Ayşenur Arslan

Ayşenur Arslan

Dünyanın cehaletle imtihanı

Trump, bugünkü çılgınlıklarının işaretini daha 2023 yılında vermişti. “Amerikan mirasımıza ve Batı medeniyetinin kendisine yönelik Marksist saldırıya yardım eden okullara giden parayı keseceğiz” demişti. Ona göre Marksist saldırı kendi fikirlerine katılmamaktan ibaret olsa gerek. Nitekim sıkı takipçileri dışında milyonlar gülüp geçti. Ama O başkanlık koltuğuna oturur oturmaz gerçekten ideolojik bir savaş veriyormuş gibi düğmeye bastı. ”Komünist öğretiyi üniversitelerimizde destekleme günleri yakında sona erecek” buyurdu. Başkan olarak resmen koltuğuna oturur oturmaz Amerikan üniversitelerine tarihlerinde az rastlanır türden bir saldırı başlattı. İlk hedeflerden biri de dünyanın en ünlü üniversitelerinden Harvard oldu. Üniversitenin 2,2 milyar dolar tutarındaki ödeneğini dondurdu.
Gerekçe mi? Antiseminizmle mücadelede yetersiz kalmaları.. Öğrencilerinin Gazze eylemlerine gerekli tepkiyi göstermemeleri..

Hepsi bu da değil. Trump Klanı daha “KALICI” taleplerde bulunuyor. Aralarında en dikkat çekici ise “Amerikan değerlerine “düşmanca yaklaşan” öğrencilerin federal makamlara bildirilmesi.” Yani akademik bağımsızlıkla birlikte fikir özgürlüğünün feda edilip muhbir yönetimler yaratılması!
Dünyanın en iyi üniversiteleri sıralamasında ilk üçe giren Harvard, boyun eğmedi elbette. Talepleri sert bir dille reddetti.
Ancak bu “yaralanmadı” anlamına gelmiyor. 2,2 milyar dolarlık ödeneğin kesilmesi öncelikle dar gelirli ama geniş zihinli gençlerin burslarının kesilmesi anlamına gelebilir.
Ayrıca araştırmaları da etkilenebilir.

ABD Trump’ın üniversitelere saldırısından gümrük tarifeleri ile dünyayı altüst etmesine kadar bir dizi saçmalıkla boğuşuyor.
Ve evet! Bilim insanları, sanatçılar, akademisyenler saçmalıklara “SAÇMALIK” diyerek konuşabiliyor. Eleştirebiliyor. Hatta daha ileri ifadelerle suçlayabiliyor.
Hiçbiri de Başkan’a hakaretten yargılanmıyor.
Çok basit bir nedenle: Yargı kara kaplı kitaba bakıyor. Yönetimden zerre kadar etkilenmeden kararını veriyor. ABD’deki yargıçlar bizimkilerden daha cesur olduğu için mi?

Hayır! ABD anayasasına göre kimse İKİ DÖNEMDEN FAZLA BAŞKANLIK YAPAMADIĞI.. BUNA TEVESSÜL EDEMEDİĞİ için yargıyı kontrol etme fırsatı, zamanı bulamadığı için. Yargı gerçekten bağımsız kalabildiği için.

Dönelim buralara.. Üniversitelerimiz neredeyse merdivenaltı medrese muamelesi görüyor. Başlarına getiriyorlar “otur deyince oturanları”.. Sonra akademisyenler, öğrenciler isyan edince Trump’ın paranoyasını hatırlatan suçlamalarla “terörist” yaftasını yapıştırıveriyorlar.
Şimdi sıra liselere geldi. Onların hali daha acıklı. “Ahlak kampına kapatılıp terbiye edilmesi gereken şımarık çocuklar” diye görülüyorlar.

Ingiliz nörolog Oliver Sacks’ın hastalarının dosyalarından hareketle yazdığı kitaplar geliyor aklıma. Sanki bugünkü dünyanın.. Özellikle de bizim halimizin fotoğrafını çekmiş gibi.
Bir vakasında gözleri sonradan açılan ama bir süre sonra yeniden kapanan adamı anlatır.
Genç adam körlük diyarında hayal ettikleriyle gerçek arasındaki aşamadığı uçurum yüzünden bunalıma girmiştir.
Mesela.. Bulutların elini biraz daha uzatabilse değecek kadar yakın olduğunu zannetmiştir. Ağaçların toprağın üzerinde, toprakla teması olmadan durduğunu zannetmiştir. Portakalı eline bile almadan fark etmişken, gördüğü yuvarlak ve renkli şeyi algılayamamış ve bu yüzden yiyememiştir.
Bu ülkeyi yönetenler.. Bakanlar.. Bakıp algılayamayanlar.. Bahçeli Bey gibi, sokaklara çıkan milyonları “sipariş edilmiş, bindirilmiş kıtalar” zannedenler.. Ya da zannetmemizi bekleyenler..
Aileler ekranlarda en sefih, en seviyesiz biçimde paramparça olurken futbolcuları “NORMAL DOĞUM” pankartıyla sahaya çıkartmayı marifet sayanlar..
O aynı ekranlardaki yüzlere bakıp, neden bu kadar insan - genç yaşlı kadın erkek- adını bile yazamıyor diye sormayanlar..
Uyuşturucudan kadına, çocuğa şiddete kadar ağır gündemi görmeyen ve göstermeye korkanlar..
Sayın sayabildiğiniz kadar!
Dünya da buralar da alarm veriyor.
Ne var ki beyler gözlerini kapatmış, alarmı Saray’a kapılanmış kimilerinin müziği gibi dinliyor.
Dolar 38 liranın üzerine yerleşti.
Benzine yarın litrede 1 TL gibi sıkı bir zam geliyor.
İnsanlar kırmızı eti çoktan unuttu.. Fiyatı 9 ayda ikiye katlanan yumurta bile lüks sayılıyor.
İktidar ise bize “BOŞVERİN BUNLARI... SİZE DAHA YILLARCA İMAMOĞLU OPERASYONUNU İZLETECEĞİZ.. HEYBENİN İÇİNDEN ELİMİZE NE GELİRSE TURPLARI BULUP BULUP ÇIKARTACAĞIZ” diyor.

