Kılıçdaroğlu: HDP üzerine olağanüstü bir baskı uygulanıyor

Kılıçdaroğlu: HDP üzerine olağanüstü bir baskı uygulanıyor
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, "Siz HDP'yi kapatarak, 6.5 milyon insanı cezalandıracaksanız, bunun adı demokrasi değil" dedi.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, KRT TV'de katıldığı programda gazetecilerin sorularını yanıtladı. "HDP kapatılmalı" tartışmalarına ilişkin konuşan Kılıçdaroğlu, "HDP 6.5 milyon oy aldı. Siz HDP'yi kapatarak, 6.5 milyon insanı cezalandıracaksanız, bunun adı demokrasi değil" dedi. Kılıçdaroğlu şöyle devam etti:

"Siyasi partiler demokrasinin vazgeçilmez unsunları ise, Anayasa böyle tanımlıyorsa, tüzel kişilik suç işlemez, içindeki insanlar suç işlerler. Varsa onunla ilgili bir şey, davalar açıyorsunuz zaten, hapse atıyorsunuz, kayyumlar atıyorsunuz zaten. Haklı mısınız, haksız mısınız, o da belli değil çünkü netleşmiş bir yargı kararı yok. HDP üzerine olağanüstü bir baskı uygulanıyor.

Gördüğüm tablo şu; iktidar kendisine oy vermeyen bütün Kürtleri cezalandırmak istiyor. 'Siz nasıl bana değil de başka bir partiye oy verirsiniz' şekliyle cezalandırmak istiyor. 

Muhafazakar Kürtler de buna karşılar. 'Siz bir partiyi neden kapatıyorsunuz, Kürtleri neden cezalandırmak istiyorsunuz? Biz de bu ülkenin asli unsurlarıyız, biz de bu ülkede yaşıyoruz, Ankara'da, Diyarbakır'da, Rize'de, Trabzon'da her yerde biz de varız. Bizler de Kurtuluş Savaşı'nı birlikte verdik, Çanakkale'de de biz varız, Gaziantep'te de, Kahramanmaraş'ta da bizler varız' diyerek haklı olarak tepki gösteriyorlar.

Samimi inancım şu; Bahçeli kesinlikle HDP'nin kapatılmasını istiyor ama gelen bilgiler Ak Parti'nin bu kadar sert çıkışın doğru olmadığını düşünüyor. Biz parti kapatarak ne elde ettik bugüne kadar? Parti kapatarak Türkiye'yi daha modern bir demokrasiyle mi buluşturduk?
İnsanlar düşüncelerini ifade edecek ve o parti oy alamıyorsa kendiliğinden yok olup gidecek. Siyasi parti tarihimizde yüzlerce parti kurulmuş, yüzlercesi de belli zaman dilimi içerisinde yok olup gitmiştir. HDP de eğer görevini yapmazsa, başarılı olmazsa bir müddet sonra yok olacaktır."

Gündeme ilişkin de açıklamalarda bulunan Kılıçdaroğlu, 8 Mart Kadınlar Günü öncesi İstanbul Sözleşmesine ilişkin, "Bizim tutumuz belli. İstanbul Sözleşmesi, parlamentodan oy birliği ile geçti, kimse itiraz etmedi. Artık bütün dünyada, bütün ülkeler bunu İstanbul Sözleşmesi olarak dillendirecekler. Bütün siyasi parti liderleri bu konuda tumturaklı laflar ettiler. Neden geriye dönüş? Hangi mantıkla, hangi anlayışla? Anlamış değilim. Kim geriye dönüş mesajı veriyorsa, kişiyse o kişiyi, bir partinin genel başkanıysa o partiyi kadınların cezalandırması gerek. 'Ben bir hak elde ettim, İstanbul Sözleşmesi parlamentoya geldiğinde hepiniz el kaldırdınız, peki nasıl oldu, ne değişti de bu kadar kadına yönelik şiddet artarken, kadınlar hayatlarını kaybederken kadının elde etmeye çalıştığı bu hakları elinden almaya çalışıyorsunuz?' diye sormalı kadınlar." dedi.

Kılıçdaroğlu şöyle devam etti:

Eskiden televizyonlarda sanatçılar çıkardı, siyasi parti liderlerini eleştirirlerdi, gülümserdik, espriler yapılırdı. Gülmeyi unutan bir topluma dönüştük. Siyasi parti liderleri mizah yoluyla eleştirilmesi asla kabul etmiyorlar. Karamsar ve gerilime dayalı bir tablo içerisinde insanlar gülmeyi unutunca önlerinde şiddet kaldı.

Eskiden Tansu hanımın, Süleyman beyin skeçleri yapılırdı, herkes gülerdi. Onlar da kendilerinin espri konusu olmasından alınmazlardı. Evde insanların gülebileceği ortam, program olurdu. Şimdi bunların tamamı yasaklandı.

