Şahin Aybek
Türkiye'nin IQ Seviyesi Düştü Mü?
“Resimden korkan, müzikten korkan çocuklar yetiştiriyoruz. Resimde, müzikte, beden eğitiminde çocuğun çabalarını gören, çocuğu eğitime ısındıran ve onu yetiştiren bir ilişki tarzımızın olması gerek. Çocuklara okulu sevdirelim.”
“Ülkemizde kurumlarda birileri değiştiğinde eski çalışmalar silinebiliyor. Mesela bir ara el yazısı getirildi sonra birdenbire tekrar kaldırıldı. Bunlar olabilir ama böyle bir değişikliği yapabilmek için yurtdışına baktığımızda belki 5-6 sene düşünüyorlar. Denemeler yapılıyor, incelemeler yapılıyor. Ardından yapılıyor bu işler.”
Bilişsel Davranışçı Psikoterapiler Derneği Başkanı Prof. Dr. Hakan Türkçapar ile zeka ve eğitimde ilişki kurma biçimleri üzerine konuştuk.
Sayın Hakan Türkçapar, bugün sizinle önemli bir konuyu konuşacağız. Dünya genelinde 1.691.740 kişiye yapılan zeka testine dayanılarak bir anket, bir sonuç yayınlandı ve Türkiye’nin zeka puanı gerilemişti burada. Hocam, zeka nedir ile başlayalım uygun görürseniz, ardından Türkiye’nin IQ seviyesi düştü mü üzerine konuşalım.
Zekanın temel tanımı: kişinin problem çözme, sorun çözme yeteneği. Bunu oluşturan bileşenler: etrafımızda olanlardan birtakım sonuçlar çıkarmak, bilgiler edinmek, bu bilgileri hatırlamak, bir araya getirmek, bunlarla ilgili daha sonra akıl yürütmek, sonuca ulaşmak, o sonuçları kullanmak. Zeka, bilimsel üretimin temelinde yatan şey. Veri topluyorsunuz, o verileri biriktiriyorsunuz, o verilerden sonuç çıkartıyorsunuz, o sonuçları karşınıza çıkan yeni durumlara uyguluyorsunuz.
Siz bir bilim insanı olarak baktığınızda peki, zeka nasıl ölçülür?
Aşağı yukarı 12 civarı daha prestijli diyebileceğimiz zeka testi var, uygulanması sonucunda bir zeka puanı ortaya çıkıyor. WAIS, WISC-R en bilinenleri bu testlerin. Zekayı oluşturduğu bilinen iki ana bileşen: sözel zeka ve performans zekası. Bu iki bileşeni ölçüyor ama o çoklu zeka kuramına göre aslında sanatsal zeka, mekânsal zeka, hatta bir müzisyeni düşünürsek müzik zekası, bir sporcuyu düşünürsek o spor dalına dönük zeka... çok farklı bileşenleri var.
Mühim olan bizim çocuklarımızla olan ilişkimizde, yapısal, genetik, kalıtsal özellikleri neler, bunları bizim iyi anlamamız gerek. “Çocuğumun sahip olduğu yetenekler neler”e daha çok odaklanmalıyız. Zeka testinin ölçtüğü şey eğitimle de ilgili. Sizin eğitimle ilgili performansınızın aslında çok iyi olup olmadığını gösteriyor.
Peki hocam, zeka değişir mi? Nelerden etkilenir zeka?
Zeka çevresel şartlardan, uyaranlardan etkilenir. Zekayı bir ham güç gibi düşünün, bu ham güç işlenmedikçe gerçek zekaya dönüşmez. Onu dönüştüren şey de çevresel koşullardır, eğitim, beslenme… Dünya ölçeğinde bakıldığında, insanların zeka düzeyi eski nesillere göre yükseliyor. Çünkü eğitim olanakları artıyor, insanların uyaranlara ulaşma imkanı artıyor ve eğitim düzenini sürdürmekte eksikliklerimize rağmen Türkiye’de bile, PISA testlerinde ortalamamız yüksek görünmüyor fakat, artık iletişim olanaklarının artmasıyla birlikte gençler her tür bilgiye ulaşabileceği için aslında tekil olarak çok yüksek performans gösteren Türk gençleri var. Her tohum her toprakta yetişmez, bu çok önemli. Onun yetişeceği iklimi, toprağı bizim oluşturmamız gerekiyor yetişkinler olarak, eğitimciler olarak.
