Kendi ağzından en kapsamlı röportaj…Hanım ağa lakaplı Güniz Akkuş kimdir?
Güzel bir kadın. Henüz 30 yaşında. Çete lideri olduğu, gece kulüplerini haraca bağladığı gerekçesiyle yargılanıyor. Üç yıl cezaevinde yattı, yeni çıktı. Silahları ve hızı seviyor. Modayı takip ediyor. Büyük aşklara inanıyor. Cici bici görünüyor ama arada kestiği racon kafa karıştırıyor. Eski polis Güniz Akkuş, hayatında ilk kez röportaj verdi.
Yıl 1979’du. Almanya’nın Münih kentinde yaşayan hamile bir kadın sancılandı; Takvim 1979’u gösteriyordu. Apar topar hastaneye kaldırıldı. Doktor, çocuğunun ayaklarının önde olduğunu söyledi. Kadının kocasına bir de tavsiyede bulundular, “Hareket ettir!”
Adam deli dolu biriydi. Karısını arabaya bindirdiği gibi, hastanenin yakınında bulunan merdivenlerden indirmeye başladı. Hamile kadın, hopluyor, zıplıyor, korkuyordu. Sonra düzlüğe çıktı; asansöre bindirip, karısını doktorun yanına çıkardı yeniden. Doktor adamı tebrik etti; çocukana rahminde doğru yerini bulmuştu. Ve o çocuk, bunca hareketledoğdu; adını Güniz koydular, Güniz Akkuş… Bugün 30 yaşında. 15 yıldır Türkiye’de yaşıyor. Hareketli geldiği dünyada, hareketsiz duramıyor. Bu ülke onu haber bültenlerinden tanıyor. Haraç toplayan hanım ağa ya da polisken çete lideri olan sıra dışı, havalı bir kadın olarak.
Çete davası çok yazıldı, çizildi. Bir eğlence mekânında beylik tabancasıyla havaya ateş açması, polislikten atılması, sahte kimlikle yakalanması, çete kurduğu ve eğlence mekânlarını haraca bağladığı iddiaları… Bu iddialar mahkemelerde masaya yatırıldı. Adalet, Güniz Akkuş’un bileğine üç yıl önce geçirdiği kelepçeyi, 14 Haziran’da çıkardı; artık özgür. 27 yaşında girdiği cezaevinden 30 yaşında tahliye oldu. Davası sürüyor, tutuksuz yargılanıyor. Hukuka saygı, davayla ilgili konuşmamayı gerektiriyor. Ama konuşacak başka şeyler de var.
Hep merak edildi aslında. Düşük bel pantolon, göbeği dışarıda bırakan şık tişörtler giyen, gösterişli gözlükler takan ve çete lideri olduğu söylenen bu kadın kimdi böyle? “Kimdir Güniz Akkuş?” merakının altında bugüne kadar cevap bulan bilgiye pek rastlanmadı. Hayatından memnun muydu, cezaevindeyken hayat muhasebesi yapmış mıydı? Yoksa cezaevine girmek aslında seçtiği hayatın gereği miydi?
Silahlarla nasıl bir bağı vardı? Genç ve güzel bir kadın olarak erkeklerle ilişkisi nasıldı? Merak ettiğim tüm soruları sorabilmek için telefona sarıldım. Zor oldu; çünkü Akkuş, yaşadıklarından sonra en azından şimdilik konuşmak istemiyordu.
Bir çarşamba günü, Akmerkez’de buluşmak üzere sözleştik. Randevuyu İstanbul’un konforlu mekânlarından Papermoon’a verdi. Oraya ondan önce gittim; kapıdan girişini görmeliydim. Nasıl karşılandığından, buranın sıkı müşterisi olup olmadığını anlamak mümkün olabilirdi. Randevu saati geldi çattı. Kapı açıldı. İçeriye uzun boylu, kim olduğunu bilmeseniz manken sanacağınız, havalı saçları, beyaz düşük bel pantolonu, topuklu ayakkabıları, dar gömleği ve siyah büyük gözlükleriyle bir kadın girdi. “Hoş geldiniz efendim!” diye karşılandı. Garsonlarla selamlaştı; tanınıyordu. Belli ki burası onun mekânlarından biriydi.
