Sığınmacı sorunu

İktidarın izlediği politikanın sonucu olarak Türkiye’nin çok boyutlu bir sığınmacı sorunu oluştu.

Toplumdan gelen tepkiler üzerine daha önce “sığınmacıları göndereceğiz” diyen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan son dönemde, “muhalefet sığınmacıları göndereceğini söylüyor, biz göndermeyeceğiz” diyerek noktayı koydu.

Konuya önce iktidar açısından bakalım.

AK Parti iktidarı Suriye’de Esat rejimini devirmek ve yerine İslamcı Müslüman Kardeşler iktidarını geçirebilmek için çok yoğun çaba gösterdi. Ancak başarılı olamadı. Önemli ölçüde Rusya’nın desteğiyle Esat yerinde kaldı ve şimdilik savaşı kazandı. Ankara ise bu gerçeği henüz kabullenmedi.

Savaşın ilk yıllarında açık sınır politikası izleyen Türkiye’ye Suriye’de Esat’a karşı savaşmak üzere gelen yabancıların bu ülkeye geçişleri, bu ülkeden Türkiye’ye geçişler iktidarın politikası gereği serbestti.

İç savaşta dengeler Esat lehine dönünce Türkiye milyonlarca Suriyeliyi sığınmacı olarak aldı.

İktidar durumdan memnun.

Bu memnuniyetin başlıca iki nedeni var.

İslamcı Suriyelilere vatandaşlık verip önümüzdeki seçimde oylarını almak ve kaybettiği oyları böylece telafi ederek iktidarını sürdürmek. Muhalefet seçimleri çok büyük bir farklı kazanamazsa Suriyelilerin yüzde 1-2’lik düzeyde bile iktidara oy vermeleri sonucu değiştirebilir. İktidar açıktan söylemese bile böyle bir hesap yaptığı görülüyor.

Ayrıca Suriye’den Türkiye’ye getirilen ve sayıları milyonlarla ifade edilen Suriyeliler, AK Parti için İslamcı bir taban takviyesi işlevi de görecekler. İktidarın “göndermeyeceğiz” derken bu iki siyasi amacı gözettiği gözden kaçırılmayacak kadar açık bir gerçek.

Bu iki amaca AK Parti başta olmak üzere Türkiye’de İslamcı akımların Arap hayranlığı da eklenebilir.

Türkiye nüfusunun yüzde 10’una yaklaştığı ifade edilen Suriyeli Arap, Afgan ve Pakistanlı, kayıtlı veya kaçak nüfus bazı il ve ilçelerde demografik yapıyı Araplar lehine çevirecek büyüklükte. Bu gerçeğin yarattığı sorunlar toplumsal ve ekonomik yaşama yansımaya çoktan başladı.

İktidarın koruması ve güvenlik güçlerinin talimat nedeniyle gösterdikleri hoşgörü sığınmacılar arasında çeteleşme, silahlı, bıçaklı sokak kavgalarının yaşanıyor olması daha büyük çatışmalara neden olabilir. Provokasyona çok müsait olan bu olgu birçok il ve ilçede toplumsal huzuru kaçırabilir.

Sığınmacılar açısından olaya bakarsak.

Bütün sığınmacıları aynı kefeye koyup, toptancı bir değerlendirme yapmak yanlış olur.

Önce şu ayırımı yapmak ve şu soruları sormak gerekiyor:

Savaş hali olmamasına karşın Pakistan’dan ve Afganistan’dan gelen kafileler ile Suriye’den gelen sığınmacılar arasında büyük fark var. Pakistan ve Afganistan’dan neden sadece erkek kafileler geliyor? Ve bu gelenler kimler? Türkiye’ye girdikten sonra nereye gidiyorlar, nereye yerleşiyorlar? Bu gruplar arasında eli silahlı, üniformaları pozlar paylaşanlar ne mesaj vermeye çalışıyorlar? Güvenlik güçleri ve yargı bunlara karşı ne yapıyor?

Suriyeli sığınmacılara gelince.

Onların içinde de çok farklı gruplar var.

Gerçekten Suriye’deki iç savaştan, insani nedenlerle kaçıp gelenler var. Bu grup içinde kadınlar, çocuklar ve yaşlılar da var. Gerçek sığınmacıları bu gruptakiler oluşturuyor. Türkiye’de çok zor şartlar altında yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Bir evde birkaç aile birlikte yaşıyor. Yaşamlarını sürdürmek için kadınlar ve çocuklar çok ağır şartlar altında kayıt dışı çalıştırılıyor. Kadınlara ve çocuklara çok kötü muamele yapılıyor ve istismar ediliyorlar. Türkiye’nin geçici koruma altına alması ve insanca yaşamalarını sağlaması gerekenler bu grupta olan sığınmacılardır.

Çok büyük sayıda olan diğer grup ise iktidarın desteklediği, eğittiği, donattığı, Esat’a karşı savaşan ve kaybeden Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) adı altında toplanan radikal İslamcılardan oluşuyor. Türk vatandaşlığını kolayca alması ve karşılığında AK Parti’ye oy vermesi beklenenler bu grubu oluşturuyor.

Üçüncü grup ise hali vakti yerinde, maddi olanakları bulunan ve Türkiye’ye gelip rahatça yerleşen, iş yeri açanlardan oluşuyor. İktidarı koruması ve teşviki altında özgüvenleri yüksek olan bu grubun da sığınmacılıkla alakası yok. İktidar yanlısı bazı yazar ve üniversite mensuplarının “Bu ülkeyi biraz Araplaştıracağız, büyük şehirlerde Arap mahalleleri kuracağız” yaklaşımına taban oluşturacak bir grup.

Hukuki duruma gelince.

Değerli uzmanların defalarca açıkladığı gibi Türkiye, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda, 1951 tarihinde kabul edilen Cenevre Sözleşmesi’ni ve 1967 yılında kabul edilen Ek Protokolü imzalamış ancak coğrafi çekince hakkını korumuştur. Bu hukuka göre Türkiye sadece Avrupa’da meydana gelen olaylar nedeniyle sığınma arayan kişileri, mülteci statüsü vererek kabul edebilir. Bu koşullarda Türkiye’ye gelen Suriyeliler, Afganlar, Pakistanlılar mülteci statüsünde değildir. Geçici koruma statüsünde bulunmaktadırlar. Bu statü ise koşullar normale döndüğünde ülkelerine dönmeyi zorunlu kılan bir statüdür.

Ancak Türkiye’yi bir hukuk devleti olmaktan çıkaran, olaylara sadece “oy getirir mi” diye bakan iktidarın bu sorunu hukuka uygun şekilde çözmesi mümkün değildir. Nitekim bu tutumunu da açıklamıştır.

O halde bu konu üzerinde çalışması ve iktidara geldiğinde uluslararası ve ulusal hukuka göre bu sorunu çözmek üzere hazırlık yapması gereken muhalefet partileridir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fikret Bila Arşivi