Davutoğlu: Yolsuzlukla mücadelem başbakanlığıma mal oldu
Döneminde gördüğü yolsuzluklara müdahil olduğunu ve hatta bu mücadelesinin başbakanlığına mal olduğunu dile getiren Davutoğlu, o dönem çıkarmak istediği siyasi ahlak yasasıyla ilgili de, "O yasayı çıkarabilseydim Peker'in ifşa ettiği ilişkiler olmayacaktı" ifadesini kullandı.
Gelecek Partisi Genel Başkanı ve eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, görevde olduğu döneme ve gündemdeki konulara dair açıklamalar yaptı. Davutoğlu, son günlerde ortaya koyduğu iddialarla gündem olan Sedat Peker'le ilgili de konuştu ve kendisiyle hiçbir ilişkisinin olmadığını ancak kontrolü dışında ilişkiler kurulmuşsa da bundan haberi olmadığını söyledi.
O dönem üzerinde çok fazla çalıştığı siyasi ahlak yasasının çıkarılmadığını dile getiren Davutoğlu, eğer o yasa yürürlüğe girseydi Peker'in ifşa ettiği ilişkilerin de olmayacağını açıkladı.
Yolsuzluklara karşı yeni yasalarla mücadele etmek istediğini belirten Davutoğlu, bu konuda AKP ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından engellendiğini, STK'lardan da destek göremediğini belirtti.
Çözüm sürecini yorumlarken o dönemde kamuoyunun bilmediği hiçbir vaatte bulunmadıklarını savunan Davutoğlu, Pelikan yapılanması iddialarını neden yargıya taşımadığını aktarırken ise yargıya güvenmediğini ifade etti.
BBC Türkçe'den Mahmut Hamsici ve Ece Göksedef'in sorularını yanıtlayan Davutoğlu, önemli açıklamalara imza attı.
Röportajın bazı soru ve cevapları şöyle:
Mahmut Hamsici (MH): Çözüm sürecinin sonlanmasıyla ilgili dönüm noktası olarak Ceylanpınar'da iki polisin öldürülmesi olayını gösteriyorsunuz. Olayla ilgili sonucunda sanıklar cinayet suçlamasından beraat etti. Dosyada çelişkiler vardı. Davanın hakimiyle ilgili sorunlar oldu. Sonuçta şüpheli bir durum ortaya çıktı. Bugünden bakıldığında şüpheli bir durum üzerinden bu sürecin bitmiş olması sizde soru işareti yaratıyor mu?
Hayır. Gece yarısı iki polisimizin kurşunlanması bardağı taşıran son damladır. 7 Haziran'dan itibaren PKK'nın silahlı mücadele çağrıları vardı. Kobani olaylarında da çözüm süreci bahane edilerek kamu düzeninin nasıl tahrip edilmek istendiğini gördüm. Ceylanpınar olayını PKK üstlendi. "Ben TC'nin güvenlik güçlerini yataklarında uyurken dahi öldürürüm, devlet otoritesi değil benim otoritem vardır" demekti bu.
MH: Cinayetleri kimin işlediğinin bulunmaması soru işareti yaratmıyor mu?
Hayır hiçbir soru işareti yaratmaz. Hukuki süreçlere müdahil olmadım. Hukuki süreç devam ederken ben zaten Başbakanlık'tan ayrıldım. Ama bildiğim bir şey var, terör örgütü bunu sahiplendi.
Ece Göksedef (EG): Peki tüm çözüm süreci boyunca Sayın Cumhurbaşkanı'na sormadan herhangi bir adım attınız mı?
Görüş ayrılıklarımızın olduğu hususlar oldu ama tabii ki Türkiye'de Cumhurbaşkanı ve Başbakan arasındaki ilişkiler istişareye dayanan ilişkilerdir.
MH: O dönemden, önemli görüş ayrılıklarından bir tane örnek vermek ister misiniz?
"Kobani düştü düşecek" ifadesi benim benimsediğim bir ifade değildi. Belki Cumhurbaşkanı'nın da kastettiği düşmek üzere anlamında bir şeydi. Ya da akademisyenler bildirisi konusu… Böyle birçok olay var ama en temel görüş ayrılığı ise yolsuzluklarla mücadele konusundaki tutumdur.