'Bu kız motoru, binmem'
Cana yakın bir genç kızdı içeri giren. Sürekli gülüyordu. Vişne soda istedi. Konuşmaya başladık. Üç kardeşin en küçüğü, biraz da tekne kazıntısı olarak dünyaya gelmişti Güniz. Hep çok hareketliydi. Okul hayatındaki fotoğraflarından etrafında hep erkeklerin olduğunu hatırlıyor: “Sanki ben ortadaydım, etrafımdaki erkeklerin başı gibiydim.”
Babası silaha, tüfeğe meraklı bir adamdı. Güniz, babasına yakındı. Çocukken kovboy kıyafetleri giyiyordu. Henüz yedi yaşındaydı, babası ona bir tüfek hediye etti. Onu ava götürdü. Güniz, keklik, serçe vurmaya başlamıştı. “Küçüklüğüm deli dolu geçti; kız çocuğu gibi yetişmedim” derken, yüzünde hiç ‘keşke’ diyen bir ifade yoktu.
Güniz’in hayatı, okul, av, kovboyculukla geçiyordu. Sonra büyümeye başladı. Ama dişi kovboyun silah merakı azalmıyordu. 15 yaşındaydı; yani bundan 15 yıl önceydi. Aile bavulları topladı; özlemi burunlarında tüten memlekete doğru yol aldılar. Güniz, hiç Türkçe bilmiyordu. İlk işi Türkçe öğrenmek oldu. Spor akademisini kazandı. Motosikletli birini görünce, heyecandan ölecek gibi oluyordu. Çocukluğundaki kovboy düşleri, yerini koca bir şehrin rüyasına bırakmıştı. Artık oyuncak atının üzerinde kovboyculuk oynayan çocuk değildi. Saniyelerle yarışan bir motosiklete sahip olmak istiyordu. Doğum gününde sürpriz yine babasından geldi. Kızına bir Vespa almıştı. Güniz’in suratı düştü, mutlu olmadı. Sonunda dayanamadı, ağzındaki baklayı çıkardı: “Bu, kız motoru. Binmem!”
Allem etti, kalem etti, babasına gerçek bir motor aldırdı. Rüzgârın kızı, yeni motorunun tepesinde İstanbul’u turlamaya başladı. Sürekli Yunuslar'ı görüyordu. Bayılıyordu onlara. Silahları vardı, kıyafetleri çok havalıydı. Karar verdi, polis olacaktı. Emindi; ondan çok iyi polis olurdu. Sınav günü geldi çattı. Ailesi istemiyordu. Güniz deli doluydu, başına iş alabilirdi. Sınava girdi. Telefonu çaldı. Emniyet Müdürlüğü’nden arıyorlardı. Tebrik ettiler, Güniz sınavı birincilikle kazanmıştı. Okulu bitti, Yunuslar’a başvurdu. Amiri Güniz’i gördü, “Hemen gel buraya,” dedi. Fark edilmişti: “Yunuslar’a özel seçilirsiniz. Yabancı dil bileceksiniz. Arabesk mi dinliyorsunuz, alınmazsınız oraya. Kızlar güzel olacak, erkekler yakışıklı. Yani kazanmam için her şey tamamdı.” Güniz, güzel olduğunu biliyordu. Şimdi başarılıydı da, hayaline kavuşmuş, polis olmuştu.
