Dünden daha fakir, bugünden daha baskıcı

Gezi Parkı Davası'nda Osman Kavala'ya hükümeti devirmeye teşebbüste beraat veren İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi'nin bir üyesi karardan sonra çevresine şunları söyledi:

"Ben muhafazakarım. Kavala'dan hazzetmem. Karanlık bağlantıları olduğunu düşünüyorum. Ceza verebilmek için dava dosyasında delil aradık. Ancak bulamadık"

Bu sözler bağımsız yargı adına umut vericiydi.

Kavala, koğuşunda valizini hazırlamış ve tahliye olmayı beklerken...

Berbat bir polisiye romanı andıran, gülünç ve ciddiyetsiz bir 15 Temmuz soruşturmasından aynı gün tutuklandı.

Tarih, 18 Şubat 2020'ydi.

Bir gün sonra...

Delilsiz yargı, yargısız infaz

Cumhurbaşkanı Erdoğan, öyle bir açıklama yaptı ki, Kavala'nın talimatla cezaevinde tutulduğu anlaşıldı.

Şunları söyledi:

"Soros türü bazı ülkeleri ayaklandırmak suretiyle oraları karıştıran tipler vardır. Onun da Türkiye ayağı malum içerdeydi ve bir manevrayla dün onu beraat ettirmeye kalktılar"

Kavala, Gezi Parkı'nda aklandığı halde...

Erdoğan, masumiyet ilkesini ayaklar altına alarak, "Gezi olaylarının finansörü" diye suçladı.

Boğaziçi Üniversitesi'nde rektöre yönelik protestodan ötürü Kavala'nın eşi olan Prof. Dr. Ayşe Buğra'yı hedef aldı.

Dedi ki:

"Şu Osman Kavala denilen, Soros'un adeta ofisi olan, temsilcisi olan kişinin karısı da Boğaziçi Üniversitesi'nde bu provokatörlerin içerisinde yer alan bir kadındır"

Erdoğan, hem delilsiz yargıladı.

Hem yargısız infaz etti.

İki ihtimal

Erdoğan'ın her açıklaması, siyasallaşan Türk yargısının adım adım Beştepe'nin hukuk bürosuna döndüğünü ispatlıyor.

Kavala hakkındaki beraat ve tahliye yok sayıldı.

AİHM'in "Bırakın" kararı tanınmadı.

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin ihlal prosedürü başlatacağını açıklaması bile umursanmadı.

O kadar ki...

Gezi Parkı ile Çarşı Grubu davaları siyasi baskıyla bozdurulup Kavala'nın yargılandığı uyduruk 15 Temmuz Davası ile birleştirildi.

Bu hukuksuzluğun iki sebebi olabilir.

Bir: Gelecekte muhalefetin, içine atılacağı soruşturmanın şimdiden hazır tutulması.

İki: ABD ve Avrupa ile pazarlık.

Dünya, Erdoğan'ın taktiğini kavradı.

Rahip Brunson'un Trump'un tehdit tweetleriyle...

Gazeteci Deniz Yücel'in Merkel'le görüşülerek bırakıldığını biliyor.

Bildiri 'dış güçler' söylemine fırsat verdi

Bu arada, ABD ve Almanya'nın da olduğu 10 ülkenin büyükelçisi Kavala'nın serbest bırakılması için bildiri yayınladı. Ancak bu, diplomaside benimsenmiş ve alışılageldik bir yöntem değil.

Faydası da olmadı.

Suriye'de iç savaşa, Mısır'da iktidar mücadelesine, Avrupa'da siyasi gerilimlere taraf olan Erdoğan, bildiriyi içişlerine müdahele sayarak, büyükelçilerin 'istenemeyen adam' ilan edilmesi için Dışişleri Bakanlığı'na talimat verdiğini söyledi.

Ülkeyi ekonomik iflasa sürükleyen Erdoğan'ın dikkatleri 'dış güçlere' yöneltmesine imkan verdi bildiri. Kavala'nın 'laneti' etrafında Erdoğan, AK Parti'den kaçan milliyetçi muhafazakar seçmeni 'Gezi' alarmı ile toparlamayı umuyor.

Başarabilir mi?

Zor!

Altını çizmem gerekir ki...

