Erdoğan'ın Çok Konuşulan Hamas Açıklamalarını Sezin Öney Yorumladı:

Türkiye’nin Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın öncülüğünde olduğu, “itidal ve barış telkin eden” rasyonel politika çizgisini ne kadar devam ettirebileceğini merak ediyorduk. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, İsrail-Filistin Meselesi gibi bir dönem “dünya markası” olduğu bir konuya girmemesi düşünülemezdi.

Beklenen, çok da beklemeden gerçekleşti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, TBMM çatısı altında, AK Parti grup toplantısında; “Hamas bir terör örgütü değil; topraklarını ve vatandaşlarını koruma mücadelesi veren bir kurtuluş ve mücahitler grubudur” diyerek, konuya en sert perdeden giren bölge ülkesi oldu.

Hamas’ı askeri olarak destekleyen İran, ekonomik olarak arka çıkan Katar böyle yüksek perdeden açıklamalar yapmazken; Ankara, Hamas’a kefil oldu.

Dahası Erdoğan, “İnsani, siyasi ve askerî varlığımızla Filistin tarafının garantörlerinden biri olmaya hazırız” diyerek, Türkiye’yi de net biçimde taraf yaptı. Ancak, Filistin tarafında herhangi başka bir aktörü de zikretmeden; Hamas’ın tarafı ilân etti.

“Askerî varlıkla” kastedilen, Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin insani yardım ve barış gücü olmaktan başka bir şey olamaz herhalde; ama bu aşamada, bu açıklamaları duyup görüp de, Türkiye’ye “barış gücü” algısıyla yaklaşacak kimse olmaz.

Dahası; Ortadoğu’daki herhangi bir devletle, devlet dışı bir aktörün savaşına, bir bölge ülkesi olarak bu kadar açık angaje olursanız- o savaş, dönüp dolaşıp bir şekilde sizi de yakar.

Öyle Ukrayna Savaşı’nda olduğu gibi, bir yandan Ukrayna’ya askerî satış yapıp ve politik destek verip; diğer yandan, Rusya ile askerî alışverişe girip, siyasi dostluk içinde olmaya benzemez İsrail-Hamas Savaşı’na taraf olmak…

İşin ilginç ve ironik yanı; Türkiye’nin Hamas’a, en üst düzey isminin ağzından bu denli açık çek vermesi, en fazla bölge ülkelerini rahatsız eder. Diğer bir deyişle, Batı’dan da çok Ortadoğu ülkeleri rahatsız olur. İran-Irak Savaşı’nın travmasını yaşamış Tahran, bölgedeki hesaplarını hep devlet dışı aktörleri kullandığı “vekâlet savaşlarını” tercih ediyor. Kendisinin doğrudan taraf olacağı bir savaştan İran da uzak durma çabası gösteriyor; çünkü, içine çekileceği bir savaşın zordaki ekonomisini daha köşeye sıkıştıracağını, halkında daha da ciddi huzursuzluklara yol açacağını biliyor.

Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan, sadece Batı ülkeleri ile değil; Çin dâhil tüm büyük ekonomik ve siyasi odaklarla ilişkilerini geliştirip “dünya gücü” olmaya oynarken; bölgeyi sarsan ve dünyayı kutuplaştıran bir savaşta taraf olmak istemiyorlar. Benzer şekilde, Doğu Akdeniz doğal gaz rezervlerinin somut maddi getirisini kasasına aktarabilen tek ülke olan Mısır da; ne savaşın büyümesi, ne de bu savaşın tarafı olmayı ister. Keza Mısır ve Ürdün gibi bölge ülkeleri için turizm gelirlerindeki düşüş de ciddi biçimde yaralayıcı olur. Ve tabii, bölge ülkelerinin hiçbiri, Filistinlilere kapısını açmaya da niyetli değil.