Evde karamsar hava, sokakta karamsar hava, siyasette karamsar hava, asarım keserim diye başlıyor, yok ederim diye başlıyor, kapatırım diye başlıyor, niye konuşuyorsunuz diye başlıyor. Tweet attığınız zaman polis parekete geçiyor, gözaltına alınıyor, yakalanıyor, hapse atılıyor, uzun süre kalıyor. Canları istediği zaman talimat veriliyor, savcılar aylarca hatta yıllarca iddianame hazırlamıyor. Türkiye'nin bu tablodan çıkması lazım. Çıkarsak bundan en çok kadınlar yararlanacak.

Kılıçdaroğlu'nun satırbaşları şöyle oldu:

Damat nerede diye toplum soruyor. Bunu espri ile sormaya başladık, damat dava açtı. Espriden anlamayan bir kişinin devleti yada belli bir yeri yönetme şansı yoktur. O at gözlüğü takmış gibi belli bir noktaya bakar ve o çerçevede hareket eder. Oysa çok geniş bir toplumsal alan var, o alan içerisinde Türkiye var. Bütün bunlara baktığınız zaman göremiyorsanız, espriden de, nükteden de anlamazsınız, hayattan da zevk almazsınız. Doğrularınız var, başkalarının doğruları olamaz ve herkes sizin doğrularınızı kabul etmek zorunda, onun dışına çıkamaz diye düşünürseniz toplumu dar bir çerçeveye koymuş olursunuz.

İfade özgürlüğü

Erdoğan'ın belli bir konuyu derinlemesine düşünüp analiz ettiğine inanmıyorum. Bugüne kadar hiç inanmadım. Erdoğan malum prompterdan konuşuyor, önüne konan metni okur, içeriğine bakmaz. İnsan Hakları Eylem Planı zaten daha önce Avrupa Birliği'nin çalışma yapılmasını istediği, ödeneğini ayırdığı, Erdoğan'ın önüne konulan ve çıkıp okuduğu bir çalışma. İçeriğine baktığınız zaman Erdoğan okuduğu metne katılıyor mu? Hayır katılmıyor. Çünkü uygulamaları var. Twitter veya sosyal medya üzerinden insanların Cumhurbaşkanına hakaretten tutuklanması, hapse atılması, cezalandırılması gibi pek çok uygulama var. İnsan hakları diyorsunuz, düşünce özgürlüğünü sınırlıyorsunuz, medya üzerinde baskı kuruyorsunuz, gazeteciler işsiz, kadın cinayetleri var. Bununla ilgili hükümetin aldığı herhangi bir önlem yok. Kaldı ki, kadınlar bizim ülkemizde ciddi bir örgütlenme süreci başlattılar. Türkiye'de 306 kadın örgütü var. Ben online bir görüşme yaptım bu örgütlerle, taleplerini aldım, değerlendireceğiz. Erdoğan bu 306 kadın örgütü ile bir görüşme yapsa, kadınlar düşüncelerini aktarabilseler keşke. 
Üniversite mezunu bir kadın vardı, iki çocuğu var, temizlik işine gidiyor, boyun fıtığı var, merdivenleri temizlemek için diz çöküyor, ayaklarında sorun var ve çalışmak zorunda. Çünkü çalışmasa, eşi işsiz olduğu için çocukları aç kalacak. Bu kadının sorunlarını iktidar biliyor mu acaba? Sorumlu olan bu tabloyu biliyor mu?

İnsan Hakları Eylem Planı

Cumhurbaşkanına hakaret diye açılan davaların tamamından vazgeçilmesi lazım. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının derhal uygulamaya konması lazım. Selahattin Demirtaş'ın, Osman Kavala'nın derhal serbest bırakılması lazım. Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamayan yargıçların derhal görevlerinden alınmaları lazım. Bunlar yargıç değil. Bunlar, siyasi otoritenin talimatını yerine getirdiler. Erdoğan samimiyse, bu hakimleri yargının tamamen dışına çıkarması lazım. Bu davranışları yaparsa, biz de samimi adımlar atıldığını düşünebiliriz.

"Bahçeli, Erdoğan'ı bir anlamda teslim almış durumda"

Bahçeli, Erdoğan'ı bir anlamda teslim almış durumda. Erdoğan kendi koltuğundan korkuyor. Koltuğunu korumak için de dayandığı tek kişi sayın Bahçeli.

Bahçeli'nin Anayasa Mahkemesi kapatılsın demesi, Erdoğan'ın da bu konuda hiçbir yorum yapmaması ilginç. Neden Anayasa Mahkemesi kapatılsın? Erdoğan'ın 'Bu asla söz konusu olamaz' demesi lazım. Partilerinin yetkili kurulları yada sözcülerinden de böyle bir açıklama gelmedi. 

Bahçeli'nin Osman Kavala, Selahattin Demirtaş ile ilgili çok sert söylemleri, 'Bunlar içeride kalmalı' gibi açıklamaları da var. AİHM kararlarının uygulanamayacağı görüşü ve Anayasa Mahkemesi kararının eleştirisini Anayasa Mahkemesinin kapatılması görüşüne kadar götürdü Bahçeli'yi.