Büyükelçiler istenmeyen adam ilan edilirse karşılılık gereği bize de aynı prosedür uygulanacak.

Şu tuhaflığa bakın:

Bir yandan Mısır ve İsrail'e büyükelçi atamayı konuşurken, diğer yandan 10 ülkeyle köprüler atılmak isteniyor.

Türkiye, medeni dünyadan hızla uzaklaşıyor.

Seçimli otoriterliğin egemen olduğu, muhalefete ancak iktidarın ömrünü uzatmak ve meşruiyet sağlamak için izin verilen, temel insan haklarının, hak ve özgürlüklerin 'ihanet' sayıldığı bir karanlığın içinde seyir halindeyiz.

Dünden daha fakiriz.

Yarın...

Bugünden daha otoriter olacağız.

Buğra: Duruşmaya çıkmasının anlamı kalmadı

Kavala'nın eşi Prof. Dr. Ayşe Buğra sorularımı yanıtladı.

Erdoğan'ın açıklamaları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yargıya karışılmaması gerektiği söyleniyor ama açıklamaların kendisi yargı bağımsızlığı fikrine uygun değil. Bir çelişki var.

Eşinizin duruşmaya çıkmama kararını nasıl yorumluyorsunuz?

Bu durumda duruşmalara çıkmasının anlamı kalmadı gibi geliyor. Duruşmada söylenenler yargıyı ne kadar etkiliyor? Kararına saygı gösteriyorum.

Bilginiz var mıydı önceden?

Konuşmadık ama bu kararı anlıyorum. Savunma yapsa ne olacak, yapmasa ne olacak.

Gidecek misiniz duruşmalara?

Duruşmalar yıpratıcı oluyor. İnsan çok sarsılıyor. Bilmiyorum, belki gitmem.

Erdoğan, eşiniz için "Soros'un Türkiye şubesi" diyor.

Açık Toplum Vakfı, Türk kanunlarına göre kurulmuş ve denetlenen bir vakıf. Eşimin öteki yönetim kurulu üyelerinden farklı bir konumu yok. Niçin tek bir insan Soros'un temsilcisi gibi gösteriliyor? Anlamak çok zor.

Bir yorumunuz var mı? Niçin?

İsmail bey, yok. Şu durumun ne mantıkla, ne hukukla açıklanabilir tarafı yok.

Büyükelçilerin açıklamalarını nasıl değerlendirdiniz?

Türkiye, Avrupa Konseyi kurucu üyesi olan, AHİM kararlarının bağlayıcılığını kabul etmiş bir ülke. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, kasım sonunda Osman bırakılmazsa yaptırım başlatacağını söyledi. Bu vahim birşey. Elçilerin girişimini işlerin bu hale gelmesini önlemeye yönelik iyi niyetli girişim olarak yorumluyorum.

'İstenmeyen adam' ilanını nasıl yorumluyorsunuz?

Bunlar çok ciddi şeyler. Dışişleri'nin engellemeye çalışması gerekir.

Adalete inancınızı koruyor musunuz?

Türk yargısının işleyişi konusunda dört yıl sonunda çok umutlu olabilmem imkansız.

Namık Tan: Duygusal ve ölçüsüz bir tepki

Eski Vaşington Büyükelçisi Namık Tan, büyükelçi krizine ilişkin sorularımı yanıtladı.

'İstenmeyen adam' çağrısını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çok ağır bir yaptırım. İstisnaidir. Savaş zamanlarında çıkar. Ya da görevi olmayan alana giren diplomatlar için uygulanır. Son derece duygusal bir tepki.

Büyükelçilerin açıklamasını nasıl yorumluyorsunuz?

Niçin yaptılar? Farkındalık yaratmak, dört yıldır hapiste olduğunu söylemek, hukuksuzluk yaşandığını ortaya koymak için. Bunun yolu bu değil. Büyükelçilerin söyledikleri değil, girişim şekli yanlış. Yersiz ve zamansız.

Tamam yanlış bir yöntem, tepki gösterildi. Dışişleri Bakanlığı'na çağrıldılar. Biraz daha fazla tepki gösteriyorsanız, büyükelçilerinizi istişare için çağırırsınız. Bu çok rahatsız olduğunuz anlamına gelir. Ancak tepki verirken en üstten başlamazsınız. Kendinize manevra alanı bırakırsınız.

