Herkes Eğitim İçin "KAYIP" Filmini Neden İzlemeli?

Sesi, 6 Şubat sabahı, enkazın altından başlayarak 2 yıl geçmesine rağmen hala duyulmayan Antakya’nın sesi olmaya çalışıyor bu film.”

Hadi tamam büyük bir afet yaşandı ve sonuçları çok ağır oldu, buraya kadar söylenecek çok şey olmasına rağmen, kabul ettik. Ama fark ettik ki sonrasında da ölmeye devam ediyoruz ve aslında yokuz. Yok sayılmaya da devam ediyoruz. Bu nedenle film aslında gerçek anlamda kaybolanlar ile hayatta kalmayı başarmasına rağmen, hayatta iken kaybedilenlerin de hikayesi birazda.

Eğitimci/Sinemacı Gazi İsmailoğulları ile "KAYIP" filmini konuştuk.

Filminiz, deprem sonrası Antakya’nın yıkımını ve kayıpların izini süren karakterleri merkeze alıyor. Hikâyeyi bu kadar içselleştirerek anlatmaya sizi iten neydi? Kendi gözlemleriniz ve yaşadıklarınız, senaryoyu nasıl şekillendirdi?

Bu hikâyeyi anlatmaya beni iten şey, kaybolan insanların, şehirlerin ve hikâyelerin unutulmasını istemememdi. Ben tarihçiyim aynı zamanda mesleki olarak. Deprem sadece binaları değil, hafızaları da yıktı. Bir sabah uyandığımızda, bildiğimiz dünyanın artık var olmadığını fark ettik. O an, sadece kayıpları değil, geride kalanların da bir anlamda kaybolduğunu hissettim.

img-20250204-wa0019.jpg

Senaryo yazım sürecinde, yaşadıklarım, gerçek gözlemlerim ve duyduklarım, bu anlatının temel taşlarını oluşturdu. Deprem sonrası Antakya’ya gidenler, yıkılmış bir şehrin ortasında, duvara yazılmış telefon numaralarına, enkaz başında oturup bekleyen insanlara ve kimsesizler mezarlığında bir taşın başında dua edenlere tanık oldu. İşte "Kayıp" tam da bu hikâyelerin bir toplamı.

img-20250204-wa0014-001.jpg

Şemsettin’in bir enkazın önünde kömürle not bırakması, bir zamanlar gerçekten gördüğümüz şeylerden biri. İnsanlar, resmi kurumlara ulaşamadığında, çareyi duvarlara kayıplarının isimlerini yazmakta buldu.

Eylem’in adli tıp koridorlarında kaybolması, pek çok insanın yaşadığı çaresizliğin bir ifadesi. Kimi cenazesini aradı, kimi ise bir kaydı bile olmayan yakınlarının izini sürmeye çalıştı.

Benim için bu filmi yazmak, bir anıt dikmek gibiydi. Çünkü "Kayıp", sadece bir kurgu değil, gerçek hayattan süzülen acılar ve seslerle yazılmış bir ağıt.

Özetle Bu film bir misyon ile yola çıktı ve deprem sonrası Antakya’da yaşanan gelişmeleri ısrarla ‘normalleştirmeye’ çalışan bir anlayış ile mücadele etmeye çalışıyor. ‘olan oldu, önümüze bakalım’ anlayışı ile kabaca özetlenebilecek bir yaklaşım dayatılıyor aslında.

Antakya, tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, kültürel birikimi güçlü bir şehirdi. Ancak deprem sonrasında bir felakete dönüştü. Filmde bu yıkımı anlatırken şehrin ruhunu nasıl bağladınız? Eski Antakya ile yeni, yok olmuş Antakya arasındaki karşıtlığı nasıl işlediniz?

Antakya, sadece binalardan ibaret bir şehir değildi; bir hafıza, bir kimlik, bir anlatıydı. Deprem bu dokuyu yok etti ama hatıraları silemedi. "Kayıp" filminde, eski Antakya ile yeni, yok olmuş Antakya arasındaki karşıtlığı, hem görsel hem de anlatımsal öğelerle inşa etmeye çalıştık.

