Mustafa K. Erdemol
Tabii ki 'gitsinler' diyecek... Ne diyecek başka?
Zor koşullar altında yaşayan, son derece ciddi fiziksel saldırıya uğrayan, hatta öldürülen doktorların tahammül edilemez koşullar nedeniyle memleketi terk etme noktasına gelmesine malum şahsın tepkisi kendinden beklendiği gibi oldu: “Giderlerse gitsinler”. Yarısından çoğunu sevmediği memleket insanı arasında doktorların da bolca olduğu sır değil. Türk Tabipler Birliği üzerinden yürütüyor nefretini doktorlara, malum. Otoritesine itiraz eden hangi meslek örgütü varsa, ona çattığını, itibarsızlaştırmaya çalıştığını biliyoruz.
Doktorlar için “giderlerse gitsinler” diyen zat bir cumhurbaşkanından çok sahibi olduğu toprağından çekip giden marabalarına tepki gösteren bir toprak ağasına benziyor. Çok önemli bir mesleğin mensuplarının gidişi, toplumun bir kaybı değil, dilerse yerlerini yeni mezunlarla dolduracağı “nankörler”dir zatın gözünde. Bir maraba gider, bin maraba gelir, yani.
O sözcüğü kullanmayı seviyor
Mizahı yapılamayan, sürekli bağıran bir figür olarak hayli sorunu olan bir meslek grubunun içinde bulunduğu durumdan en ufak bir sorumluluk duymuyor zat. Buna kibri engel çünkü. AKP Cumhurbaşkanı kadar “cumhurbaşkanı” olduğunu sık sık ifade eden bir başka cumhurbaşkanına rastlamadım ben. En son geçenlerde bir vesileyle “biz burada devlet yönetiyoruz” demişliği de var. “Ben Cumhurbaşkanı olarak konu mankeni değilim”, “Ben Cumhurbaşkanı olarak ilk aşımı oldum”, “Ben Cumhurbaşkanı olarak elimden geleni sonuna kadar yapacağım”, “Bizler de bu ecdadın varisleri olarak buna sahip çıkıyorsak ben cumhurbaşkanı olarak elhamdülillah.” Seviyor bunu.
2013’te Mavi Marmara olayları nedeniyle İsrail-Türkiye ilişkilerini düzeltmek isteyen dönemin ABD Başkanı Barack Obama ile yaptığı telefon görüşmesini anlatırken “Obama’nın sesini özlemiştim” demesinden utanmıştım, “kırk yıllık kişisel dost” izlenimi verme çabasından ötürü. Çok değil bir yıl sonra “sesini özlediği” Obama, Erdoğan ile yaptığı bir telefon görüşmesinde elinde beyzbol sopasıyla fotoğraflanmıştı. Beyaz Saray “jargonunda” bunun tehdit olduğunu söyleyenler de olmuştu.
“Putin bana dedi ki”
Rusya ile ilişkilerin gergin olduğu 2017’de Katar’a giderken uçakta “Putin benim mert ve cesur olduğumu söylerdi” demiş oluşu ise başka bir felaketti, dile getiren olmadı pek. Kendisine bunu söyleyen herkese inanması bir yana devletlerarası ilişkilerde kişilerin mertliği ya da cesurluğunun çok da belirleyiciliği yoktur. Muktediri “mert ve cesur” bulan, uçağını düşürüp, bir pilotunu öldürdüğümüz Rusya’nın Devlet Başkanı’ydı. Vahim olan, içler acısı halimizi ortaya döken şu; memleketin içinde bulunduğu durum beyefendinin “mertliğine, cesurluğuna” bağlı. Bu laflara inana inana kimseyi dinlemez, kendisinden başkasını tanımaz oldu.
Putin’in “mert, cesur” bulduğu zat, “terör finansörü” dediği BAE’nin ayağına giden, “one minute! Siz adam öldürmeyi iyi bilirsiniz” dediği İsrail’in Cumhurbaşkanını alay-ı vala ile karşılayan zattır. (Bu ülkelerle ilişki kurulmasına itirazım falan yok elbette). Hallerine, hareketlerine, öfkesine ayarlı bir memleket haline geldi Türkiye. O kızınca bozuşuyoruz, öfkesi geçince barışıyoruz ülkelerle. Irak Başbakanı Haydar İbadi'ye ettiği laflar kibrinin zirvesiydi: “Sen benim zaten muhatabım değilsin, seviyemde değilsin, kıratımda değilsin, kalitemde değilsin. Irak'tan senin bağırman çağırman bizim için hiç de önemli değil, biz bildiğimizi okuyacağız, bunu böyle bilesin. Kim bu? Irak'ın Başbakanı. Önce haddini bil” . Küçümsediği İbadi değil, Irak’tı. Bir ülke bu kadar aşağılanmazdı. Ayrıca “kıratımda değilsin” dediği İbadi, Manchester Üniversitesi’nden doktoralı bir elektrik mühendisiydi. Aradan dört yıl geçtikten sonra, 2020’de dönemin Irak Başbakanı Mustafa el-Kazımi’yi külliyesinde sazlı sözlü ziyafetle ağırlamakta sakınca görmemiştir ama. Önceki Başbakan için “Kim bu? Irak’ın Başbakanı” diye küçümsediği Irak’a lütufta bulunduğunu düşünmüş müdür acaba?
Zayıf yerden vurma ustası
Hakaretler yağdırıp sonra hiç o lafları etmemiş gibi davranan biri AKP Genel Başkanı. “İleride pişman olurum, şu lafları etmeyeyim” demez mi insan? Bir insanın çocuksuzluğunu dile dolamak nedir mesela? Başta sağlık olmak üzere onlarca nedeni olabilir bunun, “Bu zat acınacak bir haldedir. Siyasete çırak bile olamaz. Aile nedir bilmez, çoluk çocuğu yoktur” dediği Devlet Bahçeli’den özür dilemiş midir? Yoksa Putin’in birini “mert, cesur” bulduğu bu iki zat “siyasette her şey mübâh”a mı inanıyorlar? Öyle olmalı.
Neden böyle yapıyor? Kutuplaşmanın işe yaradığını biliyor. Kutuplaşmada oy geçişleri olmaz çünkü buna güveniyor. Bir Karşı Taraf oluşturup orayla Kendi Tarafı arasındaki çelişkileri uzlaştırmaz hale getirerek oy sabitleyebilir. Nihayetinde toplumun tümüne kendisini sevdirme şansı olmadığını bildiği için de belli bir kesimin “sevgisiyle” yetiniyor. O nedenle sürekli “siz, biz” diye konuşuyor.
Tüm üslubu “isteseler de istemeseler de olacak” (Kanal İstanbul) , “İsteseler de istemeseler de öğrenecekler” (Osmanlıca dersleri), “Anırsalar da anırmasalar da elhamdülillah biz doğru yoldayız” (rakiplerine) olan biri olarak doktorlara ne demesini bekliyorduk ki?
“Giderlerse gitsinler”miş. Ne diyor Sezen Aksu, “Kim yolcu kim hancı/ Dur bakalım…”
Geççek tabii…
Elbette.