Seyhan Avşar
Devletin 'Sıcak Eli' Yerine İktidarın 'Soğuk' Tokadı
Bazen bir fotoğraf karesi ya da bir video görüntüsü çok şey anlatır.
Görmediğimiz, bilmediğimiz şeyleri o görüntüler ortaya koyar. Çoğu zaman o görüntülerin gerçekliği anlamayı sağlamada yeterli olduğunu sanırdım. Ama artık böyle düşünmüyorum. Düşünemiyorum. Çünkü depremden 1 yıl sonra esas olan gerçeklikle yüzleştim.
Depremin yıl dönümünde meslek büyüklerim Şirin Payzın ve Barış Terkoğlu'yla beraber Hatay'daydık. Faciadan sonra ilk kez bölgeye gittim. Açıkçası bu kadar büyük bir hayal kırıklığı bu kadar sarılmamış, kanayan yarayla karşılaşmayı beklemiyordum. Çekilen hiçbir görüntü deprem ve Hatay gerçekliğini anlatmaya yetmiyormuş. O görüntüler yıkılan yapıları anlatıyor belki ancak yaşarken birer ölüye dönüşen Hataylıları hiçbir görsel anlatamaz.
Biliyorum şimdi benim yazdığım bu satırlarda Hatay'ı anlatmaya yetmeyecek. Ancak yine de Hatay halkının yaşadıklarını dilim döndüğünce anlatacağım sizlere...
Kime dokunduysak, hangi konteynırı çaldıysak bin "ah" işittik. Hatay halkı dertli, Hatay halkı üzgün, Hatay halkı kırgın, Hatay halkı can çekişiyor.
Son süreçlerde yaşananlar ise halkın daha da öfkelenmesine neden olmuş. Bu öfkeyi tetikleyen iki neden var. İlki Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kentte yaptığı toplantıda sarf ettiği, "Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay'a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı, mahzun kaldı" sözleri. Halk, Erdoğan'ın bu sözlerini malumun ilanı olarak görüyor. Konuştuğumuz Hataylılar kendilerinin iktidar tarafından ötekileştirildiklerinin farkında olduklarını, hatta deprem sonrası 3 gün boyunca bölgeye hiçbir yardım gelmemesinin nedeninin de bu olduğunu söylüyorlar. Onlar için ilginç olan Erdoğan'ın bunu itiraf etmiş olması. Dahası halk Erdoğan'ın bu sözlerini tehdit olarak algılamış vaziyette. Şu noktada bana ilginç gelen durum ise şu: Hatay'da herkes Erdoğan'ın bu sözlerini duymuş. Konuştuğumuz herkesin söze, "Ölmüşüz biz tehdit ediliyoruz" sözleriyle başlaması bu durumun özeti gibi.
Bir diğer öfke nedeni ise CHP'ye... Halk yerel yönetimden şikayetçi. Mevcut başkanın yeniden aday gösterilmesini anlayamıyorlar, anlamlandıramıyorlar. Tepkiler çığ gibi. Açıkçası halk ile konuşunca Başkan Lütfü Savaş'ın sokakta korumasız yürüyememesinin benim tarafından beklenebilir bir durum olduğunu söylemeliyim. Şüphesiz benim sadece bir gün gezerek öğrendiğim bu gerçekliği Savaş da, yardımcıları da biliyordu ve anmada gösterilen tepkiler öngörülemez değildi. CHP'de bu tepkilere geç de olsa kulak verdi ve Savaş'ın adaylığı parti içerisinde bir kez daha görüşülecek. Savaş'ın yerine düşünülen ismin ise Hatay Milletvekili Suzan Şahin olduğu iddia ediliyor. Şahin şu saatten sonra Savaş'ın adaylığının geri çekilmesinin doğru olmadığı, protestoların ise bir kesimin tepkisi olduğu görüşünde. Halbuki Şahin bölge halkını en iyi tanıyan isimlerden birisi. Halkın tepkisini bilmiyor olması imkansız. Belki de kaybetme ihtimali olan bir seçime girmek istemiyor.
Hataylıların öfke sebeplerinden sadece iki tanesini aktardım. Şimdi ise bazı sorunlarını dahası buz dağının görünen kısımlarını aktaracağım. Hatay halkı derin bir yoksulluk yaşıyor. Kentin daha önceden ekonomik durumu iyi olan esnafı dahi ekmeğe muhtaç hale gelmiş durumda. Pek çok konteynerda bırakın yemeği çay dahi kaynamıyor.
