Kılıçdaroğlu: Ya hapse atacak ya siyasi cinayet işlenecek, ikisinden de korkmuyorum

Kılıçdaroğlu: Ya hapse atacak ya siyasi cinayet işlenecek, ikisinden de korkmuyorum
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın kendisini susturmak istediğini belirterek, "Beni nasıl susturacak? Ya hapse atacak ya siyasi cinayet işlenecek, ikisinden de korkmuyorum" dedi.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhuriyet'ten İpek Özbey'e konuştu.

Kılıçdaroğlu şu yanıtları verdi:

- Siz “lağım patladı” dediniz… Bir süredir Sedat Peker’in iddialarını izliyoruz. Şaşkınlığa uğrayıp “Bu kadar da olmaz” diye geçiyor mu içinizden?

Niye “Lağım patladı” dedim, çünkü Cumhuriyet tarihinde ilk kez siyasetçiyle mafyanın iç içe geçtiğini ve mafyanın para gücünü kullanarak siyaseti yönlendirdiğini gördük.

- Aslında 90’larda da gördük…

Bu kadar değildi ama… Şimdi yüzde 100 karşılıklı çıkar üzerine inşa ettiler… Hem yurtiçi, hem de yurtdışında ciddi karaparanın birikmesine yol açan, siyasetin hemen hemen her alanına hükmeden bir yapıyla karşı karşıyayız. Dolayısıyla bunu hiç yaşamamıştık. Aslında bu öyle ya da böyle biliniyordu. Mesela ben Sezgin Baran Korkmaz ile ilgili savcının verdiği kararı, sonra Adalet Bakanlığı’na bakan yardımcısı olarak atanmasını, Anayasa Mahkemesi’ne İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın getirilmesini dile getirmiş, eleştirmiştim. Bizim eleştirilerimize vatandaş “siyasetçilerin kendi aralarındaki tartışma” olarak bakıyor. Oysa olay sıradan bir tartışmanın çok ötesinde... Böyle olduğu içindir ki Erdoğan bu konuda bilinçli olarak hiç konuşmuyor. Olayı olduğu gibi kabullendi, çünkü o da çok iyi biliyor ki bakanlar kendi talimatlarını uyguluyor. Kimi suçlayacak ya da görevden alacak?

- Birçok iddiayla ilgili vekillerinizin verdiği soru önergeleri de var. İnsanlar mafyadan duyunca mı dinlemeye başladı?

Çünkü olayın içinde olan anlatıyor. Yer vererek, zaman vererek, kişi adları vererek anlatıyor. Yasadışı işlerin içinde olan, siyasetçi ile yeraltı dünyasının ilişkilerini deşifre eden birinin konuşması, “Ben de suçluyum, bu işi beraber yaptık” demesi, farklı bir pozisyonu çıkarıyor ortaya. İtalya’daki “Temiz Eller” operasyonu da böyle başladı…

- Bizde “Temiz Eller savcısı” çıkmadı ama…

Burada İtalya’dan farklı bir durum var. Birincisi; siyasetçi kendi iktidarını her ne pahasına olursa olsun pekiştirmek istiyor. İkincisi; yeraltı dünyası, siyasetçiyle işbirliği yaparak kendi egemenlik alanını büyütmek istiyor. Burada, yani Türkiye’de ikisinin çıkarı çakıştığı için el ele verdiler. Türkiye’de yaşadığımız temel bir sorun daha var: “güçler ayrılığı” ilkesi yok edildi. Dolayısıyla siyasetçi yargıyı istediği gibi kontrol ediyor. Yeraltı dünyasının aktörleri yurtdışından rahatlıkla kokaini Türkiye’ye getirebiliyor. Yakalansalar bile sorun değil, çünkü soruşturma açılmıyor. Karşılıklı bir güven ilişkisi oluşmuş durumda. Yargının içinde de bu yeraltı dünyasına destek veren önemli aktörler var. Bunlar da talimatla iş yapıyorlar. Böyle bir yapının deşifre edilmesi başlı başına büyük bir olay. Belki de üzerinde durmamız gereken en önemli konu son 19 yılda Türkiye’de ahlaki değerlerde ortaya çıkan yozlaşmadır. Din insanlarının bu yozlaşma üzerinde durması lazım. Çünkü bütün dinlerde güçlü bir ahlaki temel vardır. AKP dini kullanarak, inançları kullanarak, kimlikleri kullanarak, toplumu ayrıştırarak, bölerek kendi iktidarını korumaya çalıştı. Ve kendi iktidarını korurken de bütün ahlaki değerleri yerle bir etti. “Aile kurumu çok önemli” dediler, aile kurumundaki en büyük sarsıntılar bunların iktidarı döneminde oldu.