Cumhur İttifakı aslında bir düşünce ittifakı değil. Bir koltuğun korunmasına yönelik bir araya gelen bir ittifak. Erdoğan'ın koltuğu korunmalı ve Erdoğan burada kalmadı. Cumhur İttifakı'nın ve Başkanlık Sistemi'nin güçlendirilmesini istiyor Bahçeli. Söylemlerinde farklılıklar olmakla beraber, olay bir koltuğun korunması olayıdır. 

Seçim barajı

Sayın Orhan Uğuroğlu bir yazısında aldığı bilgiyi paylaştı; Erdoğan'ın yüzde 10 seçim barajından vazgeçmeyeceği, MHP'nin bu talebine sıcak bakmadığını yazdı. 
Sayın Bahçeli ne kadar bastırır, Erdoğan'ı ne kadar ikna edebilir bilmiyorum ama dar bölgenin MHP'nin aleyhine olacağını MHP de biliyor. 

Seçim yasasında değişiklik yapılacağı kanısında değilim; Erdoğan varolan sistemle seçime gidecektir. Bizim görüşümüze göre; biz seçim barajının makul bir düzeye indirilmesini isteriz. Hatta, yüzde 1 oy alan partinin Genel Başkanının da Meclise gelmesini isteriz. Seçmenin yüzde 1'inin oyunu alan Genel Başkanın parlamentoya gelip, kendine oy vermiş insanların sorunlarını dillendirmesi, çözümleri üretmesi parlamentoya değer katar.

Erdoğan darbe hukukuna sığınmış durumda, o darbe hukukunun getirdiği seçim yasasını aynen uygulayacaktır gibi bir düşüncem var.

Yeni partiler

Hem demokrasiden söz edip, hem de yeni partiler ortaya çıktığında onlara karşı durmak samimi olmadığınızı gösterir. Bir insan bir partinin içinde beklediğini bulamıyorsa ayrılır, kendi partisini kurar, sorun yok. Bizden de ayrılıp parti kuran arkadaşlar var, İyi Parti'den de ayrılıp parti kuran arkadaşlar var. Kurabilirler. Ama tabi ülkenin geleceği konusunda sorumluluk hisseden herkesin oturup düşünmesi gerekiyor. Parti kurmanın tamamen dışında, sade vatandaş yada siyasetçi olarak oturup düşünmesi gerekiyor. İnsanlar nefes alamaz durumda, gazeteciler yazamaz - haber yapamaz durumda. Türkiye'nin demokratikleşmeye ihtiyacı var. Bu demokratikleşme sürecinin yerel yönetimlerle atılan adımları var. Bu adımların güçlü olarak 2023'te yapılacak ikinci adımı var. Türkiye'nin ayrışmaya değil, bölünmeye değil, güçbirliğine ihtiyacı var. 

Saray tarafından şöyle bir stratejinin izlendiğini biliyorum: Önce CHP'nin içini bir karıştıralım, olmadı. CHP'yi bölebilir miyiz, istediklerini ne ölçüde gerçekleştirdiler bilemiyorum. İyi Parti ile HDP'yi yanyana getirip zor durumda bırakmak, parlamentoda zorlamak, algıyı tabana vermek ve Millet İttifakı'ndan çatlamaya yol açmak için uğraşıyorlar. Saadet Partisi'ni Millet İttifakı'ndan koparabilir miyiz diye bir arayışa girdiler. 

Gördüğümüz tablo şu; Cumhur İttifakı, Millet İttifakı ile oynamaya çalışıyor. Devletin içindeki bütün kurumları harekete geçirmiş vaziyette. Gerek mali açıdan, gerek diğer açılardan her türlü destek veriliyor. Burayı biz nasıl dağıtabiliriz, nasıl bölebiliriz, nasıl kavga eder hale getirebiliriz diye çalışma yapıyorlar. 

Vatandaş o kadar bilinçli ki, vatandaş demokrasiye o kadar susamış ki, ne yaparlarsa yapsınlar sandığa gidip bunları göndereceğiz diyorlar. Bu bizim tarihimizde bir ilk. Belki dünya tarihinde de bir ilk. Özellikle gençlerimiz 2023'te sandığa gidecekler, bu ülkeye gerçek anlamda oylarıyla demokrasiyi getirecekler. Z kuşağı dediğimiz gençler Türkiye'nin geleceği açısından en kritik hamleyi yapmış olacaklar 2023'te.

