Mustafa K. Erdemol

Mustafa K. Erdemol

Antik dünyadan günümüze
Bizi hayırseverlik kurtardı

Fırsatçısına da dolandırıcısına da rastladık ama çoğunluğun birbiriyle dayanışmasının önüne geçecek kadar değildi ne mutlu ki sayıları. Ülke tarihinin yaşadığı en büyük felaketlerden birinde yurttaşların sergilediği dayanışma henüz birbirimizden umudu kesmememiz gerektiğini gösterdi bize. Keşke bu kadar acı bir biçimde fark etmeseydik bunu.

Göz yaşartan dayanışma örneklerine tanık olduk. Gittikçe bencilleşti(rildi)ğini düşündüğümüz toplumumuzda nasıl oldu da bu başarılabildi diye şaşırdık da biraz. Belki de hep var olan ama sadece kendimizi düşünmek zorunda kaldığımız deprem öncesi koşuşturma ortamında aklımıza gelmeyen dayanışma duygumuz felaketle birlikte ortaya çıkıverdi.

Hayırseverlik: İnsan sevgisi

Birbirimizle ilgilenmemiz ne kadar iyi. Hayırseverlik gerçekten çok güzel bir insan davranışı. Hayırsever olmanın insan sevmek anlamına geldiği bilinir. Yunanca Philanthropia'dan gelen Philanthropy (Hayırseverlik) sözcüğü aslında insan sevgisi anlamına geliyordu önceleri. Zamanla bu ilk anlamı değişti tabii. Hayırseverliğin herhalde bugüne özgü bir davranış olduğunu sanan yoktur. Kadim bir insan tutumudur bu. İzlerine antik dünyada rastlıyoruz ilk. Klasik Çin düşüncesinde yardımseverlik bir erdem olarak görülürdü, bağış yapmanın zorunlu olduğunun yazıldığı Hindu metinlerinden söz edilir. İslamiyet’te de hayırseverlik öğütlenir inananlara.

İyilikte coğrafyanın önemi yok tabii. Sahra Altı Afrikasının eski uygarlıklarında başkalarına iyilik yapmak çok çok önemliydi. Amerikan yerlileri hem dengeyi hem de uyumu özendirmek için bağışta bulunmayı çok önemserlerdi.

Basamak basamak iyilik

Hayırseverliğin merdiven biçiminde bir çizelgesi bile yapılmıştır. Çok hoştur doğrusu. Bunu 12. yüzyıl filozofu (aynı zamanda hahamdı) Moses Maymunides’e borçluyuz. Bu merdivende “istemeyerek vermek” en alt basamaktayken, kendini belli etmeden “birine yardım etmek” en üst basamakta yer alır. Maymunides'in çizelgesi bugün bile hayırseverliği ya da bağışçılığı düzenleyen bir çizelge özelliğini taşır.

Dönem değiştikçe hayırseverlk ortadan kalkmadı elbette ama başka “merkezlere” kaydı. Ortaçağ dünyasında ekonomik, siyasi, sosyal yapılar zayıfladıkça, feodalizm de çökünce feodal beyler kendi çıkarları için bakmak zorunda kaldıkları serflere bakamaz duruma geldiler. Avrupa’da başlayan Reformasyon dönemi Katolikliğin tekelini kırdı, yeni dinler, felsefeler çıktı ortaya. Osmanlı İmparatorluğu gücünün zirvesindeydi. Doğu Asya’da güçlü hanedanlar Çin’i, Japonya’yı yönetmeye başladı. Küresel keşif çağının da gelmesiyle sadece mal değil, kültür alışverişi de mümkün oldu.

İşte tüm bu gelişmeler hayırseverliğin yükselişini de etkiledi. İhtiyaçlar kentlerde merkezileşti, bağışların yapıldığı yer artık dini kurumlar ya da tarikatlar değil, devlet oldu. Sosyal bir projeye dönüşen hayırseverlik yirminci yüzyılın ortaları boyunca gelişmeye devam etti. Yeni ulus-devletlerin büyümesi buna karşın küresel ekonomik gerileme, sosyal refah alanında devlet müdahalesinin artmasına yol açarak özel hayırseverliğin rolünün yeniden tanımlanmasına neden oldu. Dünya Savaşı krizi, askerlerle, siviller için para, malzeme, hizmet şeklinde muazzam bir destek akışına yol açtı. Bu desteğin etkin bir şekilde yönetilmesi, hayırseverlerin birlikte çalışmasını, profesyonelleşmesini gerektirdi. Yani doğal bir insan tutumu olan dayanışma ya da hayırseverlik organize hale geldi zamanla.

Felaketlerde aslına dönüyor

Ama kimi felaketlerde bu tutum ilk ortaya çıktığı “birey kaynaklı” dayanışma, yardımlaşma haline geliyor. İnsan tek başına bir “organizasyon”a dönüşüveriyor hemen. Öyle bir haldeyiz ki, herkes bir gün kendisinin de “yardım edilmesi gereken birine” dönüşeceğini biliyor ülkede. Empatiyi kendi akıbetini düşünerek hatırlamanın da kötü bir tarafı yok elbette.

Yaşadığımız büyük felaket, aynı zamanda büyük çaresizliğimiz de oldu. Yakınlarımızı, sevdiklerimizi koruyacak güvenli, sağlam yapılar değildi içinde yaşadıklarımız. Kötü yapıcıların insafına kalmış haldeydik. Bedelini ağır ödedik.

Örgütlü bir kötülüktü karşımızdaki. Bu kötülüğün yol açtığı yıkıma örgütlü hayırseverlikle/dayanışmayla direnebildik. Başka çaremiz yoktu çünkü.

“Kader planı”nda payımıza düşen bu oldu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mustafa K. Erdemol Arşivi