- Hâlâ yüzde 30 oyu var...

Tepedeki yozlaşma aşağıya kadar inmişse çok ciddi sorun var demektir. Çürümüşlük, kokuşmuşluk, yozlaşma diyoruz. Balık baştan kokar… En tepedeki kişi dürüst olursa, yolsuzluğa, ahlaksızlığa geçit vermezse bu kararlılık aşağıya da yansır. Ama çürüme yukarıda başlarsa kokuşmuşluk aşağıya kadar iner. Maalesef bugün toplumun, bürokrasinin belli katmanlarında yolsuzluk yapmayı kendisine hak gören bir anlayışla karşı karşıyayız. O kadar ki yolsuzluk yapma konusunda bazı din adamları fetva bile verdi. Yani inançların ve ahlaki temellerin bu kadar derinden yıprandığı bir zamanı hiç hatırlamıyorum.

- Devlet Bahçeli’nin İçişleri Bakanı Soylu’ya destek açıklamasını nasıl karşılıyorsunuz? Bu, bir yıl içinde üçüncü kez arkasında duruşu. Bahçeli’nin Soylu üzerinden Erdoğan’a mesaj verdiği görüşüne katılır mısınız?

Evet, katılıyorum. Bir kere Soylu, Erdoğan’ı teslim almış durumda. Soylu edindiği bütün bilgileri Bahçeli ile paylaşır. Soylu’nun “Azdan az, çoktan çok gider” diye bir cümlesi oldu televizyon programında. Yani “Bana bir zarar gelirse asıl zararı onlar çeker” demek istedi. Bu, aslında açık ve net bir tehditti. Ve tehdit karşı tarafta algılandı ve kabullenildi, çünkü önlem alması gereken kişi ve çevresi çok kirli. O da bu kirliliğin farkında. Soylu’ya bir şey diyemediler. Bahçeli de bütün kendi bürokratik kadrolarını bu vesile ile devlete yerleştiriyor. Bahçeli için zaten sorun yok. Soylu’ya destek çıkarak Erdoğan’ı kendi istediği her şeyi yerine getirecek şekilde konumlandırıyor. Bu tablo, AKP’li vekilleri ne kadar rahatsız ediyor, bilmiyoruz.

- Sizce rahatsızlık var mı?

AKP’nin içinde de vicdanlı insanlar var, bu gidişten rahatsızlar. “Türkiye böyle bir pozisyonla karşı karşıya kalmamalıydı” diyen insanlar var. “Bu kadar çürümenin, bu kadar kokuşmanın olduğu yerde siyaset kurumuna güven dip yapacak” diyen bir kesimden söz etmek mümkün, fakat Soylu, İçişleri Bakanlığı’yla Emniyet İstihbarat’ı, Jandarma İstihbarat’ı, bütün valileri, kaymakamları, Emniyet müdürlerini yönetir pozisyonda. Soylu, Erdoğan’ın bütün sırlarına vâkıf.

- Bu yüzden mi görevden alınamıyor?

Erdoğan, Süleyman Soylu’yu görevden alamaz. Bahçeli’yi ikna etmediği sürece alamaz.

- Peker’in Soylu’yla ilgili kayıp silahlar iddiası çok vahim. Ne dersiniz?

Bu konu, çok sayıda Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili tarafından dile getirildi, soru önergeleri verildi... Şimdi içeriden biri konuşuyor... Vahim bir tablo. Mafya - siyaset birlikteliği ve çürüyen devlet yapısı... Ülkenin bekası mafyaya mı teslim edildi? Ülkesinin silahına dahi çıkamayan bir kişi, ülkesini nasıl yönetir?

- Biliyorsunuz Cumhuriyet gazetesine de 1 milyon liralık dava açtı İçişleri Bakanı…

Korkuyor. Daha fazla gerçeğin ortaya çıkmasından korkuyor. Cumhuriyet’te çok sayıda araştırmacı gazeteci var. Didik didik ediyorlar. Yani ahlaki temeller üzerinde görevlerini yapıyorlar. Bütün yolsuzlukları, ilişkileri ortaya çıkarıyor, belgelendiriyorlar. O zaman gazeteleri susturmak için bir yol bulmaları gerekiyor. Bu konuda iki şeyi deniyorlar: Birincisi yüksek tazminat davalarıyla insanları, kurumları korkutmak, sindirmek ve haber yapmalarının önüne geçmek. Ama bunu yapan kişi, Cumhuriyet gazetesini bilmiyor, tarihini, kökenini, cumhuriyete, ahlaki değerlere bağlılığını bilmiyor. Sanıyor ki havuz medyası gibi büyük tazminat davası açacaklar, onlar da susacak. Cumhuriyet’in tarihinde de geleneklerinde de susmak yok. İkinci yöntem, kendileriyle ilgili haberlere yargıyı kullanarak erişim engeli getirmek.