Tabanda ittifak

Bizim Millet İttifakı dediğimiz 4 partimiz var; Demokrat Parti, Saadet Partisi, İyi Parti ve biz CHP. Seçim döneminde oldu. Yerel yönetimlerde böyle bir ittifak olmadı ama vatandaşın tabanda ittifakı oldu. Yeni partiler kuruldu, Gelecek Partisi sayın Ahmet Davutoğlu'nun kurduğu, Deva Partisi sayın Ali Babacan'ın kurduğu. Biz demokrasiyi istiyoruz ama demokrasinin iskeleti ne olacak? Bunu 'güçlendirilmiş parlamenter sistem' olarak dillendiriyoruz. Aşağı yukarı bugün ittifakın içinde olmayan, Deva ve Gelecek Partileri de diyorlar ki, evet güçlendirilmiş parlamenter sistem olmalı, Cumhurbaşkanı tarafsız olmalı, Başbakan olmalı, Bakanlar parlamentodan seçilmeli, Bakanlar hesap verebilmeli, yargı bağımsız olmalı, bir partinin Genel Başkanı mahkemeye hakim tayin etmemeli, gazeteciler üzerinde baskı olmamalı, düşünce özgürlüğü olmalı, hapishaneler düşünce suçlularıyla dolu olmamalı, din ve vicdan özgürlüğü olmalı, insanlar inançları dolayısıyla hapislere atılıp ötekileştirilmemeli, farklı kimlikler bizim zenginliğimiz olarak kabul edilmeli, herkes eşit haklara sahip olmalı diyorlar.

Bu çalışmayı biz yapıyoruz, İyi Parti, Gelecek Partisi, Deva Partisi, Saadet Partisi, Demokrat Parti yapıyor. Önce her partinin kendi içinde çalışma yapması lazım haklı olarak. Genel Başkan düzeyinde değil de, Genel Başkan Yardımcısı düzeyinde arkadaşlar görüşüyorlar. Önce ilkeler üzerinde anlaşmamız lazım. Bu ilkeler netleştikten sonra da oturulur bir metin hazırlanır, 'Evet biz bu ilkelere uyuyoruz' derler. 

Vatandaş şunu görecek; biz Millet İttifakı olarak bir araya geldik, millete neyi vaadediyoruz... Bir de takvim vermemiz lazım. Samimi bir şekilde takvim vereceğiz ve şu süre içerisinde Türkiye'yi gerçek anlamda bölgenin yıldızı yapacağız, demokrasiyi getireceğiz diyeceğiz. Nasıl Mustafa Kemal Atatürk Milli Kurtuluş Savaşı'nı verdiğinde bütün mazlum milletlere örnek olduysa, demokrasi konusunda da biz örnek olacağız. Otoriter rejime son verdik, ülkemize demokrasiyi getirdik diyeceğiz. Düşünebiliyor musunuz, çok farklı siyasi görüşü olan bir çok parti bir araya gelip demokrasi konusunda uzlaşıyoruz. Kafamdaki düşünce bu, bunu paylaşıyorum siyasi parti liderleri ile. Onlar da aşağı yukarı aynı görüşteler. Vaktimiz var. İki ayağı bir pabuca sıkıştırmak gibi bir düşüncemiz yok. Daha sağlıklı, daha sakin, daha samimi oturup konuşmamız lazım. Millet İttifakı'nı oluşturan siyasi partilerin topluma karşı sorumlulukları var. Biz bir parti mücadelesinden, partinin kazanmasından çok demokrasinin kazanmasını istiyoruz. Demokrasiyi getirdikten sonra zaten hepimiz güçlü olacağız. 

"Olay bir CHP olayı değil, olay bir Türkiye olayıdır"

İttifak sürecini yürütmek benim için Türkiye'ye karşı duyduğum sorumluluk. Kadınların yüzü gülmüyor, çocuklar yatağa aç giriyor ve bu ülkede insanlar pazar artıklarından besleniyorlar. O fotoğrafların yüzde 100'ü kadınlar. Konteynerden çöp toplayan da, pazar artıklarını toplayan da kadınlar. Türkiye bu fotoğraflara layık mı? 21. yüzyılın Türkiyesinde insanların pazar artıklarından beslenmemesi lazım. Böyle bir Türkiye'de siz bütün partileri dışlayarak 'Ben demokrasiyi getireceğim' dediğiniz zaman aslında söylemlerinizde samimi olmadığınızı itiraf etmiş olursunuz. Demokrasi sadece benim sorunum değil. Bu ülkede siyaset yapan herkesin sorunu. Saadet Partisinin de, İyi Partinin de Gelecek'in de sorunu... Bütün partilerin sorunu demokrasi. 