'Kimse kendini bozamaz'
Polis olmuştu olmasına ama işler pek de iyi gitmiyordu. Başına buyrukluğu zamanla sorun olmaya başladı. Amiriyle takışınca iş çığırından çıktı; soruşturma açıldı ve Kilis’e sürgün edildi. Arada gidip gelen laflar, kurşun gibi ağırlaşmaya başlamış, büyüdükçe büyüyordu. Amire itiraz, 2006 yılında polislikten atılmasına neden oldu. Akkuş, o günleri yine yüzündeki tebessümü eksiltmeden anlatıyor: “Çok severek, gurur duyarak yaptım polisliği. Tabii ufak tefek pürüzler çıkıyor. Bu, her insanın hayatında ister istemez oluyor. Ne yazık ki, birçok şeyi çok severek, doğru olduğuna inanarak yapıyorsun. Bir insan çıkıp seninle uğraşmaya kalktığında zoruna gidiyor. O seninle uğraşıyor, sen onunla uğraşıyorsun. Sonra mesleğinden oluyorsun. Ama ben her zamanhakkımı mahkemelerde aradım.”
Güniz Akkuş’un, polislikten atıldıktan sonra 20 kişilik bir haraç çetesi kurduğu, önce küçük barları hedef seçtiği, sonra da sosyetenin takıldığı ünlü mekânları haraca bağladığı iddia edildi. Sonra Reina’da iş koptu. Bir gece, Reina’yı bastığı, havaya ateş açtığı, sahibi Mehmet Koçarslan’ı tehdit ettiği gerekçesiyle gözaltına alındı. Güniz Akkuş, çete lideri iddialarını reddediyor. “Çıkıp da kimseyle konuşmadım, ‘Çete lideri değilim’ bile demedim. Burada da hukuka güvendim. Üç yıl cezaevinde yattım ve işte artık dışarıdayım.”
Oysa herkes onu bu isimle tanıdı: Çete lideri. Bir de ‘hanım ağa’ dediler. Ama Güniz Akkuş, hanım ağa lakabının olaylarla hiçbir ilgisi olmadığını söylüyor ve anlatıyor: “Ben hep ağırbaşlıydım. Bir yere gittiğimde dans bile etmem. Masada bir ağırlığım vardır. Bu ağırlığım, ağırbaşlılığım nedeniyle dostlarım bana ‘hanım ağa’ dediler. O da yayıldı. Ben bir yerlere giderim. Gittiğim yerden adam gibi kalkarım. Benim masamda da kimsenin kendisini bozmasına izin vermem.”
Bu cümle, hani filmlerden çıkmış gibi biraz. Mafyanın dili gibi, “Benim masamda kimsenin kendisini bozmasına izin vermem.” Rahatsız eden bir rahatlıkla söyleniyor oysa karşımda. Hem de bir kadın sesinden çıkıyor. Ne garip.
Güniz Akkuş, kendisini çok güçlü hissediyor. Her zaman Allah’a sığındığını, Allah’tan başka kimseden korkmadığını söylüyor. Aslında cezaevinden çıkanların ortak hikâyeleri vardır. Düşünmeye bol vakit olması, biraz da hesaplaşmayı getirir beraberinde. Geçmişten dersler çıkarırsın. Güniz Akkuş, bir derse gerek olmadığı görüşünde. O, kötü bir şey yapmadığına inanıyor, biraz da kadere. Her insanın ufak tefek hataları olabileceğini söylüyor. Onu üç yıl cezaevinde yatıran nedenlere, “Ufak tefek hatalar” diyebiliyor: “Ben hâlâ bir yanlış görmüyorum. Böyle olması gerekiyordu, oldu. Her konuda alnım açık. Her şeyin arkasındayım. Bazen suçlular dışarıda kol geziyor olabilir, suçsuzlar içeride. Ama sonunda adalet mutlaka tecelli eder.”
Cezaevindeki üç yılını, spor yaparak, kitap okuyarak, insanlara yardımcı olarak geçirdiğini söylüyor. “Ne demek bu yardımcı olmak?” diye sorduğumda, “Koğuşum üç kişilikti, ablalık yaptım, maddi, manevi” diyor. Bu da racondan olsa gerek.
'Barut kokusunu içime çekerim'
Alışılmış biri değil Güniz Akkuş. Fiziğiyle mankenlere taş çıkartırken, namını sertliğiyle duyuruyor. Ama karşınızda aslında hiç de böyle biri durmuyor. Sanki başka birinden bahsediliyor, yanlış birine röportaja gelmiş hissine kapılıyorsunuz. Ama o, “Hayır” diyor. Gerektiğinde sert olabildiğinin altını çiziyor: “Polisim ben. Yeri geliyor, sert ve ciddi olmak zorunda kalıyorsun. İstanbul bana çok şey öğretti. Yoksa başa çıkamazdım.”
