'Sadık Albayrak neden istifa etmedi' sorusu cevap buldu

'Sadık Albayrak neden istifa etmedi' sorusu cevap buldu
Barış Terkoğlu, bugünkü yazısında 'Sadık Albayrak neden istifa etmedi' başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Cumhuriyet gazetesi yazarı Barış Terkoğlu, bugünkü yazısında Berat Albayrak'ın istifasının ardından baba Sadık Albayrak'ın AKP'den neden istifa etmediğine ilişkin yazdı. Terkoğlu, "Berat Albayrak’ın istifasının ardından babası Sadık Albayrak’ın da AKP’den ayrıldığı asparagasını duyunca aklıma geldi. “Bu zaten mümkün değildi” dedim" görüşünü savundu.

Terkoğlu'nun yazısı şöyle:

"İkisi de İslamcı hareketten gelmekle, yakın dost ve tabii dünür olmakla birlikte Erdoğan ve Sadık Albayrak tartışmasız iki farklı eğilimi, iki farklı yolu, iki farklı kaderi temsil ediyor.

İlk akla gelen malum…

Sadık Albayrak, bütün siyasi denemelerinde başarısız oldu. 1977 yılında MSP’nin Trabzon, 1991 ve 1995 seçimlerinde ise Refah Partisi’nin İstanbul adayı olsa da kazanamadı. 1999’da Fazilet Partisi’nden aday oldu ama partisine kızıp çekildi. Öte yandan Erdoğan ise onun aksine bir siyasetçinin ulaşabileceği tartışmasız en yüksek noktalara ulaştı.

Buna karşın Sadık Albayrak, fikir hayatına Erdoğan’dan çok daha derin izler bıraktı. Geçen yıl çıkan “41 Belge Işığında Eski İstanbul’da Sosyal Hayat ve Çevre” 46. kitabıydı. Erdoğan ise kitap yazmak bir yana, zamansızlıktan ancak kitap özetleri okuyabildiğini söylemişti.

Sadık Albayrak, 22 yaşında Sultanahmet Camii’nde vaaz veriyordu. Osmanlı arşivlerinde ya da sahaflarda belge karıştırıyordu. Tayyip Erdoğan ise okuldan arta kalan zamanda ya futbolla ya da teşkilatçıkla vaktini geçiriyordu.

Sadık Albayrak uzun yıllar kendisini yalnız “İslamcı” olarak konumlandırdı. 1971’de çıkan ilk kitabının adı “Sömürüye karşı İslam”dı. Erdoğan ise aktif siyasetin içinde İslamcılıktan muhafazakar demokratlığa, milliyetçilikten küreselciliğe kadar değişik tonlar taşıdı.

Silivri cezaevinde yattı

Ortak noktaları da var. İkisi de hapis yattı. Ama farklı nedenlerden, farklı şekillerde. Sadık Albayrak “Hilafet ve Halifesiz Müslümanlar” kitabında şeriat propagandası yaptığı gerekçesiyle 1981 yılında 163. Maddeden ceza aldı. Darbe sonrasıydı ama o dönem fikir suçları bugünkü kadar uzun değildi. Silivri Cezaevi’nde 9 ay kaldı. Erdoğan onu yalnız bırakmadı. “Tayyip Bey her gelişinde mutlaka birkaç paket Silahlı Kuvvetler sigarası getirirdi” diye anlatıyor Albayrak o günleri. Erdoğan ise 1997’deki miting konuşması nedeniyle “halkı kin ve tahrik” suçundan Pınarhisar Cezaevi’ne girdi. O dönem de siyasi suçlar da uzun değildi, 4 ay kaldı.

Koşulları da farklıydı. Erdoğan’ın koltuk takımından beyaz eşyasına, mektuplarını yazan sekreterinden işlerini gören yardımcısına kadar her şeyi vardı. Sadık Albayrak ise iki küçük çocuğu dışarıda, eşi üzüntüden tüberküloz, ekonomik olarak zor şartlarda altında hapis yattı.

