İsmail Pehlivan
Cemevi Cami'nin Alternatifi mi?
Alevi ibadetinin yeri Cemevi’dir. Bu mekanlarda yapılan ibadetlerin şekli, içeriği ve yürütülen ritüeller başka bir inancın geleneğinde yoktur. Anadolu Alevi Ocakları’nın erkannameleri ışığında yapılan cem ibadetlerinde bağlama, cura, keman gibi müzik aletleri eşliğinde ibadet yapılır, semah dönülür. Dağların filozofları Dedeler, kendi ana dilinden taliplerini batıni felsefi inanç öğretisiyle irşad ederler.
Cemevi salt ibadet yapılan bir mekan da değildir. Toplumun bir çok sorununun çözüm yeridir aynı zamanda.. Bu mabetler kültürel ve bilimsel çalışmaların da yapıldığı ve ortaya çıkan fikirlerin toplum ile paylaşıldığı yerlerdir. Cemevleri, ülkemizde yaşanan sorunların tartışıldığı, görüş alışverişinde bulunulduğu ve toplumun çıkarları doğrultusunda öncülük yapılan bilim yuvalarıdır. Cemevleri, Hakk Muhammed Ali öğretisinin öngördüğü bilimin yol göstericiliğinde inancın yaşatıldığı ve toplumsal birliğin sağlandığı önemli ve gerekli ibadet mekanlarıdır. Cemevlerinin asli unsurları Dedeler ve talip topluluklarıdır. Aynı zamanda tarihsel misyon sahibi Seyyid-i Saadet evlatları Dedeler’in (Pir-Mürşid-Rehber) görevi, inançsal bütünlüğü sağlayarak; ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlara çözüm yolları önererek toplumsal dinamizmi sağlamaktır.
Cemevleri cumhuriyetimizin laiklik ilkesine uymayı asli görev olarak kabul etmiştir. Siyasetin, Alevi inanç merkezlerinde yeri yoktur.
Cami, Sünni Müslümanların ibadet yeridir. Bu mekanlarda siyaset her dönemde etkin rol oynamıştır. İnanç öğretisi tarihin her döneminde devletlerin yönlendirmesine tabii olmuştur. Dolayısıyla İslam öğretisi önemli tahribatlara uğratılmıştır. Din adamları Muhammedi İslam yerine, Emevi-Vahabi İslam’ın esareti altında dini bilgileri gerçek İslam’mış gibi topluma aktarmaktadırlar.
Cumhuriyetin kurucu önderi Mustafa Kemal Atatürk, Muhammedi İslam’ı tarikatların, cemaatlerin elinden kurtarmak için Diyanet İşleri Başkanlığı’nı (DİB) kurdu. Bu kurum aracılığıyla İslam dinini siyasetten arındırmayı hedeflemişti. Bunun gereği olarak ta doğru dini bilgilerin verildiği tek merkez olarak DİB görevlendirilmiştir. Lakin böyle olmadı. Süreç içinde DİB yeniden dini tarikatlar ve cemaatlerle işbirliği yaparak, gericiliğe hizmet eden bir yapı olarak fetva makamına dönüştü. Ayrıca Alevi toplumuna ve seküler kesime karşı da düşmanca bir anlayış içinde olmuştur. Bugün cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmemesinin önündeki en büyük engel de DİB’in başına çöken siyasal İslamcı kadrodur.
Gelelim Cami ve Cemevi meselesine..
Osmanlı’dan günümüze bu proje hep siyasi iktidarların programlarında ve zihniyetlerinde yerini korumuştur. Özellikle Padişah Yavuz Selim’den sonra Alevi toplumunun yaşam alanlarına Sünniliğin mabedi olan camiler inşa edilmiştir. Bu topraklarda ezici bir nüfusa sahip olan Aleviler, bu yolla önemli ölçüde asimile edilmiştir. Günümüzde ise Cumhuriyet hükümetleri Osmanlı’dan aldığı mirasla Alevi köylerine cami yaptırarak asimilasyona devam etmektedirler. Cemevleri ibadethane olarak kabul edilmeyerek hala aynı zihniyete hizmet edilmektedir. Alevi varlığına tahammül edemeyerek Sünnileştirmek devletin ve siyasi iktidarların sanki varlık nedeni olmuş..
