Can Kakışım
Şehitleri Önemsemek Soru Sormak Demektir
Geçtiğimiz ay, TSK’nın Irak’ta yürüttüğü Pençe-Kilit Operasyonunda görev alan 12 askerimiz, üs bölgesine PKK’lı teröristlerin yaptığı saldırı sonucu şehit olmuştu. O meşum günün akşamı Halk TV ekranlarında yayındaydık. Dilim döndüğünce, bu olayın dikkatli biçimde araştırılması gerektiğini, zira bazı ihmallerin söz konusu olabileceğini, örneğin askerlerimizin, çetin kış şartlarında, fotoğrafları yayınlanan derme çatma üslerde barındırılmalarının ne derece doğru olduğunu sorgulamış, hatta bu sorularımdan dolayı şimdilerde iktidara yakın gibi gözüken bir emekli asker ile gerginlik yaşamıştım.
Ne yazık ki dün yine acı haberler aldığımız bir gün oldu. Aynı operasyon bölgesinde ve benzer koşullarda, yine PKK’lıların saldırısı sonucunda bu kez dokuz şehit verdik. Yine milletçe üzüldük, ağladık, teröre lanet ettik ve şehitlerimizin mekânı cennet olsun temennisinde bulunduk. Bu duygular, feryatlar ve beddualar tabii ki yerinde. Ancak artık bundan fazlasını yapmamız şart. Peki ne yapacağız? Her şeyden önce soru soracağız, meselenin ayrıntılarını öğrenmeye çalışacağız, olayda hata ve ihmal olup olmadığını irdeleyeceğiz ve atılacak adımları ona göre belirleyeceğiz.
Neyi mi soracağız? En başta diyeceğiz ki, bu operasyon neden yapılıyor, tam olarak neden gerekli? Terörle mücadelede sınırların ötesini kontrol etmek de tabii ki önemlidir ancak siz teröristi nereye kadar kovalamayı düşünüyorsunuz? Kısacası bu harekâtın siyasi hedefi nedir?
İkincisi, operasyonun sağlıklı biçimde devamı için üsleri sınır dışına kurmak mutlaka gerekli midir? Özellikle, bölgede çok sert geçen kış mevsiminde askerlerimizin can güvenliğinin sağlanması için bu üsleri sınırlarımızın berisine çekmek düşünülemez miydi? Pençe-Kilit Harekâtında önceki senelerde kış aylarında üs bölgeleri boşaltılırken neden bu sefer boşaltılmamıştır?
Üçüncüsü, üslerin illaki sınır dışında kalması gerekiyorduysa, bu üslerin neden saldırıya açık, mahkûm bölgelerde kurulduğunun bir açıklaması var mıdır? Aynı zamanda, üslerin bu kadar zayıf ve korunaksız biçimde yapılmış olmaları askerlerimizin açık hedef haline gelmesine sebep olmamış mıdır?
Dördüncüsü, hükümetin çok fazla övündüğü, milyonlarca dolar kaynak akıttığı İHA-SİHA teknolojisi askerlerimizin saldırılardan korunması hususunda neden aktif biçimde kullanılmamıştır? Bu silahlar en başta asker kaybımızın asgariye indirilmesi için gerekli değil midir?
Beşincisi, şehitlerimiz neden hep seçime gidilen süreçte artmaktadır? Bu nasıl bir tesadüftür ki, ülke içinde etkinliği azalan ve eylemsel gücü düşen terör örgütü, saldırılarına seçime sayılı günler kala hız vermekte ve ordumuza büyük kayıplar verdirecek çapta saldırılar düzenleyebilmektedir?
Altıncısı, madem hükümet terörle mücadeleyi önemsemekte ve bunun ulusal bir politika olmasına çalışmaktadır, o halde neden şehitlerimizi derhal kendi siyasi çıkarı için kullanma girişiminde bulunmakta, muhalefeti ötekileştirmekte, hatta muhalif siyasetçilerin şehit cenazelerinde saldırıya uğramalarını adeta teşvik etmektedir?
Yedincisi, Türk düşmanı Suudların Kralı için üç gün yas ilan eden, Filistin için, Mısır için gözyaşı döken devlet kurmayları bunca şehidimiz varken neden Millî Yas ilan etmemekte ve böylece tüm toplumu ulusal bir amaçta bir araya getirmeye çalışmamaktadır? Yoksa onlara yarar sağlayan toplumsal bütünleşme değil de cepheleşme midir?
Evet, bu soruları soracağız çünkü size güvenmiyoruz. Sizin şehitlerimize gerçekten üzüldüğünüze de inanmıyor, sizi, siyasi rantı her şeyden çok önemsediğinizi bilecek kadar tanıyoruz. Üstelik, Erdoğan’ın 11 yıl önceki sözleriyle ifade edersek “Her yıl belli sayıda şehit vermeyi, büyük bedeller ödemeyi sineye çeken, kabullenen bir anlayışın, ne insani ne de vicdani olduğunu” da biliyoruz.
Karşımızda, yıllardır tek vaadi güvenlik olan ama bunu da sağlamayı beceremeyen bir iktidar var. İnsanlarımız ölüyor, canlarımız gidiyor ve bizden sorgusuz sualsiz iktidarın arkasında hizalanmamız bekleniyor, “Şehitler varken siyaset yapılmaz” denerek soru sorma hakkımız bile elimizden alınmak isteniyor. Hayır, siyasetin yapılacağı zaman tam da bu zamandır. Siyaset boş polemik yeri değildir, hesap sorma ve çözüm bulma makamıdır. Dolayısıyla konuyla ilgili yetki sahipleri sorumluluklarının gereği olarak sorulara cevap vermek, vatandaşları aydınlatmak ve ihmaller olduysa hesap vermek durumundadır.
Soran ve sorgulayan bir halk otoriter ve yoz bir iktidarın en büyük korkusudur. Soru soracağız, sorgulayacağız ki yeni şehitler gelmesin, pırıl pırıl gençlerimiz terör saldırılarına kaybedilmesin. “İnsan ölsün ki devlet yaşasın” diyen anlayışın değil, “İnsanı yaşat ki devlet de payidar olsun” diyen bakış açısının temsilcisi olmak ve bunun gereğini yapmak zorundayız.