Diyanetin "yüzde 25" açıklaması: Para mı iman mı?

Diyanetin "yüzde 25" açıklaması: Para mı iman mı?
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'ın "Gençlerimizin yüzde 25'inin imam hatiplerde okumasını istiyoruz" sözleri çok konuşuldu. Peki bu açıklamanın satır aralarında ne var? 18 yıllık AKP politikaları bize neyi işaret ediyor?

Analiz: Ali Isıyel

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın ortaokul ve liselerde okuyan gençlerin yüzde 25’inin imam hatiplerde okumasını istediğine ilişkin sözleri geçtiğimiz hafta sosyal medyada ve kamuoyunda en çok konuşulan konulardan biri oldu. Sosyal medyada #diyanetkapatılsın etiketiyle binlerce paylaşım yapıldı.

Peki imam hatiplerin başarı sıralamalarında en sonlarda yer almasına ve toplumun geniş bir kesimi tarafından bu söylemin tepki çekeceği bilinmesine rağmen Erbaş neden böyle bir açıklama yaptı? Kuşkusuz bunu yalnızca siyasi bir eksene oturtmak en hafif tabiriyle naifliktir. 

Siyasal İslâm ideolojisinin, neoliberalizmle kol kola gittiğini yıllarca görmüştük. AKP’li ilk yıllarda birçok özelleştirme art arda gündeme gelmiş ve o yılların ‘mottosu’ dönemin Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’dan Tekel özelleştirmesi tartışmalarında 2003 yılında dillendirilmişti; “Babalar gibi satarım”[1]

Unakıtan, o yıllarda adeta gelecek yılların habercisi niteliğinde AKP'nin politikalarını özetleyen sözleriyle gündeme sık sık geliyordu. Şeker fabrikaları için söylediği, "Kâr edeni de zarar edeni de satacağız"[2], TÜPRAŞ için söylediği, "Parayı veren düdüğü çalar. TÜPRAŞ'ı Ruslara satar mısın diyorlar, satarım arkadaş", PETKİM için söylediği "Ülkenin işgâl altına girdiğini söylüyorlar, gelsinler işgâl etsinler", limanlar için söylediği "Ne banka bırakacağız, ne fabrika ne de işletme... Liman da bırakmayacağız. Hepsini satacağız."[3] sözleri hâlâ dün gibi hafızlarda.

AKP, Unakıtan’ın bu sözlerini destekler nitelikte her dönemde sermayeyi kollayan politikalarla hareket etti. Son olarak koronavirüs salgını için açıklanan ekonomik paketin dumanı hâlâ tütüyor. AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, paketi açıkladıktan sonra dinleyiciler arasında olan ve aynı zamanda Varlık Fonu Yönetim Kurulu üyesi olan Rıfat Hisarcıklıoğlu’na yönelik “Neşen yerinde,” demiş ve ekonomik paketin aslında emekçinin değil patronların yararına olduğunu kendi ağzıyla itiraf etmişti.

Birkaç gün önce özel okulların fiyatlarına gelen zamlar gündem olmuştu. Korona günlerinde eğitime ara verilmesi üzerine ücretlerde iade talep eden veliler, okullardan ret yanıtları almış ve duruma isyan etmişti. Habertürk’e demeç veren Özel Okullar Derneği Başkanı Nurullah Dal, “Fiyatlar eleştiriliyor, yüksek deniyor da kime göre neye göre yüksek. Göreceli bir kavram.” ifadelerini kullanmış, sonra da “Velilerin özel okullardan fedakarlık istemesi ne demek? Hizmet alıyorlar ve para veriyorlar. Ne demek fedakârlık. O zaman bütün alışverişlerde bunu söylemek lazım. Devlet okulu değiliz biz” diyerek zamları savunmuştu.

Bazı okullardaki ücretlerin geçen seneye göre karşılaştırılması

Bilfen Okulları'nda öğrenim ücreti 2019 yılı için en yüksek 51 bin 700 TL olarak belirlenmiş ve yemek ücretlerinin ise 3 bin 100 TL ila 5 bin 850 TL arasında olduğu açıklanmıştı. Bu yıl ise aynı okulun en yüksek yıllık ücreti 67 bin 260 TL olarak duyurulurken, yemek ücreti yıllık 7 bin 900 lira olarak belirlendi.
ENKA Okulları'nda ise liseye kayıt ücreti, geçtiğimiz yıl yıllık 83 bin 415 TL iken; bu yıl İNDİRİMLİ olarak 30 Haziran'a kadar kayıt yaptırılması koşuluyla 93 bin 967 TL olarak açıklandı.

Yıllarca “İmam hatibe çocuğumu göndermem" diyen orta sınıf seküler kesim Ali Erbaş’ın açıklamalarıyla daha da tedirgin oldu. 

Erbaş'ın açıklaması neden tesadüf değil?

Çocuklarını imam hatiplerde okutmak istemeyen ve bunun için şartlarını sonuna kadar zorlayacak olan insanlar düşünülünce, Ali Erbaş’ın açıklamasının bu dönemde gelmesi tesadüf değil, aksine klasik bir AKP politikasıdır. Özel okullara gücü yetmeyen aileler ise adeta seçeneksizliğe mahkûm ediliyor.

AKP’nin geleceğini, patronların geleceğinden ayrı görmemek gerekiyor. Bulunduğu kabın şeklini alan kapitalizm, sisteme yönelik gerçek bir dirençle karşılaşmadığı sürece değişik kıyafetlerle karşımıza çıkmaya devam edecek.

Bu noktada sorun; AKP’nin varlığı sorunu değil, onun koruduğu sistemin devamlılığı sorunudur. Camilerden önce AVM’lerin açılmasının altında yatan refleks de tam olarak budur.