir insanım” diyor. Ve “eğer Tanrı’nın olduğunu öldükten sonra öğrenirsem özür dilerim ondan” diyor. Diyanet İşleri Başkanı bu memlekette kafasında sarığı, sırtında sırmalı cübbesiyle Atatürk’e sövenleri ziyarete gideceğine İlyas Salman’ı ziyarete gitsin de HZ. Peygamberin hayatını, İslam’ı ona anlatsın”

“Fırıldak olmaya gerek yok”

“Biz burada açık konuşuyoruz. Bir gün öleceğiz ve Allah’ın huzuruna gidip hesap vereceğiz Sorel bey. Yani bir dakikasına bile hakim olamadığımız bir hayatımız var. Fırıldak olmaya gerek yok”