Şunu merak ediyorum tam bu noktada; ırklar, ülkeler, sınıflar arası farklar var mıdır zekada?
Çocuklar çevre koşullarından, çevre şartlarından çok etkileniyor. Zekada genetiğin bir rolü tabii var ama düşündüğümüz gibi değil. Çünkü bütün insanlar olarak aynı kökten geliyoruz. Belli gruplar, belli ortamlar, belli koşulları sağladığında o grup içinde yetişenler zekanın eğitimle eklenen kısmından dolayı öne çıkabilir. Ama bu o grubun yapısından çok yetişme ve öğrenme şartlarından kaynaklanır. Dolayısıyla gerekli öğrenim şartları sağlandığında her çocuk gelişme potansiyeline sahiptir.
Bu anlamda da asıl belirleyici olan genetikten çok yetişme, beslenme koşulları, uyarana maruz kalma, erken yaşta öğrenme diyebiliriz. Şu an görünen farklılıklar ırkın yapısından çok çevresel şartlardan kaynaklanan farklılıklardır.
Bir araştırmaya göre, 0-7 yaş dilimindeki dezavantajlı ailelerdeki çocukların 15 milyon kelime duyduğu, daha avantajlı ailelerdeki çocukların 45 milyon kelimeye maruz kaldığı o aradaki 30 milyon kelimenin de bir şeyleri değiştirdiğine dayalı bir araştırma vardı. O zaman şöyle sorayım, zeka artıp azalır mı?
Zeka öyle çok artıp azalan bir şey değil. Sadece, çocuğun gelişimi esnasında, özellikle çevresel uyaranlara bağlı olarak evet artıp azalabilir. Hiçbir uyarana maruz kalmadan yetişen bir ikiz çocuklardan hiçbir uyarana maruz kalmayan ile uyaran açısından zengin bir ortamda yetişeni kıyasladığımızda ikinci çocuk zeka testleriyle ölçülen birtakım testlerde daha yüksek puanlar alır.
Yapılan araştırmadan hareketle, Türkiye’deki 42.801 kişi test ediliyor ve zeka oranı 1 yıl önceye göre 1.5 puan azalıyor. 2024 yılı IQ istatistiğinde 95.63’e gerilemiş. Sizin Türkiye’nin IQ seviyesi düştü mü sorusuna sizin vereceğiniz yanıt nedir?
Bu tür testlerle bizim zekayı ölçmemiz, zeka kavramını tam anlamıyla operasyonalize edip belirlememiz zor. Ama şu anda elimizdeki olanaklar çerçevesinde bunu en iyi yapabildiğimiz, bu zeka testleridir. İki şey ölçülüyor; ilk olarak çocuğun temel kapasitesi, ikinci olarak ona yüklenen programlar. Uygun bir şekilde bunu yaptığımızda, çocuklara kendi özelliklerine uygun bir eğitim verdiğimizde, hakikaten olumlu sonuçlar elde edebiliriz.
Dediğim gibi zekanın farklı kriterleri var. Yani ben bir çiftçi ya da bahçıvan olarak da farklı bir zekaya sahip olabilirim. Hiçbir zeka türü de birbirine göre altta ya da üstte gibi düşünülmesin. Türkiye’de bazen bizi yöntem olarak engelleyen şey, dünyayı hep hiyerarşi içinde görmemiz. Halbuki biz bir takımız. Bu takım içinde herkese, her şeye yer var. Takım oyununu geliştirmemiz gerekiyor.
Çok teşekkür ederek diğer konumuza geçmek isterim. İlişki kurma biçimi neden önemlidir?
İletişim, ilişki fark etmeyle ve görmeyle başlar. İletişimde tabii ki kendimizi ortaya koymamız çok önemli. Bizim toplumumuzun ya da belli bazı toplumların bir özelliği var. İşin özünü değil de “biz daha şeklen bir şeyler yaparsak onu yakalarız.” gibi. Halbuki o felsefe önemli; o felsefede de bilim önemli. Ama bunun ilk adımı; yani sizin sizde bir sorun olduğunu anlamanız, değişim ihtiyacını anlamanız yenileme ihtiyacını anlamanızla ilişkidir. Bu da insanoğlunun zaten en önemli özelliğidir. Her insan da ilişkiyle kendini bulur. İnsan için en kötü şey, en ağır şey ilişkisizliktir. En ağır ceza hücre hapsidir çünkü orada insanı ilişkilerinden arındırıyorsunuz. Bu, kişiyi yalnızlaştırıcı ve psikolojisini çok olumsuz etkileyecek bir durum. İnsan, ilişki içinde kendini tanır ve var olur. O açıdan kendimizle kurduğumuz ilişki yani kendi kendimizle kurduğumuz ilişki önemli. Sadece birey olarak değil, millet olarak da kendimizle kurduğumuz ilişki önemli. Dünya insanları ve dünya halklarıyla kurduğumuz ilişki de çok önemli.
