Sabahattin Ali: Karnını Doyuramayacağınız, Okutamayacağınız Çocuğu Doğurmayın!

Sabahattin Ali: Karnını Doyuramayacağınız, Okutamayacağınız Çocuğu Doğurmayın!
Acaba “çok çocuk yetiştirmemiz lâzım!” diye kaloriferli odalarında, kristal yazı masalarının başında “lâf ile dünyaya nizamat” verenler, bu “çok çocuk”ların halini bir gördüler mi?

Bize yarının hastanelerini, darülâcezelerini cezaevlerini dolduracak, cahil, mesleksiz, serseri yüz milyonun lüzumu yok! Bize, insan gibi yaşamak, hayatın nimetlerinden istifade etmek imkânlarına, hiç olmazsa bu sakat tedbirleri tavsiye edenler kadar sahip yirmi milyon vatandaş, daha faydalıdır. Bunun için, işi kabuğundan değil, çekirdeğinden ele almak evvelâ bu memlekette sefaletle, cehaletle İçtimaî müsavatsızlıkla, hülâsa bütün geri taraflarla hep birden mücadele etmek lâzımdır. Hiçbir içtimai mesele tek başına var olamaz, hepsi birbirine zincirleme bağlıdır. Zincirin bir halkasını ele alıp üst tarafını unutursak, köylerde on çocuk doğurup bilgisizlik, bakımsızlık, sefalet yüzünden ancak ikisini yaşatabilen anaları, sıtmadan, veremden ölen, trahomdan kör olan yetişkinleri düşünmeden “fazla çocuk doğurmuyoruz da ondan küçük ve geri millet olarak kalıyoruz!” diye bağırırsak, gülünç vaziyete düşmüş oluruz.

Bu Memleketi Kurtarmak İçin

Memleketi, içinde bulunduğu gerilikten kurtarmak için herkesin kendine göre şifalı bir tedbiri var. Herkes için yalnız kendi tedbiri doğru, bunun dışında, kalanlar ehemmiyetsiz, yanlış… Yarı münevverlere mahsus bir dar görüşlülük, bir “basit (?)” itiyadı ile, birçok okumuş yazmışlar, tutturuyorlar:
“Efendim, bu memleketi kurtarmak için her köyde bir okul açılmalıdır, ondan sonrası kolay.”
“Efendim, memleketi yükseltmek için her eve bir tezgâh verilmelidir, üst tarafı kendiliğinden olur…”
Efendim, evvelâ hırsızlar asılsın, yalnız namuslular kalsın, bakın bu memleket ne olur.”
Son zamanlarda buna bir de “nüfusumuzu çoğaltalım, memleket Avrupa seviyesine çıkar” vecizesi katıldı. “Bu vatan yüz milyonu besler!” deniyor ve bu yüz milyona beş on tane çocukla katılmak için derhal icap eden tedbiri almayanlar vatan haini sayılıyor. Cezai mahiyette bekârlık ve çocuk vergileri ile nüfus artması sağlamak isteniyor.
Bu vatan yüz milyonu besler, doğru! Ama bugünkü haliyle on sekiz milyonu zor besliyor. Bu da birinci hüküm kadar doğru. Acaba böyle teklifler yapanlar, nüfus artması ve azalması gibi şeylerin milletin ekonomik durumu ile sımsıkı bağlı olduğunu bilmiyorlar mı? Yoksa bilmiyormuş gibi yapmayı daha mı muvafık buluyorlar.
Daha birkaç ay evvel “nesebi sahih olmayan çocuklar” meselesi zihinleri bir hayli meşgul etmişti. Köylerde imam nikâhı ile evlenmenin, iki, üç karı almanın önüne geçilemediği zikredilerek buna bir çare aranıyordu.
Şimdi bekârlar evlenmiyor diye yanıp yakılmak ne tuhaf oluyor! Acaba bekârlık vergisi teklif edenlerin, Adliye Vekâleti’nin bu gayri meşru evlenmeler hakkındaki anketinden ve nesebi sahih olmayan çocuklar meselesinden haberleri yok mu? Halkın büyük bir kısmı birden fazla kadın almaya mecbur oluyor, küçük bir kısmı da hiç evlenemiyorsa bunun sebepleri üzerinde derin derin düşünmek lâzım değil midir? Üç beş maddelik bir kanun (?) hazırlayarak bütün işleri halletmeye kalkmak, memleketin İçtimaî bünyesindeki karışıklığa, İktisadî münasebetlerdeki sakatlıklara bile bile gözleri yumarak tatlı bir rüya âlemine dalmak değil midir?

