Ayşenur Arslan
GODOT’YU BEKLER GİBİ TRUMP’I BEKLERKEN
Bir önceki yazımda “can ile canan arasında neler olduğunu” anlayıp anlatmaya çalışmıştım.
Erdoğan ile Bahçeli, Öcalan / açılım süreci üzerinden karşı karşıya mı gelmişlerdi? Hangisi nasıl bir oyun peşindeydi? Bizi neler bekliyordu?
Bu soruların yanıtlarını bilmiyoruz. Penceredeki kızlar misali hayatı uzaktan uzağa izliyoruz. Ne kadar ağır bir duygu, değil mi!
Hele bir de gazeteci geçiniyorsanız!
Ben de anlamaya ve anlatmaya çalışırken, Mümtazer Türköne’nin yazısından söz etmiştim. O yazıdan örneklerle “Ankara’da bir şeyler oluyor” demiştim.
*. *. *
Öncelikle şunu belirtmeliyim; Mümtazer Türköne için “Bahçeli’ye kritik konularda danışmanlık yaptığı söyleniyor” demiştim.
Türköne aradı. Doğrudan yada dolaylı danışmanlık yapmadığını söyledi.
Dolayısıyla “Öcalan hamlesi” konusundaki fikir babası o değildi.
Ancak sözlerinden anladığım kadarıyla fikir babası ya da babaları konusunda tahmini
/ bilgisi vardı. Benim tahminim de, onların eski bakanlar, MİT görevlileri olduğu yolundaydı!
Konuşurken ilk açılım sürecine de uzandık elbette:
“O günlerde Erdoğan’ın gücünün bunu başarabileceği düzeyde olduğunu düşünüp samimiyetle destek verdik. Ama şimdi zor görüyorum. Kaldı ki, Türkiye’nin 7 Haziran 2015 seçimleri sonrası yaşadığı kanlı sürece sürüklenmesinden endişe ediyorum.”
*. *. *
Türköne, Suruç faciası, Gar katliamı gibi dehşet provokasyonları hatırlatıyordu.
Bunları konuşurken ben de hatırladıklarımı temize çekiyordum. Şu kritik soruyla:
“Süreç o kanlı olaylar nedeniyle mi bitti? Yoksa bitmesi ve kaybolan milliyetçi oyları geri getirmesi için mi, kaç hayata mal olan o olaylar sahnelendi?”
O günleri anlamak, bundan sonrasına hazır olmak açısından çok önemli.
Bu yüzden, Mümtazer Türköne’ye “destek verdik” dediğinde söylediklerimi burada da anlatmak istiyorum.
*. *. *
Hatırlayın, açılım konusundaki ilk işaret 2009 Mart’ında Abdullah Gül’den gelmişti. “Önümüzdeki günlerde çok iyi şeyler olacak” demişti. Mayıs’ta daha açık konuştu: “Kürt sorunu Türkiye’nin birinci sorunudur ve mutlaka halledilmelidir.”
Erdoğan’ı birkaç ay sonra sahnede gördük. Daha geçenlerde kaçıncı kez görevden aldıkları -DTP lideri- Ahmet Türk’le görüşmüştü.
2010 yılında Erdoğan’ın koyduğu isimle “DEMOKRATİK AÇILIM” süreci hafiften netleşmeye başladı. Ama daha baştan çekingen, karışık bir yolculukla.
Mesela.. Erdoğan’ın açılımı daha çok bir yıldönümü kutlaması / programı gibiydi. Sevdiği “sanatçılar” destek versin diye davet ediliyor, kardeşlik türküleri söyleniyor.. Sonra o “sanatçılar” aralarına eklenmiş bazı gazeteci / yazarlarla Türkiye’nin dört bir köşesine gönderiliyordu. Projenin başlığı şöyleydi yani: “Akil insanlarla ikna edeceğiz..”
Bu sırada.. Herhangi bir yaptırım gücü olmasa da Abdullah Gül de faaliyetteydi. O da Çankaya’da EKOPOLİTİK grubunu kabul ederken görülüyordu mesela!
*. *. *
Grubun en dikkat çekici ismi, Prof Vamık Volkan’dı. Nedeni, 1993’te Oslo’da, İsrail ile Filistin arasındaki barış müzakerelerindeki rolüydü. O görüşmeler sırasında tarafların bir “eşitlik” algısı ile bir araya gelmesini sağlayacaktı. Bir tarafın psikolojik üstünlük sağlamaması başlıca amacı olacaktı. Kısaca geçeyim, “Prof. Volkan orada ABD Başkanı’nı temsilen bulunuyordu.” Oslo görüşmeleri sonrasında Yaser Arafat ile İzak Rabin arasındaki barış anlaşması da Washington’da imzalanmıştı.