- BBP Genel Başkanı Mustafa Destici, Vatan Partisi lideri Doğu Perinçek gibi isimler, iktidarın politikalarını kısık sesle de olsa eleştirmeye başladı. İttifakta bir çözülme olduğunu düşünüyor musunuz?

Onu bilmiyorum ama Sayın Destici halkın arasına giriyor, gerçekleri görüyor tabii. Gören insan her şey güllük gülistan diyemez ki… Çözülme olur mu olmaz mı, bilmiyorum ama ister AKP, ister AKP’nin başını çektiği Cumhur İttifakı bana göre süresini doldurmuş bir ittifak. Ve Türkiye Cumhuriyeti’ne en büyük zararı veren bir ittifak. Bizim Milli Kkurtuluş Savaşı sonrası edindiğimiz ve büyüttüğümüz değerleri altüst etti. Halkın, bu ittifakı demokratik yollarla göndermesi gerekiyor.

- Hakkınızdaki fezleke Meclis’e geldiğinde “Erdoğan beni hapse attırmak istiyor” dediniz. Bahçeli de “Çıksın mahkeme karşısına, versin üzerine atılı suçlamaların hesabını: Dolandırıcı tosuncuk nasıl bedel ödeyecekse Kılıçdaroğlu da ödesin” diye konuştu. Erdoğan sizi gerçekten hapse mi attırmak istiyor?

Erdoğan beni susturmak istiyor, çünkü Erdoğan’ı en sert eleştiren benim. Hiçbir eleştirim haksız değil. Üstelik sorunların nasıl çözülmesi gerektiğini de anlatıyorum. Erdoğan’ın tahammül edemediği ikinci nokta. Çünkü eleştiriyi karşı eleştiriyle giderebilir ama çözüme karşı kendi çözümünü üretemiyor. Çünkü bir çözümsüzlük içinde. O zaman ne yapalım; Kılıçdaroğlu’nu susturmamız lazım. Beni nasıl susturacak? Ya hapse atacak ya siyasi cinayet işlenecek. İkisinden de korkmuyorum. Cumhuriyet Halk Partisi’ni bilmiyorlar. Tazminat davaları açıyor. Acaba susturabilir miyiz diye. Olmadı. Linç girişimleri de tutmadı. Millet İttifakı’nı dağıtma arayışlarına girdiler. O da olmadı. Bu fezlekelerin tamamı uydurma zaten. FETÖ döneminde de böyle fezlekeler gelirdi. Silivri’de İlker Başbuğ’u ziyaret etmiştim. Çıkışta, “Burası İkinci Dünya Savaşı sonrası Nazi kampları gibi bir kamptır. Bütün aydınlar, düşünürler, gazeteciler, avukatlar, komutanlar hapiste. Toplama kampına dönüştü burası” demiştim. Ben Ankara’ya gelmeden hakkımdaki fezleke Ankara’ya ulaşmıştı. Tablo yine aynı. Talimatla fezleke yazdırıyorlar. Bir de şu var: Yargıda kim Kılıçdaroğlu hakkında yüksek tazminata hüküm kurarsa ya da fezleke yazarsa yargıda yükselme yolu açık. Bakın Sezgin Baran Korkmaz ile ilgili kararı veren, süratle mal varlıkları üzerindeki tedbirleri kaldıran, yurtdışına çıkış yasağını kaldıran kişilerden biri Adalet Bakan Yardımcısı oldu. Onun tepesindeki kişi de Anayasa Mahkemesi’ne üye oldu. Mafyayla, yeraltı dünyasıyla yargının, siyasetin birlikteliğine bakın. Birinin karaparası var, dünyayı dolandırmış ama onu rahatlatan bütün kararları alanlar yargının tepe noktalarına atanıyorlar. Bunu yapan da kirli siyaset. Güç ve eylem işbirliğine bakın...

- CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Kuşoğlu ve Çankaya Belediye Başkanı Alper Taşdelen “Cumhurbaşkanı adayımız Sayın Kılıçdaroğlu” ifadesini kullandı… Siz de “Daha durun bakalım” diyorsunuz ama bir yandan da diliniz adaylığa yakın… Ne yapıyorsunuz, kafamız karıştı…

En başta nerede durduysam yine aynı yerde duruyorum. Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda Millet İttifakı liderlerinin bir araya gelip en azından bu konuyu konuşmaları lazım. Benim çıkıp cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda konuşmam şık olmaz. Aslında yanlış bir tartışma yapıyoruz. Tartışma konusu şu olmalı, “Toplum nasıl bir cumhurbaşkanı istiyor?” Arkadaşlarım kendi görüşlerini dillendirmiştir. Kaldı ki sorun kişisel bazda ele alınıp tartışılacak bir sorun değil, asıl sorun Türkiye... Dolayısıyla “Millet İttifakı”nın tüm bileşenlerinin bu bilinçte olduğuna inanıyorum.

- Hem Mansur Yavaş, hem Ekrem İmamoğlu için anketlerde cumhurbaşkanlığı için yarıştaymış gibi ölçümler yapılıyor. Adaylıkları sizin kafanızdan geçiyor mu?

Halk belediye başkanlarımızdan memnun; tamamı, gerçekten de olağanüstü bir çabayla görevlerini yerine getiriyorlar. Bu, o ilde, ilçede, beldede yaşayan vatandaşlar kadar bizi de mutlu ediyor. Belediye başkanlarımızın birinci görevi, halka verilen sözleri tutmak.

- İttifakta adaylık konusunda bir sıkıntı yaşanır mı?

Samimiyetle söyleyeyim, sanmıyorum. Birden fazla seçenek var. Oturulur konuşulur, yani Türkiye’nin gerçekleri önümüzde duruyor. Derdimiz şunun ya da bunun cumhurbaşkanı olmasından çok, Türkiye’yi nasıl aydınlığa kavuşturabiliriz, yaşanan kirlilikten Türkiyeyi nasıl arındırabiliriz? Toplumu kutuplaştırmakta nasıl kurtarabiliriz; bunun derdindeyiz. İnsanların derdine derman olmamız, en başta ekonomik olarak da toplumu rahatlatmamız gerekiyor…

- “Porsiyonu küçültün” demezsiniz değil mi?

Porsiyonu küçültme ifadesi çok büyük bir talihsizlik. Saray’ın porsiyonuyla vatandaşın porsiyonunu aynı görüyorlar. Yahu vatandaşın önünde porsiyon yok. Böyle dramatik bir tabloyu Cumhuriyet döneminin hiçbir evresinde görmedik. Bakın Erdoğan kadar sarayı olan hiçbir Osmanlı padişahı olmamıştır. İster Fatih Sultan Mehmet Han’ı, isterseniz Vahdettin’i inceleyin, hiçbirinin bu kadar sarayı olmamıştır. Bu kadar ihtişam, bu kadar debdebe haramdır. Erdoğan halkı kandırdı. İstanbul’dan seçilip Ankara’ya geldiğinde Keçiören’de mütevazı bir evde kiracıydı.

- Halkı o zaman mı kandırdı demek istiyorsunuz, anlamadım…

Evet, o zamandan başladı. “Milletvekili lojmanlarını satacağım, herkes halkın arasında otursun” dedi. Halkını aldattı, belli bir gücü elde ettikten sonra da gerçek yüzü ortaya çıktı.

- Başlayan bir tartışmada Zülfü Livaneli “CHP’nin, Baykal gerçeğiyle hesaplaşması şart” dedi. Grup toplantısında bir açıklama yaptınız ama bu meseleyi kendi içinizde tartıştınız mı?

Hayır, tartışmadık. Gerek duymadık.

- CHP’nin Baykal sorunu var mı?

Hayır, CHP’nin böyle bir sorunu yok.

- Peki, CHP seçmeninin Baykal sorunu var mı?

Hayır yok.

- Öyleyse bu tartışma nereden çıkıyor?

Yapay tartışma. Gündemi saptırmaya yönelik tartışmalar. Türkiye’nin bu kadar derdi varken, çocuğunun karnını doyuramadan yatağa yatıran binlerce anne varken, çöp konteynırlarından beslenenler varken, “askerimiz Afganistan’a mı gidecek” diye kaygılanırken, mafyayla siyasetin iç içe geçmiş çıkar ilişkileri ortaya saçılmışken, bunların üzerine sünger çekelim, CHP’yi konuşalım, yok böyle bir şey…

- Peki, Baykal, Livaneli'nin iddia ettiği gibi Kürtleri, Alevileri, ezilenleri sevmediğini söylemiş olabilir mi?