MH: Sedat Peker'in iddiaları karşısında "Benim dönemimde bu yapıların aktivitesi yoktu" dediniz. Ancak Peker'in kamuoyu önünde görünür olduğu dönem sizin döneminize de denk geliyor. Peker'in kamuoyu önündeki aktif görüntüsüne müdahale etme ihtiyacı duydunuz mu? Ayrıca Peker'in o dönem hiç, bazı siyasetçilerle para veya başka türlü ilişkilere girdiğine dair iddialar kulağınıza geldi mi?
Başbakanlık dönemimde Sedat Peker'le ilgili benim veya benim üzerimden herhangi bir resmi kanalın herhangi bir ilişkisi, toleransı, müsamahası olmamıştır. Cezaevinden çıkmış, cezasını çekmiş birinden bahsediyoruz. O veya bu görüş, fikir beyan edebilir, toplantı yapabilir. Ben bunu meşru göstermek için söylemiyorum. O dönem, partiyle ilişkili olmayan başka yapılar partiyi desteklemek için bazı taleplerle geldiğinde de AK Parti'nin kurullarında, açık ve net bir şekilde tavır aldım, bu konuda genelge de yayımladım.
MH: O yapılar nelerdi?
O arada çıkmış olan, kendilerine ocak diyen veya başka isimlerle çıkmış olan birçok yapı vardı. Birçok yerel unsur da vardı. Meşru dernekler. Ama içlerine başka unsurların da girebileceğini düşündüğümüz için bu konular gündeme geldiğinde açık ve net tavır aldığımı herkes bilir.
MH: Sedat Peker'in örgütlenmesi üzerinden bir talep geldi mi?
Hayır. O sırada iktidara yakın görünen birçok dernek çıktı ama genel başkan olduğum hiyerarşide kontrol edebileceğim teşkilat yapısı dışındaki bir yapının bizi temsilen iş yapmasına da kesinlikle izin vermedim.
MH: Ama Peker'le ilgili o dönem, iktidar partisi lehine ve partinin de bilgisi dahilinde bir çalışma yaptığı görüntüsü ortaya çıkmadı mı?
O daha sonra. Esas o açık mitinglerin çoğu 2017 referandum sürecinde.
EG: Ama 1 Kasım 2015'teki seçimler öncesi de miting yaptı.
Bizim adımıza, parti yönetiminden izinli ya da müsamaha gösterilmiş şekliyle söz konusu değil ama birisi tutup fikir beyan eder, birisi destek beyan eder, ona "Niye destek beyan ediyorsun?" denmez.
MH: Ama o beyanlarda şiddet çağrısı da vardı, onlar da kamuoyunda çok tartışıldı.
Dediğim gibi benim dönemimde, benim bilgim dahilinde herhangi bir ilişki söz konusu olmamıştı. Benim dışımda kontrolsüz şeyler olmuşsa...Parti bütünüyle kontrolümde olsaydı zaten Başbakanlığı bırakmazdım değil mi?
MH: Yani sizin kontrolünüz dışında olmuş olabilir mi?
Olabilir. Ben bilemem ki. Zaten o dönem Genel Başkan Yardımcısı olan İçişleri Bakanı bile benim kontrolüm dışında imza topladıklarını ifade ediyor. Şimdi ben nasıl bütün o şeye kefil olabilirim? Ben bilgim dışında olan şeylerse, ben zaten bir taraftan onlarla mücadele ediyordum. O günlerde partide, benim partiyi kontrol etme çabamla bu kontrolü engellemeye çalışanlar arasında bir mücadele yürüyordu. "O mücadele esnasında şu veya bu yapı öyle veya böyle kullanılmıştır" denirse bunu onlara sormak lazım.
MH: Peker, siz Başbakan iken imzacı akademisyenlerle ilgili "Kanlarınızda duş alacağız" diye bitirdiği bir açıklama yaptı. Hem Başbakan hem de eski bir akademisyen olarak o dönem bu konuda daha somut bir adım atamaz mıydınız?