Demokrasiden ne anlıyoruz? Sürekli gelişen kavram olmakla birlikte, yargı bağımsızlığını anlıyoruz, düşünce özgürlüğünü anlıyoruz, din ve vicdan özgürlüğünü anlıyoruz, özel hayatın gizliliğini anlıyoruz. Bütün bunlara baktığımız zaman, demokrasisi gelişmiş bütün ülkelerdeki standartları kendi ülkemize getirmek istiyoruz. Ortak paydayı oluşturduktan sonra onun üzerinde siyaset yaparız. Görüş ayrılıkları olur, insanlar birbirlerini eleştirirler, bunların hepsi olur. Ben bu sorumluluğu hissederek siyaset yapıyorum. Olay bir CHP olayı değil, olay bir Türkiye olayıdır. Partimizin tabanı, Milletvekillerimiz bu gerçeği çok iyi biliyorlar. En küçük ilçemizden en büyük ilimize kadar örgütlerimiz böyle çalışıyor. Onlar benim ne yapmak istediğimi gayet iyi biliyorlar. Ben bu ülkeye demokrasiyi getireceğim. Bu ülkeye demokrasi gelecek. Bu ülkede kadın - erkek eşitliği olacak. Bu ülkede hiçbir çocuk yatağa aç girmeyecek. Bu ülkede vatandaşa hakça davranacak. Bir siyasi parti liderini eleştirdi diye insan hapse atılır mı Allah aşkına? Sabahın 6'sında 50 tane polisle kapıyı kırıp içeri mi girilir? Öğrenciler 'Bu rektörü istemiyoruz' dediklerinde gözaltına alınıp çıplak aramadan geçirilir mi? Anlatmakta bile zorlanıyorum. Bunlar olmamalı. Bunların olduğu bir Türkiye'de biz kalkıp parti kavgası içerisine girersek büyük yanlış yapmış oluruz. Dikta heveslilerinin bir anlamda amacına ulaşmalarına yol vermiş oluruz. Böyle bir tabloyu asla kabul etmiyoruz. Ne olursa olsun Türkiye'ye demokrasiyi mutlaka getireceğiz. Emin olun, demokrasiyi getirdiğimiz andan itibaren de hepimiz rahatlayacağız, güleceğiz, sokaklarla caddelerde gezeceğiz, konuşacağız, espriler yapacağız, fıkralar anlatacağız, eleştireceğiz. 
13. yüzyıldaki Anadolu aydınlanmasına bakın, geldiğimiz günün Türkiye'sine bakın. Olacak şey değil, akıl alacak şey değil ama çözeceğiz.

Ekonomik kriz

Demokrasiyi istememizin temel nedeni ne? Herkesin can ve mal güvenliğinin olması. Benim mal ve can güvenliğim olacak, haksızlığa uğradığımda mahkemeye başvuracağım ve hakkımı almış olacağım. Düşünceyse, düşüncemi rahatlıkla ifade edeceğim. Benim haklarım korunacak. Anayasal güvencem olacak. Sanayiciyim, yatırım yapacağım. Esnafım, dükkanımı açacağım. Vergimi ödeyeceğim. Bütün bu kurallar Anayasa ile belirlenir. Dolayısıyla herkesin can ve mal güvenliği sağlanmış olur.
Peki, bugünün Türkiyesinde herkesin can ve mal güvenliği var mı? Hayır. Hiç kimsenin can ve mal güvenliği yok Türkiye'de.

Bir toplantı yapıyorsunuz, bir tane gizli tanık 'Burada Türkiye'yi yıkmak, hükümeti devirmek için toplantı yaptılar' diye açıklama yaptığı andan itibaren, eğer o açıklamayı savcı da ciddiye alıyorsa gidip basıyorlar, insanları alıyorlar hapse atıyorlar. Böyle bir ortamda sanayici yatırım yapar mı, yapmaz. Yabancı sermaye gelip yatırım yapar mı, yapmaz. İnsanlar kazandıkları parayı kendi bankalarında tutarlar mı, hayır, yurt dışına götürüyorlar. Yurt dışına parayı götürenlerin en büyük kısmı da 5'li çete. Türkiye'de kazandıkları parayı götürdüler. Gidin İngiltere'de aldıkları lüks villalar, şatolar biliniyor. Ben de biliyorum, Erdoğan da biliyor. Ama siz bunlara oluk oluk para akıtıyorsunuz. 
Demokraside benim şu soruyu sorma hakkım var; arkadaş ben vergi ödüyorum. Musluğu açınca vergi ödüyorum, dolmuşa binince vergi ödüyorum. Bu paralar nereye gitti? Neden milli gelirde ciddi bir düşüş oldu? Neden Türkiye Cumhuriyeti devleti Londra'daki bir avuç tefeciye çalışır hale geldi? Neden dünyanın faizini ödüyoruz? Üstelik faizi ben ödüyorum, vatandaş ödüyor. O pazar artıklarından toplayıp akşam evine götürüp yemek yapacak kadın çocuğuna ayakkabı alırken vergi ödüyor. Bu verginin nerelere harcandığını hangi ortamda rahatlıkla sorabilir? Demokrasi olunca. Demokrasi olmazsa soramaz. O nedenle ekonomi kötüye gidiyor. Kimse soru soramıyor. 
Biz bazen eleştiriyoruz, 128 milyar dolar hadisesini. Merkez Bankası'nın kime sattığını, hangi kurdan sattığını bilmediğimiz 128 milyar dolar var. Kime gitti bu para? Kimse bilmiyor. Ben de bilmiyorum, parlamentoda görev yapan Milletvekilleri de bilmiyor. Benim bunu bilme hakkım yok mu? Ben bu ülkenin vatandaşı değil miyim? Vergi ödemiyor muyum? Bazılarına göre çok daha fazla vergi ödüyorum. Demokrasinin çıkış kaynağı nedir; ödediğim vergileri nerelere harcadın sorusudur. Bunu sormak Türkiye'de suç oldu. Bu sorunun sorulması lazım.
Bütçe geliyor. Bütçe tamamen bir siyasi tercihtir. Halktan yana bir bütçe var mı, yok. Bütçe görüşülürken vatandaşa anlatılıyor mu? Bunlar da yok. 
Can ve mal güvenliğinin olmadığı bir yerde ekonomi büyümez. Dünyada da böyledir; otoriter rejimlerin hiçbiri büyümemiştir. Demokrasinin olduğu ülkelerde hızlı büyüme olmuştur. Nerelerde demokrasi varsa, ekonomi hızla büyük, insanlar yatırım yaparlar, gelecek endişesi taşımazlar.