Sadık Albayrak Milli Gazete’ye kökten bağlıydı. 1979’dan başlayan köşe yazarlığı, uzun yıllar, yöneticilik dahil sürdü. Erdoğan ise Milli Gazete’yi dağıtıyordu. Ama aklındaki projenin Milli Gazete ile olmayacağını biliyordu.

İki isim iki eğilimi temsil etti

Erdoğan’la farklı yollar, farklı yöntemler izledi. Yazı yazmayı, fikir kavgası vermeyi, doktrin savunmayı, kürsüde bağırmayı biliyordu. Ama pragmatizmi bilmiyordu. Bu nedenle iki isim Erdoğan’ı iktidara götüren 90’lı yıllarda karşı karşıya geldi.

İstanbul’da Belediye Başkanlığı’na hazırlanan Erdoğan, “Yenilikçiler” adıyla anılan hareketin tohumlarını atar şekilde partinin vitrinine Gülay Pınarbaşı gibi mankenleri ya da Filiz Ergun gibi magazinel isimleri koymuştu. Sadık Albayrak, 1994’te Ruşen Çakır’a verdiği röportajda, “Televizyondaki öpüşme sahnelerinden bile rahatsız olan aile yapımız nedeniyle bu kişilerin geçmişleri toplumu rahatsız eder” dedi, “Tabanın bütün beklentisi İslamdır, bunların bu görüntüsü İslam değil ki” sözleriyle Erdoğan’ın açılımına tepkisini dile getirdi. Öyle ya, Şule Yüksel Şenler gibi genç kızlara tesettür modeli olmuş radikal bir ismi, İsmailağa Cemaati şeyhi Mahmut Hoca’dan izin alarak gazeteye getiren oydu. “Sarı papatyalar”la verilen fotoğraf ona göre değildi. Erdoğan ona küsmedi. Aksine alttan alan, yumuşak bir üslupla yanıt verdi.

Orada kalmadı…

Bu Yenilikçi-Gelenekçi gerilimi Erdoğan-Gül-Arınç’ın Milli Görüş’ü böldüğü dönemde de sürdü. Albayrak, Yenilikçileri zaman zaman “davanın şuurunda olmamakla” eleştiriyordu.

“Gelenekçi kanatta” denilen Albayrak’ın köktenciliği Erbakan’a göre bile arkaikti. Hayatın gerçekleri ile örtüşmüyordu. Belki de bu yüzden fikir adamı olarak hep önde, siyaset adamı olarak hep arkada tutuldu.

Ancak Erdoğan bütün fikir ayrılıklarına rağmen Albayrak’ı hep yanına aldı.

Erdoğan, “Kendisinin Mercan’da cuma cemaatindendim. Onun çabaları, onun araştırmaları, onun eserleri sayesinde, geçmişin aslını, geleceğin tasavvurunu idrak ettik” diye anlatıyordu Albayrak’ın hayatındaki yerini. Elbette İmar Müdürü yapamaz, İSKİ’nin başına getiremezdi. Albayrak’ı İBB’de kültür danışmanı yaptı. Söylemini, yöntemini, tarzını farklı kıldığı ama hiç kopmadığı Sadık Albayrak ile 2004 yılında nihayetinde dünür oldu.

Dünür olunca çekildi

Peki Sadık Albayrak’ın “çekilmesi” nasıl oldu?

Onu oğlunun yönettiği Sabah’ta yayımlanan biyografisi aktarsın:

 “Sadık Albayrak, oğlu Berat Albayrak'ın Başbakan Erdoğan'ın kızı Esra Erdoğan'la evlenmesinin öncesinde Milli Gazete'deki yazılarına son vererek yalnızca Yeni Şafak'ta yazmaya başladı.”

Milli Gazete muhalif, Yeni Şafak iktidar yanlısıydı. Milli Gazete’nin lideri Erbakan, Erdoğan’ın lideri olduğu hareketin ne Siyonistliğini ne işbirlikçiliğini bırakıyordu. Yeni Şafak ise Erdoğan’ın girdiği yola erkenden uyum sağlamıştı. İki gazeteye de yazan Albayrak, Yeni Şafak’ı seçmişti.