O isim, yıllar sonra Kürt sorunun müzakere süreci için Ankara’da, Cumhurbaşkanı Gül’ün konuğuydu. Arkasında yine ABD mi vardı? Herhalde!
Yanında ise, en kritik dönemeçte devletin mesajını Kandil’e, Kandil’in yanıtını Ankara’ya götüren Avni Özgürel.. Ve soruna uzun yıllar kafa yormuş -elbette sol dışından- isimlerle..
*. *. *
O günlerde Erdoğan’ın bu sorunu çözemeyeceğini iddia eden çok az insandan biriydim. Gösterişe dayanan tuhaf sahneler.. Erdoğan’ın siyasi / kültürel müktesebatı.. Ve perde arkasından gelen duyumlar böyle söyletiyordu.
Görevi sırasında da sonrasında da hep geri planda kalmaya özen gösteren MİT eski müsteşarı Emre Taner keşke suskunluğunu bozsa.. O yıllarda neler yaşandığını, Erdoğan’ın nasıl bir gün ona bir gün buna inandığını.. Sürecin nasıl -hem de yakın tarihin en kanlı eylemiyle- baltalandığını anlatsa!
Daha sürecin en başında Habur skandalı nasıl öngörülememişti? PKK üyesi 34 kişi silahları ve üniformalarıyla gelip sınırdan geçerken, halkın “teslim olmaya geldiler” yalanını yutacağını nasıl düşünmüşlerdi?
Hatırlayın o günleri..
Bir tarafta Orhan Gencebaylı, Hülya Koçyiğitli açılım taburları! Bir yanda Habur fırtınası!
Ve yıl 2009-2010.. Türkiye daha yolun başında!!
*. *. *
O günlerden bugüne bendeki izlenim, Erdoğan’ın böyle Nobel ödüllük bir projeyi Abdullah Gül’e kaptırmama telaşı.. Bu yüzden apar topar devreye girip rol çalması.. Ve sonuçta eline yüzüne bulaştırmasıdır!
Yanılıyor olabilirim.
Ne fark eder!!
Sonuca ve mal olduklarına bakın.
Bugün tarafların bu görünür isteksizlikleri boşuna değil elbette.
Belki “ihtimali” silip atmadılar. Muhtemelen Trump’ın başkan seçilmesini ve Kuzey Suriye / PYD politikasını beklediler.
Trump “sevgili dostum” derken en ağır hakaretleri boca ettiği Erdoğan’a istediğini verir mi, bekleyip göreceğiz.
*. *. *
Bu arada.. Trumplı günler için Berat Albayrak’ın -üstelik terfi ile- ekonominin başına döneceği iddiası var ya! Erdoğan’ın “NAS politikasını” hatırlatan son açıklamaları var ya!
“Kötüyü geçtik.. Daha kötü günler bizi bekliyor” diyenler haklı galiba.
Bir yandan açılım.. Bir yandan dikiş tutmayan ekonomi politikası..
Fırtına öncesi sessizlik yaşanırken Abdülkadir Selvi de çıkıp
“Haftaya bambaşka bir gündemimiz olacak” demez mi!
Saray inzibatı hemen devreye girdi. Yalanladı.
Meğer Erdoğan böyle bir şey söylememiş.
Doğru. Söylemedi.
Abdülkadir Selvi yazınca “Erdoğan söylüyor” diye anlaşıldığı için akıllar karışmış belli ki.
Ama Selvi bunları kimden, nasıl duydu da yazdı derseniz..
Başkentin binbir ayak oyunu arasında bilmek neredeyse imkansız. Zaten bilmesek de olur.
*. *. *
Hani adam iki yıllık askerlikten dönmüş de bir bakmış ki köşede 9-10 aylık bir bebek oturuyor.
“Bu ne” diye bağırıp hesap sormuş.
Karısı “onun da sana baba dediği mi var sanki, köşede oturuyor işte” demiş.
Bağışlayın fıkrayı.
Ama ben kendimi çok sık böyle hissediyorum.
Başımıza her gün hayatımızı etkileyecek olaylar geliyor.
Ve biz neden öldüğümüzü.. Neden içerde olduğumuzu.. Neden işsiz kaldığımızı.. Neden ve nasıl bunlara katlandığımızı bilmeden yürüyüp gidiyoruz!
Üstelik Godot da bir türlü gelmek bilmiyor!