DOKUNULMAZLIK

Siyaset mühendisliği yapıyorlar, kendilerine göre. 'Acaba böyle yaparsak bunlar kavga ederler mi, dolayısıyla biz İyi Parti'yi yanımıza alıp CHP'yi öbür tarafa itebilir miyiz' diye deneme yapıyorlar. Hayır, kavga etmeyiz. 
İyi Parti de demokrasi istiyor, biz de istiyoruz. 
Onlar da güçlendirilmiş parlamenter sistemi istiyor, biz de istiyoruz. 
Elbette farklı görüşlerimiz var. Onlar ayrı parti, biz ayrı partiyiz. HDP ayrı parti, Demokrat Parti ayrı parti, Ak Parti ayrı parti. Her partinin ayrı görüşü var. Biz demokrasiyi her koşulda savunmak zorundayız çünkü bu vazgeçilmez bir konu, bir alan. 

Dokunulmazlıklar kalkabilir mi? Elbette kalkabilir. Bir HDP Milletvekili'nin dokunulmazlığı kalktı, üstelik parlamentodan oy birliği ile kalktı. Üstelik kimse 'neden kaldırdınız' diye sormadı. 

Getirilmek istenen dokunulmazlıklar ise, bir siyaset mühendisliği üzerine getirilmek isteniyor. Acaba İyi Parti ile CHP'nin arasını bozup ayrıştırabilir miyiz, kavga ettirebilir miyiz diye... Bunlar doğru değil.

Yargı bağımsızlığının olduğu yerde dokunulmazlıklar kalkabilir. Gerçekten sağlıklı, tutarlı, hukukun üstünlüğüne ve vicdani kanaate göre bir karar verilirse mahkemede, böyle bir yargı düzeni olursa dokunulmazlığı kaldırırsınız. Onun dışında doğru değil. 

Siz bir partinin genel başkanı olarak mahkemeye hakim tayin etmişsiniz, ona göre de bir Hakimler Savcılar Kurulu oluşturmuşsunuz. Anayasa Mahkemesi kararını uygulamayan hakimi ödüllendiriyorsunuz, yeri geldiğinde daha üst bir göreve, Yargıtay'a tayin ediyorsunuz. İstediğiniz kişiyi tutuklatıp hapse attırabiliyorsunuz bir talimatla. "Dokunulmazlığı kaldıralım, zaten bizim hakimin önüne gidecek, hakim de Saray'a bakıyor, atın bunu içeri deriz, hapse atarlar"... 
Böyle bir ortamda eğer siz dokunulmazlığın kaldırılmasına evet derseniz, demokrasiye ihanet etmiş olursunuz. 
Demokrasi sadece benim için mi, hayır, hepimiz için. 
Bir haksızlık var mı bu işlemde, evet var. 
Onların anlayacağı şekilde sorayım, haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan mı, evet dilsiz şeytan. 
Ben haksızlığa karşı çıkıyor muyum, evet karşı çıkıyorum. 

Ak Parti'nin Büyükşehir Belediye Başkanları istifaya zorlandığında kim karşı çıktı, biz karşı çıktık. Halkın oyuyla seçilen, milletin oyuyla seçilen Belediye Başkanını tehditle, zorla istifa ettirdiler; Melih Gökçek de dahil. İstifa ettirtemezsiniz, vatandaş seçti getirdi.
Varsa bir suçu, devletin kurumları var. Cumhurbaşkanlığı'na bağlı kurumlar var, gönderirsiniz, varsa bir suçu görevden alınır. Ama tehditle, şantajla 'görevi bırak, yoksa ben sana gösteririm' diyerek aba altından sopa gösterirseniz, demokrasi adına ben ona sahip çıkarım, sahip çıktım.