Devamını yine Sabah’tan aktarayım:

“Albayrak, ‘Başbakan dünürü’ olmasının ardından çok kısa bir süre daha köşe yazarlığını sürdürdükten sonra Yeni Şafak'tan da istifa etti. Albayrak, köşe yazarlığının yanı sıra dünürü olan Başbakan Tayyip Erdoğan'ın başkanı olduğu dönemde başladığı İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ndeki danışmanlık görevini de bıraktı. Usta kalem, istifaların ardından köşesine çekilerek zamanını kitap yazmaya ayırdı.”

Sadık Albayrak’ın "çekilme" hikayesi böyle.

Elbette zaman zaman onu yine kavga ederken gördük. 2010’da polis tarafından durdurulup tartaklandığında Sözcü’ye konuşmuş, Türkiye’de baskı ortamı oluştuğunu, telefonlarının dinlendiğini söylemişti. Sözcü muhabiri “AKP dönemi deyince” “Ne dönemi,  herkes araziye yatmış durumda” diye mevcut yönetime de giydirmişti. Balyoz kumpasında Erdoğan, yandaş-liberal-FETÖ’cü yazarlara “bizi gaza getirmeyin” derken, o bir ekiple birlikte gaza basıp, kumpasa uğrayan askerlerden şikayetçi oldu.  Oğlunun kanalına 2013’te verdiği söyleşide 28 Şubat süreci için “Sadece asker kabahatli değil, sivillerde de kabahat var. Hele dindarlarda daha kabahat var” demiş, tartışma yaratmıştı. 2017’de Trabzonspor Divan Kurulu’nda kürsüye çıkıp “oğlum olmasa sizi boğarlar” diye Trabzonspor yöneticilerine bağırdı.

40 yıl önce olsa

Uzatmayayım…

40 yıl önceki radikal Sadık Albayrak olsa kalemi eline alır, önce oğullarının medyasını kadın programlarından, dizilerinden başlayıp yerden yere vurur, ardından iktidarın gittiği yolla kavga ederdi. Ama o, 2004’ten beri başka bir yolu seçti.

23 Kasım 1982’de, Silivri Cezaevi’nde, yatsı namazından sonra iki oğluna şöyle yazmıştı:

“Kiradan kurtulamayacak, el-alem yanınızdan gazlayıp, geçerken, sizler çamurlu yollardan ıslak ayakkabılarla eve koşacaksınız.”

Tam tersi oldu. Dev medyasıyla, bankalarıyla, o zenginliği yönetmek, belki de Sadık Albayrak’ın “çekilmesinin” sonucuydu.

O gün belki sözlerinin ne manaya geldiğini anlamayan çocuklarına hapiste oluşunu anlatmaya çalışmıştı:

“Okumanın, kitap yazmanın ve fikir çilesi çekmenin babanızı zindana tıkadığına aldırmayınız. İnsanlar hapisten korkarlar. ‘Babamız hapiste’ demenin zor olduğunu biliyorum. Amma siz bunun ne büyük bir şeref, ne yüce bir hizmet olduğunu büyüyünce daha iyi anlayacaksınız.”

Babalarının yaşadıklarının aksine, çocukları, yıllar sonra önce ellerindeki medyayla karalayan, ardından ellerinin altındaki yargı üyeleriyle tutuklayan dev bir mekanizma yarattı.

Kuşkusuz bu da onun “çekilmesi”nin bedeliydi.

Sadık Albayrak’ın, Sabah’ın tabiriyle “dünürlüğün ardından” çizdiği yol, “istifa” kelimesini bile anlamsız kılıyordu.

Turgenyev’in romanda söylediği gibi:

"Zaman bazen kuş gibi uçar gider, bazen sümüklü böcek gibi ilerler; ama insanın en çok hoşlandığı, onun çabuk mu yavaş mı geçtiğini fark etmemesidir."

Zaman; yavaş ya da hızlı, çoktan geçti, gitti."

Yazının tamamı için tıklayın