Bizler hayatta kendimizce çeşitli ilişki biçimleri tanımlıyoruz. Onun bir yansıması olarak okullar açılırken, siz eğitimci-öğrenci ilişkisinin nasıl olması gerektiğini düşünüyorsunuz?
Eğitim bir pratiktir, işi yürütmenin en iyi yoluna uygulamalı bilim diyoruz. Eğitim, uygulamalı bir bilimdir. Yani, “insan nasıl en iyi öğrenir, bir kavram insana nasıl en iyi aktarılır” gibi sorularla uğraşan eğitim psikolojisi dediğimiz bir bilim dalı var. B izim en büyük hatamız, bu modern bilimi kuran kurucu ülke değil de daha çok takipçi ülke olduğumuz için biz bilimi rafta duran bir şey zannediyoruz. “Eğitimde bu gençlere ne öğretmek istiyoruz, nasıl ve ne şekilde en iyi öğretebiliriz?” diye sormalıyız. Burada kişisel kanaatlerden çok bir uygulamalı bilim olduğu için bilimsel yöntemin geçerli olması gerekir. Bir uçakla uçacaksınız o işi en iyi yapan, kurallarına en uyan pilotun olmasını ya da bir kalp ameliyatı olacaksınız en iyi doktorun yani o bilimsel uygulama bilgisine en iyi sahip doktorun ameliyatı yapmasını istersiniz. Aynı şekilde bir eğitimcide aramamız gereken şey nedir: Bilgi birikim nasıl? Eğitimi nasıl yürütüyor, o çocuklara onu verebilecek özellikleri var mı? Biz bunun peşinde olmalıyız. Çünkü siz bunun peşinde olursanız herkes o yönden kendisini geliştirmeye çalışır.
Bizim eğitimde de rasyonaliteyi hedeflememiz gerek. Eğitimde değişiklikler yapılırken, kitaplar yazılırken, müfredat belirlenirken birtakım çalışmalar yapılıyor fakat genel bir dağınıklık söz konusu. Çünkü ülkemizde kurumlarda birileri değiştiğinde eski çalışmalar silinebiliyor. Mesela bir ara el yazısı getirildi sonra birdenbire tekrar kaldırıldı. Bunlar olabilir ama böyle bir değişikliği yapabilmek için yurtdışına baktığımızda belki 5-6 sene düşünüyorlar. Denemeler yapılıyor, incelemeler yapılıyor. Ardından yapılıyor bu işler.
Tabi nihai noktada da hepimiz aynı gemide olduğumuz için de kaybeden hepimiz oluyoruz. Buradaki ana nokta şu galiba, tam da sözünü ettiğimiz neyi ön plana çıkarırsanız insanlar onu önceler. Genel müdürler değişiyor, bakan yardımcıları, daire başkanları… Galiba biz garsonları değiştirerek yemeğin kalitesini değiştirebileceğimizi, daha iyi yapabileceğimizi düşünüyoruz.
Bizim maalesef toplumsal hafızamız zayıf. Tarihle aramız niye kötü, tarihi sevmiyoruz? Tarihi binaları sevmiyoruz, yıkalım yol yapalım diyoruz. Ama bugün bir Avrupa'ya gittiğinizde görüyorsunuz, hani 100 yıllık, 1000 yıllık eserler duruyor, dokunmuyorlar akıllarından geçmiyor ama bizde bu sıfırdan başlama durumunda yıkalım güzel yapalım da o yaptığımızın bir ön hazırlığı pek olmuyor. Böyle olmasa iyi olur diye düşünüyorum.
Eğitimde değişimler ya da toplumsal değişim-dönüşümde çok hızlı hareketler ARGE’ye dayalı olmayan pilot çalışmaların yeterince yapılmadığı çalışmaların maddi manevi ülkeye uzun vadeli çok ciddi zararları oluyor. Aslında az önce manşeti siz verdiniz. Evet, eğitimde rasyonaliteyi hedeflemeliyiz dediniz ama şu soru da uygun olabilir. Eğitimde ilişki kurma biçimleri neden önemlidir? Aynı zamanda gençlerle ilişki nasıl olmalı?
