Sezin Öney
Çok Geren…
Süper Kupa Finali’nin Riyad’da oynanması, iktidarın Ortadoğu’da İsrail ve Suudi Arabistan’ın “büyük barışa” ilerlediği dönemde, hem ziyaret hem de ticaret olarak gördüğü bir projeydi. Ama ABD’nin mimarı olduğu bu “büyük barış” gerçekleşemeden, Hamas’ın 7 Ekim saldırıları gerçekleşti ve Gazze Savaşı başladı. Süper Kupa’nın “hem ziyaret hem ticaret” boyutu ise devam etti: ekonomik kriz döneminde Suudi Arabistan’ın da desteğine ihtiyaç vardı.
İtalyanca’da “Chi troppo tira, la corda strappa” derler; “Çok geren, ipi koparır”…
Suudi Arabistan’daki Süper Kupa Finali maçının iptali, tam da böyle bir durum. 29 Ekim’de, Cumhuriyet’in 100. yılının layıkıyla kutlanmadığı tartışmalarının etkisi, kolay unutan ülkemizde bile hala sürüyor. Geçtiğimiz günlerde, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde tarikat mensubu teğmenlerin, yakalarına Atatürk resmi takmayı reddetmesi tartışmaları yeni gündeme gelmişti ki; Riyad’da Atatürk imgesi üzerine Suudi Arabistan tarafının aldığı tavır, bardağı taşıran son damla oldu.
Ekonomik krizin gerdiği sinirler, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının “dünyanın en kelepir vatandaşlığı” haline gelmesinin gerdiği sinirler, Türkiye’deki düzensiz göç konusunun gerdiği sinirler; liste uzun…
Gerilen sinirler, bir yerde kopacaktı.
Süper Kupa Finali’ne, bu şartlar altında Galatasaray da Fenerbahçe de çıkamazdı. Tüm bu olaylarda şaşırtıcı olan, bütün bunların yaşabileceğini öngöremeyen iktidarın tavrı: o kadar eminlermiş ki, futbol takımlarının güdümlerinde olduğuna, olası bir krizi öngörüp tedbir almamışlar.
Cumhuriyet’in tam da 100. yaşında, ülkenin en önemli futbol olaylarından birini Türkiye dışında; hele de, Suudi Arabistan’da oynatmak, baştan beri kötü bir fikirdi. Ve iktidarın, futbolun ne kadar içinde olduğunu biliyoruz. Süper Kupa’nın nerede oynanacağı kararı da, iktidardan bağımsız alınmış bir karar değil; tam da, iktidarın programladığı bir proje idi.
Süper Kupa Finali’nin Riyad’da oynanması, iktidarın Ortadoğu’da İsrail ve Suudi Arabistan’ın “büyük barışa” ilerlediği dönemde, hem ziyaret hem de ticaret olarak gördüğü bir projeydi. Ama ABD’nin mimarı olduğu bu “büyük barış” gerçekleşemeden, Hamas’ın 7 Ekim saldırıları gerçekleşti ve Gazze Savaşı başladı. Süper Kupa’nın “hem ziyaret hem ticaret” boyutu ise devam etti: ekonomik kriz döneminde Suudi Arabistan’ın da desteğine ihtiyaç vardı.
Tabii, Türkiye dış politikasındaki icra krizlerinden birinin daha doğmasına da, bir kez daha, “Cumhurbaşkanlığı” mı, “Dışişleri Bakanlığı” mı ikilemi yol açtı. Cumhurbaşkanlığı, Süper Kupa konusunun bu kadar içinde gözükmek istemedi; Dışişleri Bakanlığı ise, zaten içinde değildi. Türkiye Futbol Federasyonu da, değil diplomasi; böyle organizasyonu yürütebilecek bir kapasitede değil.
Suudi Arabistan ile “temkinli işbirliği”
Tıpkı BAE ile olduğu gibi, Türkiye’nin Ortadoğu’da örtüşmeyen çıkarları olageldi. 2018’deki Cemil Kaşıkçı cinayeti dışında, 2013’te Suudi Arabistan’ın Mısır’daki darbeye desteği ve Türkiye’nin de Müslüman Kardeşler’in yanında olması, ilişkileri zaten bozmuştu. 2017’de Bahreyn, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’ın, Katar’ı abluka uyguladığı zaman da, Türkiye Katar’ı destekleyince kopuk ilişkiler, iyice dibe vurdu. Taraflar, Libya’da da farklı tarafları desteklediler: Suudi Arabistan, Libya Ordusu’nun Generali Halife Hafter’in yanındaydı; Türkiye, Libya Milli Mutabakat Hükümeti’nin yanında.