Öncelikle şehir artık fiziksel olarak yok ama ruhu karakterlerin içinde yaşıyor. Eylem’in Saray caddesinde yürüyüşü, aslında geçmişle bugün arasında bir yolculuk gibi. O caddenin bir zamanlar cıvıl cıvıl olduğunu bilen biri, şimdi sessizlik içinde yürürken, sadece yıkıntılar değil, geçmişin yankıları da duyulur hale gelir.

Şemsettin’in kendi odasında, ama artık yarısı yıkılmış bir evde oturması, bu karşıtlığın en somut ifadesi. Eskiden sıcak bir yuva olan yer, şimdi enkazın içinde, zamanın ve anıların askıda kaldığı bir mekân.

Filmin birçok sahnesinde, Antakya’nın bir zamanlar bir medeniyetler beşiği olduğu fikrini görsel olarak yaşatmaya çalıştık. Mesela:

Kimsesizler mezarlığında Şemsettin’in yürüyüşü, Antakya’nın farklı kültürlerden gelen insanlarının artık bir taşın altında aynı sessizlikte buluştuğunun göstergesi.

Şemsettin’in Asi Nehri kıyısında meşale yakıp, eski Antakya’nın yasını tutma sahnesi gibi.

Bu karşıtlığı oluştururken en büyük etkiyi sessizlik ve boşluklar yarattı. Çünkü bazen bir enkazın ortasındaki sessizlik, yüzlerce cümleden daha fazla şey anlatır. "Kayıp" filmi, Antakya’nın geçmişini karakterlerin hafızalarında, bugününü ise sessiz ve ıssız sokaklarda yaşatıyor. Eski Antakya, insanların zihinlerinde hâlâ var, ama ayaklarının bastığı toprak artık başka bir yer.

"Kayıp" Filminin Politik Alt Metinleri de epey güçlü göndermeler içeriyor. Bu konuda film ne tür bir eleştirel süreç takip ediyor. ?

Devletin ve Bürokrasinin Yetersizliği bu filmin en net politik mesajlarından birisi. Film boyunca, depremzedeler sadece doğal bir felaketle değil, aynı zamanda ihmal, organizasyon eksikliği ve bürokrasinin soğuk duvarlarıyla da mücadele ediyor.

Örneğin film de ana karakterlerden birinin adli tıp binasında kayboluşu, kayıpların bile resmi kayıtlara girmekte zorlandığını ve devletin insan hayatına ne kadar mekanik yaklaştığını gösteriyor.

Ya da Kayıp ilanlarının sosyal medyada paylaşılması ve duvarlara yazılması, resmî kanalların çöktüğünü ve insanların kendi çözümlerini üretmek zorunda kaldığının işareti.

Bir diğer konu Toplumsal Belleğin Silinmesi ve Unutulma psikolojisi. Filmde, yalnızca bireyler değil, bütün bir şehir yok olmuş durumda.

Kimsesizler mezarlığı, isimleri bile kaydedilmeden gömülen binlerce insanın bir sayıdan ibaret hale getirildiğinin göstergesi.

Halkın Kendi Adaletini Arayışı ve Örgütlenme konusu da var. Filmde devletin varlığı hissedilse de devletin çözüm sunduğu bir durum yok. Bunun yerine insanlar, kayıplarını kendileri arıyor, kendileri yas tutuyor ve kendileri anma etkinlikleri düzenliyor. Ana karakterin 6 Şubat anma etkinliklerinde meşaleyle yürüyüşü, bu sürecin bireysel bir travmadan kolektif bir isyana dönüşebileceğini gösteriyor.

Felaketin Eşitsizliği yani Sınıfsal ve Kimliksel Boyutlar da var belirli yerlerde. Depremin herkes için aynı olmadığı vurgulanıyor. Bazı cenazeler helikopterlerle taşınıp törenlerle defnedilirken, çoğu insan kimliği bile belirlenmeden kimsesizler mezarlığına gömülüyor. Enkazlar arasındaki bekleyiş sahneleri, hayatta kalanların ikinci sınıf vatandaş gibi hissettiklerini anlatıyor.

Sonuç olarak "Kayıp", sadece deprem felaketini anlatan bir film değil, aynı zamanda bir ülkenin çöküş anlarını ve anlarda neler olabileceğini gözler önüne seren bir ağıt. Devletin ilgisizliği, toplumsal belleğin silinişi, halkın kendi adaletini arayışı ve kimliklerin yitimi, filmin derinlerine işlenmiş politik alt metinler olarak karşımıza çıkıyor.

img-20250204-wa0015.jpg

Filmin iki ana karakteri Şemsettin ve Eylem’in kaybettiklerini arayışı, aslında bir varoluş sorgulamasına dönüşüyor. “Ölen midir yoksa kalan mıdır kayıp?” sorusu filmin temel çatışmalarından biri. Bu anlatı üzerinden, deprem sonrası hayatta kalmış olmanın getirdiği psikolojik yükü nasıl işlemeyi tercih ettiniz?

Deprem sabahı çoğu insan gibi biz de yıkımın boyutlarını hemen fark edemedik. Detaylar netleşmeye başladıkça yıkımın büyüklüğünü fark ettik. İlk refleks kimin hayatta kalıp kalmadığı ile ilgili oluyor o ortamda. Zaman geçtikçe güvenlik, barınma gibi yaşamsal ihtiyaçların kaygısı ekleniyor bu duruma. Böylesi bir ortamda o güne kadar bildiğiniz ne kadar yaşamsal ezber varsa hepsi boşa düşüyor. Beklediğiniz yardımların hemen gelmeyeceği ile ilgili ilk şoku atlattıktan sonra kendi çabanızla yakınlarınızı çıkarıp onları bir ‘mezar sahibi yapmakla’ uğraşmaya başlıyorsunuz. Cenazesini bulanın şanslı sayıldığı bir yerdi Antakya o dönemlerde. Aylar sonra bu zorunlu süreçler geçtikten sonra kendinizi hatırlamaya başlıyorsunuz ve asıl travmalar ile yüzleşme bu evrede başlıyor. Türkiye gibi ülkelerde afet yönetimi ile sonrasında başlayan kriz yönetimi ayrımı konusunda yeterli bir bilinç ve hazırlık yok. Bu ikisi arasındaki farkın bile yeterince bilindiğinden emin değilim.

İşte filmin ana karakterlerinin gerçekte kimin kayıp olduğu ile ilgili çatışma ve yüzleşmesi burada başlıyor tam olarak. ‘ölen öldü’ tamam da ‘kalan kaldı mı’ tartışılır.

Hadi tamam büyük bir afet yaşandı ve sonuçları çok ağır oldu, buraya kadar söylenecek çok şey olmasına rağmen, kabul ettik. Ama fark ettik ki sonrasında da ölmeye devam ediyoruz ve aslında yokuz. Yok sayılmaya da devam ediyoruz. Bu nedenle film aslında gerçek anlamda kaybolanlar ile hayatta kalmayı başarmasına rağmen, hayatta iken kaybedilenlerin de hikayesi birazda.

Deprem sonrası gerçekler gün yüzüne çıktıkça, ‘keşke ben de enkaz altında kalsaydım da bu olanları görmeseydim’ serzenişinde bulunan binlerce insan vardı Antakya’da.

Filmin gösterimlerini nasıl yapıyorsunuz. İzleyiciler filmi nasıl izleyebilir?

Türkiye’de kısa filmlerin sinema salonlarında kendine doğrudan yer bulma şansı neredeyse yok. Bu nedenle bizler bir nevi alternatif bir yapım ve dağıtım modeli ile her ilde kendi yaptığımız organizasyonlar ile perdeye taşıdık. Bu güne kadar yedi gösterim gerçekleştirdik. Şubat ayı içerisinde Türkiye’de on farklı yerde daha gösterimi yapılacak. Ardından mart ayı ile birlikte yurt dışı turnesi başlayacak. 29. Türk/Alman film festivalinde özel bir gösterim ile başlayan süreç Almanya’nın farklı lokasyonlarında gösterildikten sonra Hollanda gösterimleri ile sürecine devam edecek.

Yani aslında heybesinde bir film ile şehir şehir, ülke ülke gezen dervişler gibiyiz.

Sesi, 6 Şubat sabahı, enkazın altından başlayarak 2 yıl geçmesine rağmen hala duyulmayan Antakya’nın sesi olmaya çalışıyor bu film.

Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Şahin Aybek Arşivi

Adalet eğitimin de temelidir

25 Mart 2025 Salı 05:14