Cezaevinde en çok köpeği Tina’yı özlemiş. Bir kez ağlamış, o da Tina için. Nasıl olur da insan cezaevine girer ve ağlamaz? “Neden üzüleceğim ki!” diye neredeyse beni teselli edecek: “Bu dünya gelip geçici. Adam, ‘çorabım yok’ diye ağlıyormuş. Bakmış karşısındakinin ayağı yok, haline şükretmiş. Hayat zor, biz cezaevinde yiyip, içip, yatıyorduk.”
Peki ya özgürlük? “Gökyüzüne sınırlı saatlerde bakabilmek var ya, işte o sana özgürlüğün kıymetini anlatıyor. Güçlü olmaya çalıştım, oldum. Yapacak bir şey yoktu.”
Bunca olayın arkasına bir de felsefe koyuyor, “Yüksek dağların başı dumanlı olur. Önüne hep engeller çıkar; önemli olan mücadele etmek” diyor.
Silahları, motosikleti seviyor. Hareketli bir kadın, duramıyor. Fotoğraf çekimi yapıyoruz. Söz, geçmişte basına yansıyan, cezaevinden mahkemeye götürülüş fotoğraflarına geliyor. Bir giydiğini bir daha üstünde görmediğimiz, seksi duruşu, ağzındaki yarım gülüşüyle kameralara bakışın ı. “Psikopat gibisin fotoğraflarda, psikopat mısın sahiden?” diye soruyorum. Cezaevi psikolojisinden kaynaklandığını söylüyor. Peki ya, elinde purosu, belinde silahlı meşhur fotoğrafı? Silahı sevdiği için polis olduğunu itiraf ediyor. “O kadar seviyordum ki, eğitimde, ateş ediyordum, barutun kokusunu içime çekiyordum. İyi ateş e derim, hedef şaşmam” diyor.
Dövmeler ve aşk
İnce vücudunda kocaman, belirgin dövmeleri var. Kolunda Pegasus, belinde M. Kemal Atatürk ve sırtında Çince ‘Güniz’ yazan üç dövme. Hadi diğerlerini anladık ama ‘neden Pegasus?’ Anlatıyor: “Pegasus dövmesini severek yaptırdım. Yunan mitolojisinde var. Ama ben araştırdım, o Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u alışını temsil ediyor. Bu da çok hoşuma gider. Kendimi Fatih Sultan Mehmet gibi hissediyorum. Fetheden yani.”
Peki hiç fethedildi mi? Güniz Akkuş, her ne kadar ‘erkek iş’lerle adını duyursa da bir kadın. Âşık olduğunu söylüyor, ama o kadar da büyük değilmiş. Oysa, mafyanın adamlarından birine âşık olduğu yazılıp çizilmişti. Hatta çete işlerine bu yüzden girdiği. Güniz Akkuş, “Gözüm hiç bu kadar kör olmadı” diyor. Daha çok âşık olmak istiyor, ama bunun için kendi ifadesiyle ondan daha ‘delikanlı’ biri çıkmalı karşısına. Erkek onu hak etmeli. Ona aslında bir ‘kadın’ olduğunu hissettirecek, ne istediğini bilecek, o söylemeden gerekeni yapacak güçlü bir erkekle güçlü bir aşk istiyor. Sanki güçsüz bir erkek, onunla aşk yaşamaya cesaret edebilecekmiş gibi. O da itiraf ediyor, “Bu, ancak platonik bir durum olurdu” diyor. Âşık olursa, tüm kapıları açacağını, dizginleri ele vereceğini anlatıyor. Peki ya, kapılarını açtığı erkek onu aldatırsa? Yeryüzünde bu kadar cesur bir erkek varsa tabii… Herkesin aklından, ‘aldatırsam bu kadın beni vurur’ fikri geçer herhalde. Cevap hazır: “Silerim. Sinirlenirsem, hazmedemezsem şişeyi kafasına geçiririm. Zaten hislerim kuvvetlidir, yanlışı bulurum. Karşımdakinin de eli ayağı birbirine karışır, hemen ele verir kendini.” Kimsenin kafasında şişe kırmamış, ama tabakların havaya uçuştuğu zamanlar olmuş.