Bu ayrışmalar sonucu, 2020’de Türk mallarına fiili Suudi Arabistan boykotu başladı. Türkiye’ye seyahat yasaklandı ve uçuşlar da noktalandı.
Her ne kadar Kaşıkçı suikastinin 2022’de dosyası kapanması, iki ülke ilişkilerinin iyileşmesi “nişanesi” olduysa da, Türkiye ve Suudi Arabistan arasındaki güvensizlik sürüyor. İronik olarak da, Suudi Arabistan tarafında bu güvensizlik…Bugün için, Türkiye ve Suudi Arabistan (ve benzer şekilde, Birleşik Arap Emirlikleri ile de) ilişkileri, “temkinli işbirliği” noktasında.
Birleşik Arap Emirlikleri ile de benzer inişler çıkışlar yaşansa da, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile BAE lideri Muhammed bin Zayed el Nahyan (MbZ) ile daha samimi pozlar vermesi söz konusu olabildi. Suudi Arabistan Kraliyet Prensi Muhammed bin Salman el Suud (MbS) ise, daha soğuk ve temkinli. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ı görüşmeyip bir gün bekletecek, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’a telefonda bağıracak kadar da, “tersleşebilen” MbS, Erdoğan’ın kendisine “katil” dediğini pek unutacak biri değil.
MbS, ABD nezdinde Washington Post yazarı Cemal Kaşıkçı’yı Türkiye’deki Suudi Başkonsolosluğu’nda öldürtmenin “eksi puanlarının” hanesine yazılmasını, ülkesinin Ortadoğu politikasının başlıca adreslerinden birisi haline getirerek engelledi. MbS, bir yandan, ABD ve Batı ittifakıyla, diğer yandan da Çin ve Rusya ile de ilişkileri geliştirdi. “Görüntüsel modernleşme” konusunda Suudi Arabistan’da reformlar yapması da, dünya ile ilişkilerinde “artı hanesine” yazılanlardan…
Temmuz’da “en büyük savunma anlaşması”
Suudi Arabistan, Türkiye’ye de, yatırım yapabileceği ve üzerindeki siyasi gücünü ekonomi yoluyla arttırarak, stratejik dengeleri lehine döndürebileceği bir ülke nazarıyla bakıyor. Temmuz’daki Suudi-Türkiye Forumu’nda 610 milyon dolarlık ticaret anlaşmaları imzalanmış; 2023’te Türkiye’nin Suudi Arabistan’a ihracatı yüzde 600 artmıştı. Mayıs seçimlerinden iki ay önce, Suudi Arabistan’ın Türkiye’nin Merkez Bankası’na 5 milyar dolar yatırması da, açıkça “kazanan tarafı” belirleme hamlesiydi.
Ancak, Temmuz’daki asıl dönüm noktası, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suudi Arabistan ziyaretinde bağlanan Baykar ile savunma endüstrisi anlaşmalarıydı. Bu da, değil Baykar’ın; Türkiye’den herhangi bir şirketin şimdiye kadar yaptığı en büyük savunma ihracatı anlaşmasıydı. Bu anlaşma kapsamında, Suudi Arabistan sayısı açıklanmayan sayıda lazer güdümlü füzeleri olan Bayraktar TB2 SİHA’ları ve Bayraktar’ın Akıncı SİHA’ları da satın alacak. SİHA’lar başta olmak üzere başka silah anlaşmaları da gelebilir.
Öte yandan, 2020 yazında Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin Yunanistan Ordusu’nun Girit Adası’ndaki hava üslerinde ortak tatbikat yaptığını unutmayalım. Bu ülkelerin, Yunanistan ile Doğu Akdeniz’de enerji işbirliği kadar askeri bağları da sürüyor..
Şimdi gelinen noktada ise, “yönetilememiş bir kriz” söz konusu. Ama iktidar, Suudi Arabistan’dan vazgeçemez. Suudi lideri MbS, Türkiye’ye ihtiyacı olmadığı, tersine Türkiye’nin kendisine ihtiyacı olduğu düşüncesi ile hareket ediyor. Ankara’dan da, özür bekleyecektir.
Bakalım Türkiye’de kimlere kesilecek fatura…