Bu en üstten bir tepki mi?

Tabi canım, cumhurbaşkanı bizzat açıklıyor. Halbuki şöyle olur: Açıklamayı Dışişleri Bakanınıza yaptırırsınız. Ki, tepkilere göre manevra alanı kalsın.

İstenmeyen adam ilan edilirler mi?

Edilecekler. Yüzde yüz.

En kötü senaryo ne?

Onlar da büyükelçilerimize 'mukabele-i bilmisil' dediğimiz şart altında cevap verirler. Diplomasi tarihi bunu böyle yazmıştır.

Şunu unutmamak lazım: İçişlerine karışmama prensibi köklü değişikliklere uğradı. İnsan hakları, içişleri meselesi olmaktan çıktı. Ayrıca uluslararası örgütler çerçevesinde bazı yükümlülükleri kabul etmişsiniz. İnsan hakları düzenlemelerini iç hukukun parçası yapmışsınız.

İçişlerine karışmama konusunda güya ders veriyoruz. Biz bir sürü yerde müdahalede bulunduk. Avrupa'da neler neler söyledik. 10 büyükelçinin müdahalesi ne ölçüde isabetli, bu tartışılır. Ama içişlerine müdahale diye sınır dışı etmenin isabeti de çok ciddi tartışılır. Ok yaydan çıktı. Muhtemelen büyükelçiler sınır dışı edilecek. İnşallah AB kararı çıkmaz. Toplu bir karar da alabilirler. Bu kadar yatırıma ihtiyaç duyduğumuz dönemde ölçüsüz bir tepki diye düşünüyorum.

Karar alınırken sonuçlar öngörülmüyor mu?

Şaka yaptığınızı zannediyorum. Dışişleri Bakanlığı fonksiyonlarını yitirmiş. Bakanın politika oluşturulmasında rolü yok. Bakanlık bir nevi haberleşme ajansı haline gelmiş. Başka yerde alınıyor kararlar. Bir adım atılmadan önce nasıl geri dönüleceğini hesap edersiniz. Burada öyle bir şey var mı?

E-5'ten Haliç'e, mahkemeden iktidara

Dün İyi Parti'nin dördüncü kuruluş şölenini izlemek üzere Haliç Kongre Merkezi'ne girerken, aklıma dört yıl önce Merter'deki İstanbul İl Başkanlığı'nın açılış töreni geldi.

Sanki bugün gibi hatırlıyorum.

Açılışa, binayı dolduracak sayıda insan katılmıştı.

Çoğunluğu MHP'den ayrılmış olan partililer oluşturuyordu.

Az sayıda kadın ve genç vardı.

Basın rağbet etmemişti.

Hürriyet adına ben ve Cumhuriyet'ten şair Ataol Behramoğlu töreni izlemek üzere il binasına gelmiştik.

FETÖ'cü suçlaması, İyi Parti'nin ayaklarında prangaya dönüşmüştü o günlerde.

Bugün İyi Parti, Haliç Kongre Merkezi'ne sığmıyor.

Salonun yarısını kadınlar dolduruyor.

Gençlerin gözleri parlıyor.

AK Parti'den transfer edilen Faruk Acar, hünerini sergilemiş.

Meral Akşener konuşurken, arkasındaki dev ekrana konuşmasından pasajlar, görseller ve fotoğraflar yansıyor.

Akşener'in konuşmasında, adaletsizliğe "Ömer'in yolunda" vurgusuyla karşı çıkılıyor. Bu İyi Parti'nin "Projeye değil ranta karşıyız" sloganından sonra muhalefetle ayrışmakta attığı ikinci adım. AK Partili muhafazakarları etkilemesi muhtemen olan söylem Alevilerde ters bir karşılık yaratabilir.

İyi Parti'nin "Atatürk'in izinde" olduğu vurgulanırken; Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan, Bülent Ecevit, Alparslan Türkeş ve Turgut Özal'ın mirası sahipleniliyor.

En çok Atatürk, Türkeş ve Ecevit alkış alıyor.

Dört yıl önce "Acaba seçime sokarlar?" diye endişelenen İyi Partililer bugün iktidara yürümenin heyecanını yaşıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İsmail Saymaz Arşivi