Mustafa K. Erdemol

Mustafa K. Erdemol

'You Can Touch This'

İngiltere Başbakanı Boris Johnson’un şaşkınlığını anlayabilirim; uluslararası bir toplantıda hiç beklenmedik bir anda omzuna dokunulmasına, ardından da dokunanın bir devlet başkanı oluşuna aynı anda şaşırması doğal. Başına sanırım ilk kez geliyor Johnson’un.

AKP Genel Başkanı’nın arkadan gelip Johnson’un omzuna dokunduğu o anı gördüğümde aklıma “dokunulan” ile “dokunan” arasındaki duygusal bağın güçlü olduğu teorisi geliverdi. Eğer bu bağ güçlü değilse dokunma eylemi diğerinin rızası dışında yapılmış sayılır ki dileyen bu durumda karşısındakini dava da edebilir. Batıda var örnekleri. Ancak tabii ki biz Erdoğan ile Johnson’un arasında “güçlü bir bağ” olduğuna inanıyoruz. Bizden daha çok AKP Genel Başkanı inanıyor.

Şifa niyetine

Her kavramın, nesnenin “kültür tarihi” var elbette. Dokunma’nın da tabii. Yıllar önce edindiğim Dr. Tiffany Field’ın, Touch adlı kitabından aklımda kalan kimi şeyler var. Dokunmanın binlerce yıldır şifa amacıyla kullanıldığını bu kitaptan okudum örneğin. Field buna örnek olarak MÖ 1553 tarihli Ebers Papirüsü’nde dokunarak şifa dağıtıldığına ilişkin bilgiler olduğunu söyler. Ciddi bir işmiş bu. MÖ 400 yılında Yunanistan’da bu şifa dağıtıcılarına "kheirourgos" denirmiş. Bugünkü “cerrah” kelimesinin kökeni de bu sözcüktür. Elle, yani dokunarak şifa dağıtanların en ünlüsü de Romalı Galen tabii ki.

Asıl şaşırdığım, Hristiyanlarınki dahil kutsal kitaplarda iyileştirmenin bir yolu olarak dokunmayla tedavinin önerilmesine rağmen batı toplumlarının dokunmaya hayli uzak durmaları. Pek sevmezler gerçekten. Oysa Field kitabında pek çok kültürde dokunmanın çok önemli olduğunu belirterek, bazı kültürlerde erken yaşlardan itibaren yaşları ne olursa olsun “ten tene” değecek biçimde bir süre yaşandığını söyler. Batılılar da herhalde biliyordur bunları. Ama ne olduysa, sonradan hayli itici bulunmuş birine nedensiz dokunmalar.

Diplomatik anlamı da var

Yani “temassız kültür”ün bir figürü olarak Johnson’un, “temaslı kültürler”den gelen Erdoğan’ın dokunmasıyla kısa süre şaşkınlık geçirmesi normal. Johnson daha çok göz teması kurma alışkanlığı yüksek bir toplumun mensubu ne de olsa. Hayli geniş bir coğrafyada yani Ortadoğu’da, Latin Amerika’da, Güney Avrupa’da yaygın olan dokunma ediminden batının uzak durmasının nedenleri nedir bilemem ama Erdoğan’ın “beklenmedik teması”nın diplomatik alanda bir anlamı var. İngiltere’nin Avrupa Birliği içinde Türkiye’nin AB hedeflerini desteklediği, başta Ermeni sorunu olmak üzere kimi konularda Türkiye’ye fazla çullanmadığı düşünülürse o dokunuş “iki ülke arasındaki iyi ikili ilişkilerin” bir ifadesi.

Ancak AKP Genel Başkanı’nın bunu düşünerek Johnson’a dokunduğunu sanmam. Özellikle uluslararası bu tür toplantılarda “sıcak temas”ın iyi olduğuna, bunun da karşısındakine dokunmakla gösterileceğine inandırmışlar her nasılsa Genel Başkan’ı. Bazen bu tür “sıcak” görünme çabalarında son derece yadırgatıcı tutumları olduğunu da belirteyim. Örneğin, sanırım partisinin grup toplantılarından birinde dönemin ABD Başkanı Barack Obama’dan söz ederken, “Obama ile konuştum. Sesini de özlemişim” demesi bunlardan biri. Tüm bu şahsiyetleri “arkadaşı” sanmak, seçmenlerine de bunu kavratmak gibi bir çabası var. Tabii ülkenin her şeyi ya da tam anlamıyla, ülkenin bizatihi kendisi olduğu için bu sözlerin ya da bu tür dokunma benzeri tavırların doğal hakkı olduğuna inanıyor. Pek bir fena bu.