Ben bu konuda tavrımı söyledim. Daha somut adım siyasi ahlak yasasıdır, siyasetin şeffaflığı yasasıdır, yolsuzluklarla mücadele yasasıdır. Ben bu adımları atarken o akademisyenler bir araya gelip, "Başbakan haklı, arkasında durmalıyız. Siyasi ahlak yasası çıkmalıdır" diye bir bildiri yayınladılar mı? STK'lar toplanıp "Başbakan haklı, biz rüşvetle mücadele etmeliyiz veya inşaat rantına karşı Başbakan'ın arkasındayız" diye bir açıklama yayınladılar mı?
EG: O dönemki yolsuzluklarla ilgili 'Ben susmadım, açıkladım' ifadelerini kullandınız. Somut olarak hangi yolsuzluğu açıkladınız?
Engelledim. Önüme bir yolsuzluk dosyası geldiğinde de gerekli müdahalelerde bulundum.
EG: Bir röportajınızda 'Açıkladım' dediniz…
Açıkladım dediğim husus, sistemle ilgili açıkladım. İnşaat rantlarıyla ilgili ve nasıl çözüleceği konularını açıkladım. Dört bakan konusu da dahil olmak üzere ilişkilerin şeffaf olması gerektiği konusunda adımlar attım. Kamu görevlisi hediye alamaz diye hediye yasağı getirdim. Hediye yasağı getirildi çünkü bir bakan bir iş adamından 750 bin Euro'luk hediye aldığı iddiası vardı.
EG: O dönem gördüğünüz ve devam eden, bir şey yapamadığınız bir yolsuzluk var mı?
Bilgim dahilimde olan her türlü usulsüzlüğe müdahale ettim. Birçok konu önüme geldiği anda gerekli araştırmaları yaptım, onların yürümesine izin vermedim. Eksikler, gözden kaçanlar olabilir ama böyle bir yolsuzluk dalgası var mıydı o dönem?
MH: Siz, sizin dönemden sonra mı yolsuzlukların sistematik hale geldiğini söylüyorsunuz?
Evet. Dünyada da Türkiye'de de her zaman münferit yolsuzluklar olabilir. Ama son beş yıl içinde Türkiye'de tekil yolsuzluklar dönemi bitti, şimdi sistemik yolsuzluk var.
MH: Ama siz görevdeyken sistematik olarak yoktu, öyle mi?
Tabii, yoktu. Gördüğüm şeyleri engellemek için de tek tek sivrisineklerle uğraşmak yerine bataklığı kurutmak için de bütün sistemi değiştirecek tedbirler almaya karar verdim. Bugün Türkiye'de otoriter bir yolsuzluk düzeni var. Benden sonrası da karadır demem ama şu anda Türkiye'de her yerde ortaya çıkan sistemik bir yolsuzluk var. Mesela… Bir takım konulardan rahatsız olduğum için Karayolları Genel Müdürü'nü görevinden aldım. Benim dönemimde yasa çıkmış olsaydı kamu görevini yürüten kişiler o kamu görevini yürüttükleri alanda çıkar çatışması olan alanlarda görev alamazdı. Aynı Karayolları Genel Müdürü ben Başbakan iken Cumhurbaşkanı Baş Danışmanı oldu, Danıştay üyesi oldu, ben ayrıldıktan hemen sonra Kuzey Marmara Otoyolu'nun firmalarının konsorsiyumun başına geçti sonra da Ulaştırma Bakanı oldu.
EG: Ama burada şöyle bir sıkıntı yok mu? Siz bir yolsuzluk fark edip kendisini görevden alıyorsunuz ama sicili temiz gözüküyor. Bir yargı sürecine gitmek gerekmiyor muydu?
Hayır yolsuzluk demiyorum. Orada bir bilgilendirme eksikliği, yapı değişikliği düşündüm. Yoksa onun üzerine gitmez miyim? Ama şunu söylemeye çalışıyorum. Sistemik hale nasıl geliyor? Normal şartlarda, başbakanın, cumhurbaşkanının umdesindedir görevden almak. Ama o aynı alanda özel sektörün başına geçemez. Onun başına geçti, yetmedi bir de bu tarafa geçip Ulaştırma Bakanı oldu tekrar. Sistemik hale nasıl geldiğini göstermek için bir örnek veriyorum.