'Gerekirse Reina'ya giderim'
Güniz Akkuş, hip hop dinliyor, bazen ruh haline bırakıyor tercihi. “Tırı vırı yerleri sevmem” diyor. Favori mekânlarını Papermoon, Sortie, Angelique, CafeBu olarak sıralıyor. Peki ya, meşhur olayların mekânı Reina? Gülüyor. Arada kapısından geçtiğini söylüyor. Üstelik orayı sevdiğini ifade ediyor: “Gerekirse Reina’ya da giderim, modern insanlarız, ne var ki?” Bugünlerde tatil yapıyor. İlerisi için planını yapmış, ticarete atılacak. Muhtemelen İstanbul’da bir mekân açacak. Hayatında tabii ki hareket eksik olmayacak. Ama artık hareketi pistlerde arayacak. Hedefi Formula 1’e katılmak ve Ferrari pilotu olmak.
Nasıl tanıdık?
Polislikten atıldıktan sonra eğlence mekânlarını haraca bağladığı ve Reina’yı basarak, havaya ateş edip, sahibi Mehmet Koçarslan’ı tehdit ettiği iddiasıyla 16 Haziran 2006 tarihinde tutuklandı. Akkuş hakkında yağma, tehdit, suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, ölüme sebebiyet verecek şekilde kasten yaralamak suçlarından 98 yıl hapis cezası istendi. Aynı davada tutuklu dört kişiyle birlikte 14 Nisan’da tahliye edildi. Ancak, cezaevinden çıkamadı. Çünkü, sahte kimlik kullanmak suçundan bir davası daha vardı. İki ay daha cezaevinde kaldı. 14 Haziran’da tahliye oldu.
1. Güniz Akkuş’un belinde silahı, elinde purosuyla fotoğrafı üç yıl önce, cezaevine girmeden çekildi.
2. Her duruşma zamanında farklı kıyafetler giydi. Şapkalar, kırmızı kabanlar, yüksek topuklar…
3. Cezaevinden mahkemeye götürülürken, yüzündeki gülümseme hiç eksik olmadı.
4. Çocukluk fotoğrafı. Yüz ifadesi hiç değişmemiş gibi.
5. Almanya’da okul arkadaşlarıyla. Lunaparkta bir oyuncak helikopterin içindeler.
6. Bu fotoğraf cezaevinin içinde çekildi. Güniz Akkuş, milliyetçi olduğunu söylüyor.
7. Bayrakla poz vermeyi seviyor. Yine duruşmalardan birine üzerinde Türk bayrağı bulunan tişörtle çıktı.
8. Motor tutkusu, polisliği seçmesinin nedenlerinden biri. Hatta yarışlara bile katılmış, tek kadın olarak.
9. Anne ve babasıyla. Çocukluktan kalan bir doğum günü hatırası.
Güniz Akkuş, silahlara duyduğu sempatiyi gizlemiyor. Barbie ile değil de, tüfekle oynanan bir çocukluğun izlerini taşıyor.
“Yunuslar’a özel seçilirsiniz. Yabancı dil bileceksiniz, arabesk dinlemeyeceksiniz. Kızlar güzel olacak, erkekler yakışıklı. Yani kazanmam için her şey tamamdı.”
Güniz Akkuş’un sağ kolunda Pegasus dövmesi var. Keşfeden anlamına gelen dövmeyle kendini özdeşleştiriyor.
“Aşık olmak istiyorum. Ama benden daha delikanlı biri çıkmalı karşıma. Erkek beni hak etmeli. Kadın olduğumu hissettirmeli.”