Kayyum atamaları yanlıştır. Belediye Meclisi var, otururlar bir başka kişiyi seçerler. Yargı kararı olmadan bir kişiyi suçlu ilan etmek asla doğru değil.

Hem demokrasiyi savunacaksınız, hem böyle bir yargı düzeninde bunları alacaksınız, hapse atılmalarına el kaldıracaksınız. Bu demokrasiyi savunmak değildir.

Milli irade dediğimiz bir kavram var. Vatandaş oy kullandı, bunları seçti. 6 yıl önceki bir olay... Çoğu zaman dokunulmazlığı da yoktu. Peki kardeşim bu savcılar, bu hakimler neredeydi? Seçilip gelirken YSK bunların mazbatalarını onayladı, geldiler. Eğer sen görevden alacaksan, 6 yıl önce iddianameyi yazıp siyaset mühendisliği dolayısıyla bugün getirip davayı açan kişiyi görevden alacaksın. Ben yapılan işin doğru olmadığını, siyaset mühendisliğinin demokrasiye ve milli iradeye darbe olduğunu düşünüyorum. 

Sadece ben değil, emin olun Ak Parti içerisinde de böyle düşünen çok sayıda Milletvekili var. 

Anayasa diyor ki, bu konuda grup kararı alınamaz, Milletvekili vicdani kanaatine göre el kaldırıp indirsin. Erdoğan çıkıp diyor ki, dokunulmazlık dosyalarını getireceğiz, eller kalkıp inecek, dokunulmazlıklar kalkacak. Ne demek bu, ben Anayasayı tanımıyorum demek. Başka ne demek? Ak Parti'nin Milletvekilleri milletin vekilleri değil, benim vekillerim. MHP de bana bağlı, hangi talimatı verirsem MHP ile Ak Partili Milletvekilleri ellerini kaldırıp indirecekler. Neden? Bunlarda akıl yürütme kapasitesi yok demek ki. Bu Milletvekillerinde aklıyla düşünmek, vicdanıyla düşünmek, hukuka göre düşünmek yok, benim talimatlarımı dinlerler, diye düşünüyorlar sanırım.
Bu parlamentoya hakarettir, parlamentoya inançsızlıktır. 
Dosyalar alınır, komisyonlarda tartışılır, Milletvekilleri araştırır, oturur vicdani kanaatine göre karar verir. Ama onun için önce sen yargı bağımsızlığını sağlayacaksın. 

Bakanların dokunulmazlıkları ile Milletvekillerinin dokunulmazlıkları farklı. Milletvekilleri bir dahaki dönem seçilmediğinde savcı çağıracak ve hakkındaki fezlekeyi soracak. Milletvekilleri hesap verecekler, bir yere kaçamazlar. Ama bakanlar öyle mi? Ömür boyu dokunulmazlıkları var. 17-25'i biliyorsunuz, çikolata kutusunda rüşvet alanlar bırakın soruşturma geçirmeyi, ayrıca Büyükelçi tayin edildiler. İnsanda biraz vicdan olur, ahlak olur. Siyaset mühendisliği yapabilirler ama en azından onun da bir ahlaki temelinin olması lazım. 

Yapılanı vatandaş görüyor, biliyor. Ne yaparlarsa yapsınlar, kendilerinin gideceklerini biliyorlar. Bozmak istiyorlar, nasıl ayrıştırırız, bunları nasıl kavgalı hale getiririz diye çok düşündüler, uğraştılar. Başka partiler kurdurarak burayı biraz daha zayıflatmak istiyorlar. Halk bu konuda çok kararlı. Gittiğim her yerde görüyorum, biz sizi göndereceğiz diyorlar iktidara. Bu konuda çok kararlı halk. 

Erken seçim açıklaması

El kaldırıp indirme şeklinde koşullaşmış bir Milletvekili grubu var MHP ve Ak Parti'de. Dolayısıyla bir kişinin talimatıyla erken seçime gidilebilir. Veya, sayın Bahçeli 'Ben sana bu kadar destek verdim, Türkiye'yi düzelt dedim, işsizliği azalt dedim, demokrasiyi getir dedim, sen bunların hiçbirini yapmadın, kusura bakma artık desteğimiz çekiyorum' dediği anda erken seçime gidilir. Onun dışında bizim erken seçimi parlamentodan geçirmek gibi bir durumumuz yok. 

Bahçeli yani... Bizim MHP'nin tabanıyla, Ak Parti'nin tabanıyla, il başkanlarıyla, ilçe başkanlarıyla bir sorunumuz yok. Sorun yöneticileriyle. Kötü yönetiyorlar, yanlış yönetiyorlar, çıkar amaçlı yönetiyorlar. Tabanda büyük bir yoksullaşma, yukarıda büyük bir zenginleşme var. Şimdi Ak Parti tabanı da bunu görmeye başladı. Gidip de o pazar artıklarından yiyecek toplayanların yüzde 99,9'u geçmişte Ak Parti'ye oy veren insanlar. Ve bunlar da artık sorgulamaya başladılar. 