MH: Bir açıklamanızda, 'yolsuzluklarla mücadele edeceğini fark eden bazı rant çevreleri Başbakanlığınızdan rahatsız olduğu için görevden ayrılmak zorunda kaldığınızı' söylüyorsunuz. Bahsettiğiniz bu çevreler sermaye çevreleri mi?
Bugün bu rantlardan kimlerden istifade ediyorsa onlar. Ben kalsaydım onlar asla istifade edemeyeceklerdi.
MH: Örnek vermek ister misiniz?
Mesela inşaat rantı. Şimdi Türkiye'deki imar rantını, Ege sahillerinde talan edilen arazileri, oraya verileni SİT alanlarına verilen imar izinlerini, İstanbul'da dikilen gökdelenleri düşünün. Bir de o rant çevrelerinin desteklediği siyasiler var.
EG: Bu ilişkilerle ilgili herhangi bir adımınız oldu mu? Bu isimleri açıklamak ister misiniz?
O isimler kendilerini açıkladılar zaten. Sayın İçişleri Bakanı "Başbakan'a karşı bir grup arkadaşla harekete geçtik" dedi. O bir grup arkadaş dediklerinden biri Berat Albayrak, biri de benden sonra Başbakan olan Sayın Binali Yıldırım'dır.
Adım atmaz mıyım? Mücadele ettim. Ama baktım ki benimle birlikte mücadele edebileceğim bir topluluk yok. Bu resimde olamazdım.
EG: Bahsettiğiniz ilişkileri kamuoyu önünde ortaya seremez miydiniz?
Olaya şöyle bakacaksınız; bütün bu ihale düzensizlikleriyle mücadele etmek isteyen bir Başbakan var. Yasaları getiriyor, çerçeveyi getiriyor ve bunu engellemek isteyenler var. O gün benim karşımda olan rant çevreleriyle benim karşımda olan siyasiler aynı rant ilişkilerinin içindeler. Benden sonra gelişen şirketlere bakın. Sedat Peker söylediği için söylemiyorum, işte Bayburt İnşaat diye bir şirketin niye yükseldiğine bakın. Türkiye'de neden beş müteahhit firma oldu? Mesela çevre konusunda Artvin Cerrattepe'de benim verdiğim mücadeleyi bütün çevreciler bilir. Ama şimdi İşkencedere'de neler oluyor görüyorsunuz. Arife tarif gerekmez. Siz soruları sürekli sanki o dönemde Türkiye'de mutlak bir parlamenter sistem var ve yetkilerin tümü bendeymiş gibi soruyorsunuz. Ben öyle bir şey söylemedim. Kontrol edebileceğim şeyleri kontrol ederek sistemi dönüştürmeye çalıştım.
EG: AKİT TV röportajınızda, Başbakan olduğunuz yıllara dair yanıtını bulmamış bir soru var. 2015 Yüksek Askeri Şurası'na (YAŞ) giderken MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın size bir liste sunduğunu, listede Mehmet Dişli'nin de yer aldığını, bu listedekilerin emekli edilmesine karar verildiğini ancak bu kanaatin sizin dışınızda bir sebeple değiştiğini söylediniz. Birkaç gün sonra gazeteci Saygı Öztürk MİT'ten gelen 23 Haziran 2015 tarihli o bilgi notunu köşesinde paylaştı. Burada 148 isim var, "Paralel Devlet Yapılanması mensubu olduğuna dair iddiaların olduğu yönünde bilgi mevcuttur" diyor. Ama bu isimlerden bir kısmı terfi alıyor ve 2015 YAŞ'ta terfi edilen 46 albaydan 29'unun 15 Temmuz'da rol oynadığı tespit ediliyor. O bilgi notu doğru muydu? O liste elinize ulaştığında neden dikkate alınmadı?
Ben bir Askeri Şura'ya katıldım. Genelkurmay'dan gelen listeyle hareket ediyorsunuz. Kriter olan şuydu: Gelen listede bu örgütle irtibatlı olan en önemli isimlerin terfi etmemesi veya emekliye ayrılmasını temin etmek. Bu şekilde gelen bilgileri değerlendirdik. Bu konuda herkes şahittir, hiçbir taviz vermeden aynen emekliye sevk etmek için elimden gelen çabayı gösterdim. Mehmet Dişli de bunların içindeydi.
