Hukuk ekonomiye de lazım

Türkiye ağır bir ekonomik krizden geçiyor.

 

Seçim öncesinde çoktan girdiğimiz kriz süreci etkilerini göstermeye başladığı halde, “kriz yok” denilerek, alınması gereken önlemler seçim sonrasına ertelenmişti.

Krizin sandığa yansımasını önlemeye yönelik bu çaba iktidarın istediği sonucu almasına yetmedi. Ekonomik krizin de etkisiyle iktidar, 11 metropolde belediye başkanlıklarını kaybetti.

Seçiminden sonra peş peşe gelen vergi artışları ve zamlar, halının altına süpürülen sorunların, bir bir ortaya çıkmaya başladığını gösteriyor.

Ne alelacele kurulan tanzim satış çadırları, ne arka arkaya açıklanan ekonomik planlar, krizin etkilerini örtmeye yetti.

Enflasyon yüzde 20, faiz yüzde 25; dolar 6 liraya, Euro 7 liraya, sterlin 8 liraya doğru yaklaşıyor, işsizlik yüzde 14.7 oranıyla rekor düzeye çıkmış durumda.

Türkiye’ye yabancı sermaye yatırımı durduğu gibi, sıcak para girişi de eskiye oranla çok düşük ve çok daha kısa vadeli.

Merkez Bankası’nın bağımsız karar aldığı, ekonomik krizin gereklerini yerine getirdiği de söylenemez. Aldığı perdeleyici teknik önlemlerin hiçbirinin kalıcı bir çözüm oluşturması da mümkün değil.

Kriz derinleşiyor ve günlük yaşama her geçen gün daha ağır biçimde yansıyor.

ÖNCE HUKUK

Türkiye, ekonomik krizi nasıl aşacak ?

Hükümet henüz ortaya elle tutulur ve uygulanabilir bir krizden çıkış planı koyabilmiş değil. Açıklanan paket ve planlar söylemden ibaret kaldı. Türkiye, dış dünyadan beklenilen ilgiyi görmüyor. Bakanların, uluslararası finans kuruluşlarına sundukları projeler satın alınmıyor. Bankalar, yabancı kaynaklardan eskisi gibi kolayca kredi bulamıyor. Ağır bir dış borç yükü altındaki Türkiye, yeni dış borç bulmakta zorlanıyor.

 

Türkiye’nin ekonomisini düze çıkarabilmek için önce bir hukuk devleti olduğu konusunda, dünyayı ikna etmesi gerekli. Bu sağlanamadıkça, dış kaynak bulmak, yabancı yatırım çekebilmek mümkün olmadığı gibi mevcut yabancı yatırımcıların Türkiye’den kaçması da kaçınılmaz olacaktır ki, bu yönde de ciddi işaretler var.

Para, başka bir deyişle sermaye en korkak varlıktır. Bir yerde tehlike sezdiğinde önce sermaye kaçar. Türkiye böyle bir süreç yaşıyor. Bunun nedeni ise hukuka-yargıya olan güvenin ciddi biçimde sarsılmış olması.

Bu nedenle Türkiye önce hukuka güveni yeniden sağlamalıdır. İç ve dış yatırımcı hukuki güvence altında olduğuna, çıkan bir anlaşmazlığı yargı yoluyla adil bir şekilde çözebileceğine kanaat getirmeden yatırım yapmaz.

İç ve dış yatırımlar artmadıkça üretim, istihdam ve ihracatın artması da mümkün değildir ki, bu Türkiye’nin uzun süre kriz ortamında kalacağını gösterir.

Bu krizden çıkmak için Ankara, ekonomiden önce hukuk düzenine bakmalı, hukuk reformlarını gerçekleştirmeli, içte ve dışta yargıya güveni sağlamalıdır.

 

HUKUK-EKONOMİ İLİŞKİSİ

 

2001 ekonomik krizinden sonra işbaşına gelen AK Parti iktidarının ilk dönemi (2003-2007) Türkiye’nin en çok doğrudan ve dolaylı yabancı yatırım aldığı yıllardır. Bunun temel nedenlerinden biri belki de en önemlisi, iktidarın hukuk alanında yaptığı reformlardır. Avrupa Birliği’ne (AB) tam üyelik yolunda gerçekleştirdiği evrensel hukuka uygun düzenlemeler, Türkiye’ye olan güveni artırmış ve Türkiye’ye çok ciddi miktarlarda yabancı sermaye yatırımı gelmiştir.

Ancak Türkiye, hem yabancı sermaye girişinin yarattığı kaynağı hem 70 milyar dolar civarında kamu varlığının satılmasından gelen parayı, üretken, istihdam ve ihracat yaratıcı alanlar yerine, büyük altyapı yatırımlarıyla, halk deyişiyle betona gömmüştür.

Bu tercihin yanlışlığının yanısıra, FETÖ’NÜN 12 Eylül 2010 referandumuyla yüksek yargı organları dahil yargı sistemini kontrolüne geçirmiş olması, 15 Temmuz hain darbe girişimine kadar varmış ve Türkiye hukuk alanında büyük imaj kaybına uğramıştır.

15 Temmuz’dan sonra yargıda yapılan büyük temizliğe rağmen, hukuk devletinin işlediği, hukukun üstünlüğü ilkesinin çalıştığı konusunda güven oluşmamıştır.

Mahkemelerin verdiği vicdana ve hukuka oturmayan kararların yanısıra, Anayasa Mahkemesi kararlarının alt mahkemeler tarafından tanınmaması gibi direnmeler, yargıya olan güveni daha da sarsmıştır.

YSK KARARININ ÖNEMİ

Bugünlerde ise sadece siyasi partiler değil yerli ve yabancı sermaye ve ekonomi kuruluşları Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) İstanbul seçimiyle ilgili olarak vereceği kararı bekliyor.

YSK’nın, iktidar partilerinin itiraz ve iptal başvurularını kabul edip, kendi içtihadıyla çelişen kararlar vermesi, polisin seçmen sorgulaması, savcının sandık kurulu başkan ve üyelerini “şüpheli” sıfatıyla çağırması, siyasi otoritenin yargı üzerindeki baskısının örnekleri olarak görülmekte ve yorumlanmaktadır.

YSK’nın vereceği karar iç ve dış kamuoyunda bu nedenle dikkatle izlenmektedir.

Bu karar, hukuki olmaktan çok siyasi bir karar izlenimi yaratırsa, Türkiye’nin imajı daha da bozulacaktır.

Yargıya olan güvensizliğin büyümesi ekonomik krizi de büyütecektir.

Hukuk ekonomiye de lazımdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fikret Bila Arşivi