Sarızlı Hakk Aşığı İbreti bu duruma tepkisini şöyle dile getirmiştir:
“Minareye çıkıp bize bağırma
Haberimiz vardır, sağır değiliz
Sen kendini düşün bizi kayırma
Sizlerle kavgaya uğur değiliz
Biz her yerde Hakk'ı hazır biliriz
Olgun insanları Hızır biliriz
Bundan başkasını sıfır biliriz
Tahmininiz yanlış, biz kör değiliz”
1925 yılında çıkarılan 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması Kanunu da Alevilerin asimilasyonunu hızlandırmıştır. Bu dönemden sonra yeniden gizli ibadete başlayan Aleviler ibadetlerini gerçekleştirirken, devletin güvenlik güçleri bu mekanlara baskın düzenleyerek, inanç sahiplerini işkencelere tabi tutarak, hatta tutuklayarak gözdağı vermiştir.
Esas olarak bu kanunun salt Alevilere yönelik olmamasına karşın, ne acıdır ki bu kanundan en çok Aleviler zarar görmüştür. Anadolu’nun aydınlık insanlarına korku zerkedilerek asimilasyonu hızlandırılmıştır. Aleviler hızla Sünnileştirilmiştir. 2022 yılında bir cumhurbaşkanı kararnamesi ile Kültür Bakanlığı’na bağlı Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı kurulmasının amacı da aynı zihniyetin ürünüdür.
Cumhuriyet döneminde Aleviler çıkan bu yasadan sonra ibadetlerini gizli saklı yerlerde ve dört bir tarafa gözcü koyarak yaparken; Sünni tarikatlar ve cemaatler binlerce camide varlığına ve örgütlenmesine devam etmiştir.
Anadolu’da birçok yerleşim merkezinde yerel yönetimler ve siyasi iktidarlar tarafından cami ve cemevinin aynı alana sıkıştırıldığı biliniyor. Bu art niyetli bir uygulamadır. Hatta köylerde, mezralarda bulunan Alevi ulularının türbelerine minare dikilerek beş vakit ezan okunduğu da bir gerçek.. (Bu duruma itiraz eden Aleviler hakkında da davalar açılmıştır.) Buralardaki gözlemlerimiz doğrultusunda o köylerdeki Alevilerin alıştıra alıştıra Sünnileştirildiğine de tanık oluyoruz.
Bu açıkça… Alevi toplumuna reva görülen insanlık dışı bir zulümdür.
Tarihsel geçmişine ve günümüz uygulamalarına baktığımızda Cemevi hiçbir dönemde Cami’ye alternatif bir inanç merkezi olmamıştır. Nedeni çok açık… Alevi ve Sünni inanç erkanlarının, kaidelerinin ve ritüellerinin hiçbiri birbirine uymamaktadır, uyması da mümkün değildir.
Demek ki neymiş?
Alevilik, Sünniliğin alternatifi değil; Cemevi de Cami’nin alternatifi değildir. Bunun için hiçbir kesimin gocunmasının gereği yoktur.
Bu nedenle, Alevileri asimilasyona zorlamaya çalışmanın akli ve vicdani yanı da yoktur. Ayrımcılığın ve ötekileştiriciliğin kimseye yararı olmaz. Aksine çelişkileri keskinleştirir; uzlaşma zeminini ortadan kaldırır ve bir arada yaşama kültürünü zedeler. Dolayısıyla toplumsal bölünmeye hizmet eder.
Aleviler bu ayrılıkçı-ötekileştirici zihniyeti her dönem reddetmişlerdir. Barış içinde bir arada yaşamaya özen göstermişlerdir.
Her topluluk kendi inanç kültürünü, kendi inancının sembolü olan mabetlerde yapmalıdır. Bir devletin sınırları içinde yaşayan toplulukları tek bir inancın ibadet mekanlarında ibadete zorlamak o toplumun geleceğindeki sosyal, kültürel ve ekonomik gelişimine büyük engel oluşturur. İslam coğrafyasında yaşayan toplulukların yaşadığı tarihsel akış bunun en somut örneği olarak günlük yaşamımızdaki yerini almaya devam etmektedir.