Ama daha sonra nihayet Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı'yla hep beraber yapılan değerlendirmede son anda Mehmet Dişli'nin kalmasına karar verildi. Benim elimde bütün yetki olsaydı onu da emekliye sevk ederdik. Ama Genelkurmay'dan gelen tavsiye, Cumhurbaşkanı'nın değerlendirmesi hepsi bir araya geliyor, bir netice hasıl oluyor.
O dönemde bir taraftan da terörle mücadele yürütüyorsunuz. Ordunun da temel omurgasının zedelenmeden bu terörle mücadelenin yürütülmesi gerekiyor. Ve ben o dönemde mecliste çoğunluğu olmayan bir hükümetin başındayım.
Orduyu zaafa uğratmamasını göze alarak bir bölümü bilinen isimleri 2015'te, bir bölümünü de 2016'da tasfiye etme gibi bir yol benimsemiştik. 2016'da Başbakan olarak devam etmiş olsam bu süreç devam edecekti, hem tasfiye hem de temizleme sürecekti.
EG: Biden-Erdoğan görüşmesinde, Sayın Erdoğan, öncesinde 1915 olaylarıyla ilgili Biden'ın "soykırım" ifadesi kullanmasını gündeme getireceğini söylemişti. Görüşme sonrası ise "Hamdolsun gündeme gelmedi" dedi. Siz bunu eleştiren bir tweet paylaştınız. Sizce ABD ile yaşanan bu gerilimler karşısında nasıl bir tutum izlemek gerekiyor?
Bu, benim tecrübe ettiğim zirveler arasında Türk tarafının en dezavantajlı olduğu ve dışarı yansıdığı şekliyle de Türkiye'nin itibarının ciddi şekilde sarsıldığı bir zirve oldu.
Biden uzun süre Türkiye tarafıyla iletişim kurmadı, bence bu psikolojik bir manevraydı. Sonra 24 Nisan'dan bir günce "soykırım" ifadesini kullanacağını bildirmek için aradı. Kapsamlı bir istişare için değil. Sayın Erdoğan bunu sineye çekti. Haziran ayında yüz yüze bir görüşme pahasına… Sayın Erdoğan, Biden'ın nezdinde caydırıcılığını yitirmiş şekilde masaya oturdu.
Toplantı sonrasında ise prompter dışına çıkılıp da bir soruyla karşılaşıldığında Türk tarihinin belki de en anlamsız ve en onur kırıcı cevabı verildi: "Hamdolsun bu konu gündeme gelmedi." Bu çok vahim bir hata. Bilinçaltını yansıtması bakımından daha da vahim.
MH: DEVA Partisi lideri Ali Babacan, "Eğer geçmişle ilgili özeleştiri yapmak gerekirse, konuşmadığım konularla ilgili 'Keşke konuşsaydım' diyorum" açıklamasını yaptı. Sizin de geçmişle ilgili "Keşke konuşsaydım" dediğiniz konular var mı?
Ben konuşulması gereken şeyleri konuştuğumu düşünüyorum. Hiç susmadım. Devleti ve milleti sıkıntıya sokacak hiçbir şey de konuşmadım. Mesela Rus uçağında sustum. İki hatta üç sene cevap vermedim çünkü o sırada Türkiye, Rusya ile ilişkilerini düzeltiyordu. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'yle ilgili de "Burada çok ciddi tehlikeler seziyorum" diye açıklamam var.
MH: 2017'deki referandumda 'Evet' oyu çağrısı yapmadınız. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne karşıysanız, kampanya sırasında buna çok daha net olarak karşı çıkamaz mıydınız?
Hayır. O anda hala AK Parti milletvekiliydim. O anda AK Parti'den ayrılmam gerekirdi. Ben ikili oynamam. Ve 15 Temmuz'un üzerinden 6 ay geçmiş. Benim bir suçluluk hissim asla yok. Konuşmak gerektiğinde konuştum. Kendi vicdanım o kadar rahat ki.