Çok ilginç bir siyaset yapma biçimi geliştirdiler. İktidardan bahsediyorum... Kendileri yapınca her şey mübah, rakipleri yapınca kötü.
En güncel örnek: HDP konusu. Önce HDP’yi ‘Şeytanlaştırdılar’, ardından rakiplerini sürekli HDP ile görüşmekle suçladılar ve adeta HDP ile işbirliği yapmayı vatana ihanetle eş tuttular. Millet masasında HDP’yi hiç görmedik değil mi? Ama sürekli olarak ‘HDP de masada' propagandası yaptılar. Öyle miydi? HDP şimdi nerede? 3. İttifakın içinde.
Oysa iktidar partisi işine gelince HDP’nin kapısını çalıyor. Her fırsatta HDP ile görüşüyor. Bakanlık da vermişlerdi hatırlarsınız. Çözüm sürecine, Öcalan konusuna hiç değinmiyorum bile. Bakınız, Anayasa değişikliği için geçen hafta HDP ile görüştüler. E ne oldu? HDP’nin ‘legal parti olduğunu’ söylüyorlar.
Burada MHP’nin tutumunu çok merak ediyorum. Acaba ortaklarının bu girişimine ne diyecekler?
Bir çifte standart da yurtdışı temaslar hakkında uygulanıyor. İktidar her fırsatta -doğal olarak- yabancılarla temaslarda bulunuyor. Washington, Londra, Moskova… Her yere gidiliyor. Muhalefet yapınca suç. Erdoğan büyükelçilerle görüşüyor. Topluca yemek de veriyor; Kılıçdaroğlu görüşünce bin bir türlü komplo teorisi.
Erdoğan Central Park'ta oturunca olay, Kılıçdaroğlu MIT’e gidince şov oluyor. Erdoğan en kritik görüşmelerde yanında tercüman dışında kimseyi bulundurmuyor, çoğu kere tutanak tutulmuyor; iş muhalefete gelince akla ziyan senaryolar. Hep algı.
Yani demem o ki; siyaset çifte standarttan kurtulmalı. Yoksa etkisini ve inandırıcılığını kaybediyor. Öyle ya; hepimiz iş, eylem ve söylemde tutarlılık arıyoruz. Değil mi?
Kılıçdaroğlu’nun ABD ve İngiltere seyahatleri eleştirilecekse bu, ‘Neden oralarda devlet görevlileriyle görüşmedin?’ şeklinde olmalıdır. İktidara aday bir muhalefet lideri daha sık bile çıkmalı yurtdışına ama gidince üst düzey temasları da olmalı. Ben olsam onu böyle eleştirirdim; 'Ne işi var oralarda?' diyerek değil.