Bizde bu ikilem vardır, eğitim öğretim ikilemi. Hem eğitimdir hem öğretimdir okul. Bazen soruyorlar bize gençler geldiğinde psikolojik açıdan danışma aldıklarında aileler de soruyor. Ben diyorum ki temel lisede hiçbir şey öğrenmese bile orada o topluluk içinde yaşamayı, ilişki kurmayı öğreneceği için örgün eğitime devam etmesini tavsiye ediyorum. Fakat maalesef netice odaklı olduğumuz için öyle zannediyoruz. Neticeye odaklandığımızda belki de o çocuk daha sonra uzun vadede başarısız oluyor aslında. Yani çok kısa vadeli düşünüyoruz.
Bir örnek verirsem çok başarılı okullara gitmiş çocuklar var. Psikolojik sıkıntıyla bize geliyor. O zaman benim sorduğum şey tamam kendine onu hedef olarak koymuş. Oradan sonrası ne? Sonrası yok. Öyle bir hedef konulmuş fakat o hedefin arkasında ideal yok. Bizim ilişkide de o hedefin arkasında bir ideal olması gerek. Bizim bu kavramı vermemiz gerekiyor davranış düzeyinde de, bilgi düzeyinde de, ahlak düzeyinde de, ilişki düzeyinde de çocuğun gelişmesi.
Peki bu hedefe en iyi şekilde nasıl ulaşabilirim? Şimdi, ben eğer çocuğu korkutuyorsam, çocuğa şiddet gösteriyorsam, çocuğu hedef yönelimli yetiştiriyorsam öğretmen için de aynısı geçerli, kaç net yaptın, işte kaç puan aldın gibi, o zaman o çocuk neyi öğreniyor? Kaç puan almak önemli. O puanı nasıl aldığının bir önemi yok. İster kopya çekerek al, ister çalışarak al. Oysaki asıl önemli olan o emeği vermek. Yani çocuklarımızı emek yönelimli, süreç yönelimli yetiştirmemiz gerek, sonuç yönelimli değil.
Kendi öğretim hayatımızı hatırlayalım. En çok hangi dersleri öğrendik, en çok hangi öğretmenleri seviyorsak, değil mi? Resimden korkan, müzikten korkan çocuklar yetiştiriyoruz. Resimde, müzikte, beden eğitiminde çocuğun çabalarını gören, çocuğu eğitime ısındıran ve onu yetiştiren bir ilişki tarzımızın olması gerek. Çocuklara okulu sevdirelim. Benim sıkıntılarım var, benim zaten asabım bozuk bir de çocuğa sabırlı nasıl davranacağım diyenler oluyor. O zaman o gençlere ve çocuklara haksızlık oluyor. O zaman gidelim, biz de psikolojik yardım alalım. Çünkü bizim psikolojik bunalımlarımızın sıkıntısını o genç çocuklara aktarmamak gerekiyor diye düşünüyorum. Onun önünde çünkü 60-70 yıl var.
Hakan Hocam, aslında ilişki kurma biçimimizin toplumsal anlamdaki yansımalarını soracaktım. Ama hazır okullar da açıkken, son olarak ne söylemek istersiniz?
Aslında sizin soruya da çok kısa girebilirim çünkü çok bağlantılı. Aile içinde de toplumda da hedef odaklılığı değil; süreç odaklılığı, ideal odaklılığı ile birlikte hem aile içinde hem toplumsal anlamda öyle yetişmemiz ve yetiştirmemiz gerek. Yani ne olursa olsun neticeyi al, önemli olan o mantığını vermeyelim diyorum. Bu çünkü kısa vadede iyi bir şey gibi görünür ama uzun vadede bize zararı olur. Yine rahmetli Çetin Altan'ın bu tür şeylerle ilgili hiç unutmadığım bir sözü vardır: Diyelim ben size kazık attım, ben size yalan söyledim, ben size kötü davrandım. Zannediyor muyum ki ben bir kazanım elde ettim? Başkası da bana aynı şeyi yapacak. Yani ya toplumca hepimiz kazanacağız ya da hepimiz kaybedeceğiz. Birilerinin kazandığı, birilerinin kaybettiği toplum tipi çok fazla sürdürülebilir değil. Bunu iyice anlamamız lazım.
Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin...