
Mustafa K. Erdemol
Güle güle Sırrı Güle güle kardeşim
Günler ağır, günler ölüm haberleriyle geliyor gerçekten de. Hem teyzemi hem de Sırrı’yı aynı gün birbirine yakın saatlerde kaybedince daha da canımı yaktı bu gerçek. Biri özel, diğeri hem özel hem de toplumsal tarihim açısından çok önemli olan iki değeri yitirdim bir gün içinde. Üstelik iki ay önce yitirilmiş bir abla acısının üstüne geldi kayıpları.
Sırrı Süreyya ile dostluğumuz ondan da söz ettiğim bir yazım sayesinde başladı. Yurtdışında olduğum yıllardı, mail adresime güzel sözler eşliğinde teşekkür mesajı yollamıştı. “Son derece vicdanlı” dediği yazımda solda sıkça rastlanan, değerli neyimiz varsa yok sayma tutumunu eleştirmiştim. Sırrı’yla, köklü dostluğumuzun nedeni bu yazıdır.
Sinemacılığıyla da bilinirdi ama geniş kitlelerce tanınması bir televizyon programının sürekli konuğu olmasındandır sanırım. İlginç programdı. İki İslamcının karşısında sözünü sakınmadan dile getirirdi düşüncelerini. Bir süre sonra tadı kaçınca “ne işin var orda” dediğimi, onun da bana “yolcudur Abbas bağlasan durmaz” yanıtını verdiğini anımsıyorum şimdi. Kaçıp gidecek biri olduğundan değil, gittikçe kısırlaştığından ayrılmıştı o programdan. Hayattaki tutumu da böyleydi çünkü, kısırlaşmış ortamlarda olmazdı hiç.
Kimi dergilerde, çoğunu okuma şansı bulduğum tadına doyum olmaz yazılar yazdı. Gerçek bir edebiyatçıydı, kuşku yok. Gençliğinde bir sağlıkçı olduğu zamana ait anısını okuduğumda hem hüzünlenmiş hem de çok gülmüştüm. Onu tanıyanların da bildiği gibi bu iki duyguyu da yaşatırdı karşısındakine. Vedat Türkali anlatmıştı bir gün; Sırrı işkenceden perişan bir halde koğuşa getirildiğinde yoldaşları telaşla “nasılsın Sırrı?” dediklerinde verdiği yanıt “en kötü günümüz böyle olsun” olmuştur. Direnen biri için asla “kötü gün” yoktur gerçekten de.
Ülkeye döndüğümde o artık milletvekiliydi. Zaman zaman karşılaşır, sohbet ederdik. Gezi olaylarının başladığı günün arefesinde parktaki bir kafede konuştuk uzun uzun. Parktaki o saçma inşaatı engellemek için nöbetteydi. Saatler süren sohbetimiz önümüzden geçen polisleri gördüğünde yerinden kalkıp onları engellemek için peşlerinden gittiği ana kadar sürdü. Belki çok sonra yazabileceğim ilginç konulara değindik. Uçak korkusunu, bu korku yüzünden ancak içerek bindiği uçakla gittiği Cannes’da bir ağacın altında uykuya daldığı için ödül törenine gidemediğini öyle güzel anlatmıştı ki. Kendisiyle dalga geçen ender insanlardandı.
Vefasına laf yoktu. Dört duvar arasındayken bile selamını esirgemedi benden. Görüşüne giden avukatı anlatmıştı; genç avukat hanımın elinde kitabımı görünce benden, “dostumdur, çok severim” diye söz etmiş olmasından onur duydum hep. Ortak dostumuz Helin, hastalığını konuşurken, “adın geçti, çok severim dedi senin için” dediğinde de mutlu oldum. Yoksulluktan gelen biri olarak her şeyin kıymetini bilirdi. Dostlarının da. Vefa bir yoksul tavrıdır, yoksulu zengin kılar.
Kimilerine göre hayli tartışmalı tutumları oldu. Hastalığı için iyi dileklerimi yazdığım mesajımın altına bir lise arkadaşımın “seninle dostluğumu kesiyorum” demişliği vardır örneğin. Kimi görüşlerine katılınmasa da kendisi için hiç bir talebi olmayan bu temiz adama haksızca yöneltilmiş öfkelerin küçük bir örneğiydi arkadaşımın tavrı. Asla bunu hak etmemiştir.
Her konuda tabii ki aynı şeyleri düşünmüyordum onunla. Anlaşılabilir nedenlerle de olsa yanyana düştüğü “devletlulardan” hiç hazzetmedim yaşamım boyunca. Şeriata övgülerine öfkelendim. Yine de birlikte yol yürümeme engel değildi bu. İnandığı barışı nerede aradığı sorgulanabilir. Ama önemli olan barışı aramasıydı. İnandığı barışa herkesin aynı anlamı yüklediğini sanmasıdır belki de hatası.
O benim gözümde para kazanmak için aşı yapmayı öğrenmek dahil hayata tutunmaya çalışan bir emekçi, kendi yoksulluğunu perdeye taşıyan sinemacı, Türkçeyi muhteşem kullanan edebiyatçı, parkı mahveden buldozerlerin önüne atılan “aktivist” adamdı. Tüm bunların toplamı eleştirilen Sırrı’nın asıl güzelliklerini oluşturur.
“Sırrı Süreyya Önder hayatını kaybetti”.
Doğrudur.
Ama hayat da çok şey kaybetti.
Uğurlar olsun kardeşim.