Hayır, en nihayetinde “insani bir durum” bu. Neden dokundu diye çullanılmasından yana değilim Genel Başkan’a. Ancak “temassız kültürel iletişimde” başka biçimlerden haberdar olmaması, örneğin muhatabıyla iki kelam edememesi hoş değil. Kelam eşliğinde bir dokunma da daha güçlü bir imaj bırakırdı. Biden’ın sırtını okşaması da gösteriyor ki, kelam eksikliğini böyle gideriyor Genel Başkan. Haklı tabii, “one minute” ile nereye kadar?

Kültürel kod meselesi

Kelam eksikliği kapatılabilir oysa. Örneğin ABD’de de İngiltere’de de kabul edilen temas biçimi el sıkmadır genellikle. Johnson Fransız olsaydı sorun olmazdı, çünkü Fransızlarda -şaşırtıcı bulunmasın bu– iki yanaktan öpüşmek de yaygındır. Hadi ben olsam enseye tokat dalarım belki ama cumhurbaşkanı dikkatli olmalı. Genel Başkan Kuzey Amerika’da seveyim diyerek bir çocuğun kafasını okşarsa sıkıntı olmazdı. Ama Asya’da kafaya bir tür kutsallık atfedildiğinden bu davranışı saygısızlık kabul edilirdi. Bizim toplumlarda da biliyorsunuz sol elle tokalaşmaya pek sıcak bakmazlar (solakların işi bu anlamda da zor yani) beden temizliğine yüklenen anlamlarla sol el aleyhine yönelik tuhaf bir hijyen takıntısıdır bunun nedeni. Hani taharetlenmek falan. Yani bulunduğu yere, muhatabanın kültürel kodlarına uygun davranmalı kişi, bunu demek istiyorum.

Deli bunlar. Gitmiş incelemişler, insanlar kafelerde ne kadar dokunuyorlar birbirlerine diye. Araştırılan diğer ülkeleri boşverin, Londra’da neredeyse sıfır dokunma tespit etmişler. Yani Johnson’un şaşkınlığını anlayalım diye belirtiyorum bunu. Daha sıcak iklimlerin insanları duygu yoğunluğunu dokunarak iletirlermiş, hani bizim iklimlerden gelen biri olmasa Genel Başkan’ın sıcak biri olduğuna asla inanamam bu arada, belirtmiş olayım. Diyorum ya deli bunlar, bir ülkenin yıllık sıcaklığı ne kadar yüksekse yabancılara dokunma oranı da o kadar yüksek oluyormuş. Bodrum’da şurada burada turistlere –özellikle kadınlara– dokunanlardan iklim suçlu yani.

Danışmanları yok mu Genel Başkan’ın? Bildiğim, hemen her konuda, en uzak oldukları dahil, danışmanlar ordusu var oysa. Hiç mi kimsenin aklına gelmedi İngiltere’nin Oxford Üniversitesi ile Finlandiya’nın Aalto Üniversitesi’nin bu konudaki araştırmalarına göz atmak? İngilizler dokunma/dokundurtma endeksinin en altında bu araştırmalara göre.

Bir daha belirteyim, Erdoğan Johnson’a dokundu diye ayıp ettiğini düşünenlerden değilim. Çünkü fiziksel temas iletişimin yaşamsal unsurlarından biri, abartmamak koşuluyla tabii.

Genel Başkan yine de “yerli/milli” tutumunu başkalarının üzerinde denemekten vazgeçse iyi olur. Hazır her fırsatta “dokunduğu” bir halkı var işte, ne güzel.

Daha ne istiyor ki?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mustafa K. Erdemol Arşivi