Oysa turplar başka yerde. Gözümüzün önündeyken bir türlü göremediğimiz ihanetlerde.
“İHANET” diyorum. Nedenini okuyunca anlayacaksınız. DEM Eş Başkanı Tülay Hatimoğulları Meclis’te gazetecilerin sorularını yanıtlarken anlattı:
“Çözüm ve barışı konuşuyoruz diye kayyum uygulamalarını unuttuğumuzu kimse sanmasın. Bakın Van için soruyorum. Kayyum, çocuklar için açılan kreşi kapattı. Neden? Kayyum kadınlara ücretsiz otobüs yolculuğu için verilmiş olan Jin kartı iptal etti. Neden? Kayyum sadece Van'da değil kayyum atanan bütün belediyelerde halkın yararına olan bütün projeleri tek tek iptal etti. Neden? Bütün bunların yanıtını bekliyoruz. Bunun fazlasını bekliyoruz. Kayyum politikaları derhal son bulmalı ve kayyum atanan belediyelerin seçilmiş başkanları kendi görevlerine hızlı bir biçimde iade edilmelidir.”

İstanbul’da kent lokantaları hedefteydi.
Öğreniyoruz ki Van’da çocukların elinden kreşler.. Kadınların elinden de otobüs kartları alınmış..
Tülay Hatimoğulları “neden” diye soruyor.
Bence çok açık. İktidar böyle toplum / aile yararına projelerle muhalefetin puan toplamasını istemiyor.

İnsanlar bulutların hemen değebilecekleri kadar alçakta olduğunu zannetsinler istiyor.
Cehaleti bu yüzden seviyor, kutsuyor.

“SIRRI SÜREYYA SÜRECİ…”

Gecenin sessizliğinde yazıya oturmuşken geldi haber. Sırrı Süreyya çok ama çok ağır bir kalp rahatsızlığı ile hastaneye kaldırılmıştı. Kalpten çıkan ana aort damarı yırtılmıştı.. Hastaneye kaldırılırken de durumu artık kritik seviyedeydi.
Yaklaşık 10 saat sürdü ameliyatı. Hala kritik seviyede, yoğun bakımda.
O narkozun lütfuyla acısız karanlıktayken, hastanenin dışında bambaşka bir yoğunluk herkesin göğsünü daraltıyordu. Herkes yazılamayanı, anlatılamayanı biliyordu. Bu arada belki bir şeyin daha farkına varmışlardı.
Zira, bu vesileyle daha da açık gördük ki, Sırrı Süreyya -çözüm sürecinin akıbetini bilmiyorum ama- kendisi bizatihi barış süreci olmuştu. AKP’lilerden, CHP’lilere ve hatta ulusalcı diyebileceğim nice isimlere kadar iyi dilek mesajları yağdı.
Uzun yıllardır tanırım Sırrı Süreyya’yı. Galiba ekrana ilk çıkaran da benim.
Çok yakın görüşmezdik ama uzaktan da olsa haberleşir, kucaklaşırdık.
Umarım bu yakınlarda hayat hikayesini yazmak zorunda kalmayız. Umarım kaç defa olduğu gibi yine ayağa kalkar.. Ve özlemini çektiği, kalbini her seferinde perişan etme pahasına “yollarına düştüğü” barışı görür..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ayşenur Arslan Arşivi

Adaletin kestiği parmaklar!

18 Nisan 2025 Cuma 14:36

ROK yalnız değildir!

17 Nisan 2025 Perşembe 15:19

Bizden vazgeçtiler!

15 Nisan 2025 Salı 15:24

Neler oluyor neler!

14 Nisan 2025 Pazartesi 16:42

Kağıttan Kaplan... Miki Maus...

12 Nisan 2025 Cumartesi 15:00

Kumpas heybesindeki büyük turp!

11 Nisan 2025 Cuma 14:56

Ne gün ama!

10 Nisan 2025 Perşembe 14:36