Kent özellikle akşam olunca korkunç bir hal alıyor. Kapkaranlık ve ıssız... Toplu taşıma ise yok denecek kadar az. Özellikle kadınlar ve çocuklar bu durumun mağduru. Toplu taşıma olmayınca evlerden çıkamıyorlar. Depremde 34 yakınını kaybeden bir kadının şu sözleri durumu özetler nitelikte: "Çocuğum hasta oluyor. Hastaneye götüremiyorum. Araç yok, para yok. Allah'tan kendi aramızda dayanışmamız var. Yola çıkıyoruz. Arabası olanlar bizi alıyorlar."
Bir diğer sorun ise elektrik faturaları... Yayınımıza gelen bir yurttaş evinin 1 aylık elektrik faturasını uzatınca gördüğüm tabloya inanamıyorum. Tam 267 bin TL. Sadece yayına gelen o vatandaşın faturası değil mağdur olan. Hataylıların tamamı yüksek miktarda gelen elektrik faturalarından yılmış vaziyette. "Keşke sadece elektrik faturaları olsaydı sorun" dedirten noktaya değineceğim şimdi. İnternet faturaları... Halkın evi yıkılmış, ortada ev kalmamış ancak "aboneliğiniz vardı" denilerek yoksullukla boğuşan halk faturalarla nefessiz bırakılıyor.
Dünya Sağlık Örgütü "Sağlık" kelimesinin tanımını kişinin kendisini ruhen, fiziken ve sosyal olarak iyi hissetme hali olarak tanımlıyor. Girecek evleri kalmayan, yoksullukla, soğukla, ağır bir travmayla baş başa kalan halk sağlıklı kalabilir mi? Bu pek mümkün gözükmüyor. Konuştuğumuz Hataylılarda bunu doğruluyor: "Antidepresanlarla ayaktayız." Bölge için en elzem olan psikolog ve sosyal hizmet uzmanları bir elin parmağı kadar. Belki de Hataylıların en büyük ve acil ihtiyacı atanması gereken uzmanlar. Ülkede atama bekleyen alanında uzman çok sayıda genç varken deprem bölgesi için atama yapmak iktidar için zor olmasa gerek. Dahası iktidar bunu yapmaya mecbur. Sağlıklı bir toplum için mecbur...
Kentte gezdiğim süre boyunca en çok hissettiğim duygu. Kırgınlık... Hatay halkı kendilerini "sevilmediklerini, istenmediklerini" düşünüyorlar. Hatay topraklarından sürülmek istendiklerini anlatıyorlar. Devletin "sıcak eli" yerine iktidarın "soğuk tokadını" yemek canlarını yakıyor, kırılıyorlar...
Gelelim yazdığım an linçlenme ihtimalim olan konuya. Biliyorum şimdi birileri çıkıp, "Sen de mi ırkçısın Seyhan?" diyecek. Bu soruya yanıt vermeyi bile zul addederim kendime. Ancak gerçekliği, görüneni yazmak boynumun borcu. Hatay halkı kentlerinin demografik yapısının değiştirilmek istendiğini belirtiyor. Bunun iktidar eliyle bilinçli yapıldığı iddiasındalar. Suriyelilerin kentlerinde yakında belediye başkanı dahi çıkarabileceğini aktarıyorlar. Suriyelilere ilişkin halkın anlattıklarını ise delilsiz olduğu için bu yazıma taşımayı uygun bulmuyorum. Ancak anlatılanlar gerçekse tablo vahim ve korkunç.
Aslında anlattıklarım gördüklerimin yüzde 1'i. Ancak gözünüzde az da olsa bir gerçekliği canlandırabilmeyi, Hatay halkına az da olsa ses olabilmeyi amaçladım bu satırları yazarken. İktidar ve muhalefet, Atatürk'ün "Şahsi meselem" dediği Hatay'ın kendileri için "Bir şeref meselesi" olduğunu anlayıp, konuya siyasetler üstü bakıp kenetlenebilirlerse Hatay bir kez daha kurtulabilir. Tüm taraflara bu ülkenin bir yurttaşı, bir gazeteci, bir anne olarak yalvarıyorum. Lütfen artık geç kalmayın lütfen.