Kadın söylüyor; 'Eskiden çocuğuma ayakkabı alacağım, o ayakkabı parasıyla ben bir ay geçimimi sağlıyordum, şimdi sağlayamıyorum' diyor. Bunu yaşayıp görüyor. Sorun kimde? Yönetende sorun. Dolayısıyla yöneteni sorgulamaya başladı. 

2023'e kadar götürebilirler mi? Şunu söyleyeyim, bunların yönetiminde geçen her günün topluma maliyeti artıyor. Ne kadar erken seçime giderlerse değişir, toplum yeniden kendisine gelecek, bu acılardan belli bir zaman dilimi içerisinde kurtulacak. 

2013 yılında kişi başına yıllık gelir 12 bin 480 dolar. 2020 yılında ise 8 bin 599 dolara düştü. Yani kişi başına 3 bin 881 dolar azaldı. Her vatandaşın, daha önemlisi her kadının şu soruyu sorması lazım; 3 bin 881 doları kim aldı? 

Ben almadım, pazarcı, manav, ev kadını, çalışan kadın, çiftçi, esnaf almadı. 3 bin 881 doları kim aldı? Bu sorunun cevabını sandığa gideren herkesin düşünmesi lazım. 

Toplumsal tepkiler

Korku iklimi var. Ama buna rağmen bazı yerlerde esnaflar eylem yaptılar, esnafın hakkını almayalım. Kahveciler, lokantacılar, pastacılar eylem yaptılar ama medya yeteri kadar veremedi bunları. Bir de korku iklimi var... Başıma ne gelir korkusu var. Esnaf bir eylem yapacak, dükkanını kapatacaklar. Sabahın köründe polis basacak.

Ecevit döneminde eylemler vardı ama demokrasi de vardı. Esnaf Başbakanlığın önüne kadar geliyordu ve oradan yazarkasayı atıyordu. Bugün Saray'ın 5 kilometre yanına yaklaşabiliyor musunuz? Erdoğan bir yere giderken binlerce polisle gidiyor, yüzlerce arabayla gidiyor. Arkadaş sen nerede yaşıyorsun? Erdoğan'ın bir eve gidip, bir evde kahve içme, çay içme geleneği yoktur. Saray yaşamına alıştı. Kendisi, ailesi, yakınları ile beraber bir Saray sosyetesi var. Orada açlık yok, fakirlik yok. O saray sosyetesinin her birinin tek maaşı yok, 3 - 5 maaş alanlar var. Bunlar şuna tahammül edemiyorlar; özgürce yayın yapan televizyonlarda insanların sorunları yansıyınca buna tahammül edemiyorlar. Bazılarına RTÜK, bazılarına Basin İlan Kurumu aracılığıyla ceza veriyorlar. Bazıları için Maliye Bakanlığı devreye girip vergi denetimi yapıyorum diye cezalar kesiyor. Her alanda baskılar kuruyorlar. İnsanlar da bu baskıdan, yayın duracak, gazete çıkmayacak, o zaman dikkatle davranalım diyerek otosansüre yöneliyorlar. Endişe içindeler. Bu tabloyu değiştireceğiz. Kesinlikle değişecek.

Yerel seçimlerde 'Martın sonu bahar' demiştik, oldu. İnşallah sonbaharda seçim kararı alırlar da, Martın sonu bahar olur yine. Türkiye'nin bahara ihtiyacı var; gülmeye, sevinmeye, kucaklaşmaya, helalleşmeye ihtiyacı var Türkiye'nin. 

Ben Erbakan'ın ölüm yıldönümünde de yaptığım konuşmada eski kavgaları bir tarafa bırakmak zorunda olduğumuzu söyledim. Eski kavgaları devam ettirmenin topluma hiçbir faydası yok. Kavga mı ettik, oturup helalleşelim. Bizim çocuklarımız var, onlara güzel ve özgür bir Türkiye bırakmak zorundayız. Rahatlıkla koştursunlar, oynasınlar, eleştirsinler, yazsınlar. İnsanlar karikatür yapamaz duruma geldiler. 

Ben bürokratken Özal'ın döneminde Başbakanlık konutuna giderdim arada bir. Alt kattan yukarıya çıkarken rahmetli Özal Gırgır dersinin kendisini eleştiren kapaklarını çerçeveletmiş, asmıştı. Yabancılar geldiğinde onlara bu çerçeveleri gösterdiğini ve bununla gurur duyduğunu söylerdi. Demokrasi böyle bir şey. Şimdi nerede böyle bir şey? İnsanlar nefes alamıyor. 

Her evde umut olmalı. Gülümsele olmalı, her evde huzur olmalı, bereket olmalı, çocuklar gülmeli, anneler gülmeli, babalar gülmeli. Kadınlar gülüyorsa, kadınlar hayata umutla bağlanıyorsa o ülkede her şey düzelir.