Lübnan siyaseti geneli ve hatta ülkede parlamentoda temsiliyeti bulunan Hizbullah dahi, şimdiye kadar savaştan kendini uzak tutup; açık angajmana girmeyecek “orta yolcu” tavırlar sergiledi.

Hamas’ın rehin tuttuğu yaklaşık 200 kişinin 138’i, İsrail’den başka ülkelerin vatandaşlıklarına sahip.

Katar gibi Hamas’a maddi desteği bilinen bir bölge ülkesi bile, bu rehinlerin serbest bırakılması için müzakerelerde kilit rol oynarken; asla ve asla kendini Hamas ile aynı safta gösterecek bir tek söz etmedi.

Sonuçta, bu rehineleri ellerinde tutanlar arasında sadece Hamas değil; Gazze’deki diğer silahlı örgütler de var. Ve bu örgütler, Hamas’a tamamen biat etmiş falan da değil: bu kadar karışık bir tabloda, Hamas’a bu denli arka çıkıp kefil olmak çok “rasyonel” olsa, bunu bölgede yapacak başka ülkeler de çıkardı herhalde.

Dahası, sürekli 180 derece dönüşler içinde olan; akşam bir politika ile yatıp, sabah başka bir politika ile kalkan bir Türkiye, kime hangi konuda ne güven verebilir?

Bir gece İsveç’in NATO üyeliğine yeşil ışık yakan; “Batı dostu” bir politikayla uyuduk. Sabaha, Ortadoğu’da barış telkin eden ve itidal telkin eden, çok taraflı ve çok boyutlu bir Dışişleri Bakanlığı politikası ile uyandık. Öğleden sonra ise, “Hamas terör örgütü değildir; mücahitler birliğidir” diyen “damardan” bir bambaşka politika ile devam ettik.

İşte, Türkiye dış politikasında bir 24 saatin özeti...

Böyle bir ülkeye, dış yatırımcı neden gelsin?

“Dış politikada rasyonalite buraya kadar; bakalım, ekonomide ne zaman ‘irrasyonel’ politikalara dönülecek?” Ekonomide, dış dünyada iğneyle kuyu kazarak elde edilmeye çalışan güven de, bu soru tüm uluslararası yatırımcıların zihninden geçmiştir.

Dahası da var…

Uluslararası Para Fonu (IMF) Direktörü Kristalina Georgieva, Suudi Arabistan’da gerçekleşen Gelecek Yatırım Girişimi Zirvesi’nde (Future Investment Initiative), “İsrail-Hamas Savaşı’nın, bölge ülkelerinde ısrarlı ve kalıcı krizlere yol açacağı” yönünde uyarıyordu. Sadece Georgieva değil; dünyanın önde gelen fon yöneticileri-bilfiil finansal kaynakları yöneten isimleri de, benzer uyarılarda bulundu.

Georgieva’nın kendisi, “dış yatırımın başka bölgelere kayması, turizm gelirlerinin düşmesi ve bölgedeki sığınmacı-mülteci nüfuslarının artması” gibi kırılganlıklara dikkat çekti.

Türkiye, ekonomisi başta; sosyal, politik, iktisadi anlamda hiçbir riskle karşı karşıya olmadığı için çok rahat herhalde.

Kaldı ki, Ankara’nın rotasını bir anda “barış ve itidalden”, tıpkı Suriye Savaşı döneminde olduğu gibi devlet dışı aktörlerle angajman ve agresif söyleme çevirmesinin Filistinlilere ne gibi bir yararı olacak? En önemli nokta da bu…

Kendi ekonomisi krizden darboğaza, oradan da iflasa gitme tehdidi ile karşı karşıya bir ülke; kimin hakkını nasıl savunacak?

Diyecek bir şey yok: Suriye Savaşı dönemi yanlış politikalarından zerre bir ders alınmamış, bir şey öğrenilmemiş.

Ve bu sefer kasa da boş…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Sezin Öney Arşivi