Hayır…

- Böyle söylediğini düşünseydiniz farklı mı davranırdınız?

Böyle bir şey söylemedi ki farklı davranayım. 

- İktidar yanlısı medyaya göre, “Dostlarımızla birlikte iktidar olacağız” diyen siz, bu dostluğa engel gördüğünüz Baykal’ı ve diğer ulusalcıları gözden çıkardınız…

Siyasete girmişseniz ve iktidar olmak istiyorsanız hiç kimseyi gözden çıkarmazsınız. Ahlaklı herkesin oyuna talibim. Türkiye’yi bu zor koşullarından çıkarmak için herkesten destek isterim. Siyasetin amacı bu… Eğer siyaseti kısır tartışmaların içine çekerseniz ülkenin sorunlarını çözemezsiniz.

- Muharrem İnce. “Benim afişlerimi dağıtmadılar, Hazine’den aldıkları parayı harcadılar, oy vermediler” dedi, “Neden beni sattınız” diye sordu. Sattınız mı?

Cumhuriyet Halk Partisi’nde kimse satılacak duruma düşmez. Partinin geleneğinde de örfünde, âdetinde de bu yoktur. Bu kadar!

- Son zamanlarda çok fazla polis intiharıyla karşılaşıyoruz, inceleme fırsatınız oldu mu hiç?

Polis, insan haklarına aykırı şekilde çalıştırılıyor. 24 saat çalışan var. Buna rağmen hak ettikleri ücretleri alamadıklarını, büyük sıkıntılar yaşadıklarını biliyorum. Erdoğan, eğer Trabzon’dan Rize’ye giderken her 100 metreye bir polis koyarsa bu doğru değildir. Kendi ülkenizde, en çok oy aldığınız bölgede polisleri kilometrelerce sıra sıra dizerseniz bu doğru değildir. Ahlaki de değildir. Bir ülkeyi bu anlayışla yönetemezsiniz. Zaten bu tablo yönetemediğinizi göstermektedir. Hem orada seni bekleyecek, sonra dönecek terörle mücadele edecek. Sonra diyecekler ki git şu mafyanın korumalığını yap. Bizim polisimiz siyasi baskılar olmadığı sürece yasaların verdiği görevleri tartışmasız şekilde yerine getirir. Ben buna inanıyorum. Şimdi siz Dilovası’nda gemide kokain araması yapacaksınız. Bulacaksınız. El koyacaksınız. Üstü örtülecek, soruşturma açılmayacak. Oradaki polis “Sen beni kullandın” demeyecek mi? Polis mutsuz…

- Kısa çalışma ödeneğinin bitmesiyle işten çıkarmalar da başladı… “Önümüzdeki günler daha zor geçeceğe benziyor” diyebilir miyiz?

İnsanlar perişan vaziyette. Erdoğan’a bakarsan her şey güllük gülistan. Oysa güllük gülistan sadece Saray’da var. Erdoğan etrafındaki tüm akil insanları temizledi. Şu an etrafındaki insanlar da vurguncu. Neymiş, arabası bozulmuş, yeraltı dünyasının aktöründen kullanmak üzere araba almış, bir de utanmadan “Benzinini ben koydum” diyor. Şimdi bana hakaret etti diyecek. Hayır, ben gerçeği söylüyorum. Çoklu organ yetmezliğiyle karşı karşıya olan bu iktidar Türkiye’nin sorunlarını çözemez.

- Erdoğan cuma günü Diyarbakır’daydı. 2.5 yıl sonra ilk kez buraya gitti. Sizce Diyarbakırlı Erdoğan’ı nasıl karşıladı?

Bu soruyu Diyarbakırlılara sormak lazım... Atılan sloganlar nedeniyle de Sayın Bahçeli’ye sormak lazım.

- Cumhurbaşkanı, Diyarbakır’daki bir diğer değerlendirmesi de “HDP, Kürt kardeşlerime yapılan zulüm başta olmak üzere ülkedeki bütün günahların anası CHP ile yol yürüyor” şeklinde oldu. Ne dersiniz?

Cumhuriyet Halk Partisi olmazsa Erdoğan’ın kirliliği yeterince anlaşılamayacak. Siyahın karalığı ancak yanına beyaz konulduğunda daha iyi anlaşılır. Erdoğan beyaza tahammül edemiyor, çünkü çok kirli, kirliliğini sadece biz değil, artık dünya biliyor. O nedenledir ki mal varlığı dolayısıyla tehdit edildiğinde gıkı çıkmadı...