Acaba “çok çocuk yetiştirmemiz lâzım!” diye kaloriferli odalarında, kristal yazı masalarının başında “lâf ile dünyaya nizamat” verenler, bu “çok çocuk”ların halini bir gördüler mi? Ankara’nın Yenişehir tarafında sefil çocuk görülmez, çünkü Yenişehir halkının göz zevkini ve vicdan rahatını pek düşünen Ankara vilâyeti, böyle çocukları oraya sokmaz, onlar yalnız Bendderesi ve Dağ Mahallesi semtlerini süslerler, oralarda dilenir, sürünür, hırsızlık ederler. Fakat İstanbul bu lüksü pek yapamıyor, İstanbul’un her yerinde bu sarı benizli, değnek gibi bacaklı, saçları uzamış yalınayak çocukları görmek mümkün. Çeşme yalaklarında uyuyan, dilenci şebekeleri tarafından işletilen, akşam üzerleri incecik sesleriyle “en, en, en son havadis” diye bağırarak, koltuklarında yağmur yahut kardan ıslanmış birkaç gazete ile caddelerde koşuşan, vapur iskelelerinde, morarmış ellerindeki ufak mukavva kutuları uzatarak: “Yeni hayat… Hani ya, Yeni hayat!” diye yalvarıp sokulan bu çocuklara gösterdiğimiz büyük, insani alâkaya dayanarak mı daha çok çocuk istiyoruz? Yoksa Bektaşinin çamurdan yaptığı insanlar için söylediği gibi: Rızkını vermeyecek olduktan sonra yap yap koyuver?” prensibini mi ele alacağız?

Hayır, rızkını vermediğimiz, veremediğimiz müddetçe ne çocuk, ne nüfus isteyemeyiz. Karnını doyuramadığımız, sıhhatini koruyamadığımız, tahsilini temin edemediğimiz her çocuk, “bu memlekete yüz milyon lâzım!” diyenlerin gözüne, onları gaflet uykularından uyandırmak için sokulmuş birer parmaktır. Bize yarının hastanelerini, darülâcezelerini cezaevlerini dolduracak, cahil, mesleksiz, serseri yüz milyonun lüzumu yok! Bize, insan gibi yaşamak, hayatın nimetlerinden istifade etmek imkânlarına, hiç olmazsa bu sakat tedbirleri tavsiye edenler kadar sahip yirmi milyon vatandaş, daha faydalıdır. Bunun için, işi kabuğundan değil, çekirdeğinden ele almak evvelâ bu memlekette sefaletle, cehaletle İçtimaî müsavatsızlıkla, hülâsa bütün geri taraflarla hep birden mücadele etmek lâzımdır. Hiçbir içtimai mesele tek başına var olamaz, hepsi birbirine zincirleme bağlıdır. Zincirin bir halkasını ele alıp üst tarafını unutursak, köylerde on çocuk doğurup bilgisizlik, bakımsızlık, sefalet yüzünden ancak ikisini yaşatabilen anaları, sıtmadan, veremden ölen, trahomdan kör olan yetişkinleri düşünmeden “fazla çocuk doğurmuyoruz da ondan küçük ve geri millet olarak kalıyoruz!” diye bağırırsak, gülünç vaziyete düşmüş oluruz.

Bize yeni bir hayat getirecek yeni bir nesil, yeni bir hamle, yeni bir dünya görüşü gerek. Ama istediğimiz bu yeni hayat, yukarıda söylediğimiz çocukların sattığı cinsten, sefil ve korkunç bir “Yeni hayat!” değil.


Sabahattin Ali
9 Şubat 1944 –Tan Gazetesi
Markopaşa Yazıları ve Ötekiler

Etiketler :