Akşener, 'müstakbel' başbakan olarak söz verdi
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener partisinin grup toplantısında gündemi değerlendirdi.
Akşener, polislerin sorunlarını dillendirdiği konuşmasında, iktidarın politikalarını eleştirerek 'müstakbel' başbakan olarak söz verdi. Akşener, "Ama AK Parti iktidarı, sizleri ve teşkilatınızı, milletimiz onlara karşı ses çıkarttığında, karşısına dikebilecekleri, bir sopa konumuna indirgemek istiyor. Sizleri kendi iktidarlarının önüne, bir kalkan yapmak istiyor. Üstelik en doğal haklarınızı da, sizlere bir lütufmuş gibi sunuyor. Ben, bu kürsüden sizlere; Devletimizdeki yerinizi ve öneminizi iyi bilen bir insan olarak, Eski bir bakanınınız olarak, İYİ Parti’nin Genel Başkanı, ve Allah nasip eder, milletimiz de takdir ederse, Türkiye’nin müstakbel başbakanı olarak, söz veriyorum: Buna asla izin vermeyeceğiz!" dedi.
Akşener'in satırbaşları şöyle:
Bize gelen, sesimiz olun talepleri ışığında özellikle ihracata dair üretilmiş mamulleri yurt dışına götüren nakliyeci esnafının çok büyük sıkıntıları var. Gelecek hafta geniş bir şekilde hem sorunlarını hem de çözümlerimizi paylaşacağız.
AK Parti iktidarının ve Nebati bakanın ışıltılı gözler ve iş bilmezliğin getirdiği bir garip özgüvenle Şubat'tan daha iyi olacak dedikleri Mart ayını geride bırakıyoruz. Zamları, geçim darlığını, işsizliği, toprağına küsen çiftçilerimizin dertlerini bir türlü geride bırakamıyoruz. Maaşlar erimeye, paramız değer kaybetmeye aynen devam ediyor. Bay kriz ise 2007-2011-2015 hatta 2019 seçimlerinde vaatlerini yeniden vaat edip açılışı yıllar önce yapılmış tesisleri yeniden açarak kendini sözde icraat gösterileriyle oyalıyor.
Emeklilerimizin, memurlarımızın, esnafımızın çilesi Bay krizin gündemine bir türlü gelemiyor. AK Parti'nin liyakatsiz kadroları 3-5-10 maaş alarak saraydaki sefalarına aynen sürdürüyor. Memleketin gençleri KPSS'den yüksek alıp dayısı olmadığı için mülakatta elenirken bay krizin yetkin kadroları gördükleri her bakamın, buldukları her maaşın üzerine çekirge sürüsü gibi çöküyor. Bu arkadaşların ağızlarını bıçak açmıyor. Bize her konuda yalan yanlış laf yetiştirmeye çalışıyorlar ama bu konuya gelince nedense tek bir iktidar mensubu çıkıp 'Nerede o beş maaş alanlar, gösterin bakalım' diyemiyor. Çünkü yaptıkları adaletsizliği, haksızlığı en iyi onlar biliyor.
3 maaşlı bakan yardımcısı
Sizce bir bakan yardımcısı neden üç ayrı yerden maaş alır? Bir bakan yardımcısı hangi vicdanla ayda 314 bin lira maaşı cebe indirir? Bu iktidarın tek bir atanmışı nasıl olur 75 asgari ücretlinin maaşını tek başına alabilir? Yoklukla mücadele ederken işi sözüm ona milletine hizmet etmek olan bir insan nasıl olur da bakanlıktan maaş, bankadan yönetim kurulu üyeliği maaşı ve yine aynı bankadan huzur hakkı alıp milletin cebinden çıkan paraları çatır çatır yiyebilir? Böyle bir vicdansızlık olabilir mi? O sandık hiç gelmeyecekmiş gibi yiyorlar. Aksırıncıya, tıksırıncıya, çatlayıncaya kadar yiyorlar.
Erdoğan'ın 'şifa' karışımı
Bay Kriz utanmadan çıkıp vatandaşa sağlıklı yaşam tavsiyeleri veriyor. Yani inanılmaz. İzlediniz muhtemelen meşhur manda yoğurdunu, inanılmaz. Geçen hafta demiştim 'Pasta yiyin diyecekler' diye. Ahanda dedi.
'Herşeyoloji' profesörü sayın Erdoğan her şeyden bir kibrit kutusu kadar anlar ama kendini her şeyin uzmanı görür. Gün gelir ekonomi literatürüne katkı sağlar, gün gelir doktorlara hekimlik öğretir ama ben Aylin Cesur'u tanıyorsam çarpar. Aslan bey de pek fena değildir bu hususta. Nitekim bu arkadaşımız yani bay kriz son olarak yaşam koçluğuna soyundu. Memlekette ne kadar diyetisten varsa an itibariyle panikte. Geceleri manda yoğurdunu kestane balı, Medine hurması ve yulafla karıştırıp yiyecekmişiz. Hem de yatmadan önce ha, bütün diyet kuralları alt üst. Çünkü şifaymış. Manda yoğurdunun kilosu 70 lira. 700 gramlık Medine hurması 205 lira, kestane balı 250 lira, yulaf ezmesinin yarım kilosu 15 lira. Neymiş şifaymış. Bu şifa bir asgari ücretlinin hanesine nasıl girecek? Sayın Erdoğan biliyorum senin fesli meczuptan öğrendiğin son derece tarih birikiminde bulunmaz ama birileri sana anlatsın. Bilge Kağan der ki 'Türk budunu ben işimi doğru yaptım. Az budunu çoğalttım, çıplakları giydirdim, yoksul budunu bay kıldım' der. Devletin başının asıl işi vatandaşını refah içinde yaşatmaktır Bay Kriz.
Hadi bizim uyarılarımızı dikkate almıyorsun anladık bari tarihimize kulak ver. Senin işin gece yatmadan önce milletimize yemek için tavsiyelerde bulunmak için değil milletimizin istediğini yiyip yatağa da karnı tok girmesini sağlamaktır. Millete şifa formülleri anlatmayı bırak. Ayıptır, günahtır.
Geleneksel AK Parti İsraf Festivali sürüyor. Milletin bütçesinden sınırsız bütçeleri, bol maaşları rahat rahat harcamaya devam ediyorlar. Çünkü hala 'ceketimi assam seçilirim' havasındalar. Hala ülkeyi şahsi şirketleri bu büyük milleti de marabaları sanıyorlar. Gider ayak sergiledikleri bu genişlik, rahatlık işte bundan.
'O kutlu güne çok az kaldı'
Varsın onlar gider ayak yemeye, çalıp oynamaya devam etsinler. İktidar sarhoşluğunun biteceği, gerçeklerle yüzleşecekleri o kutlu vakit yaklaşıyor. Bu milletin de bu ülkenin de gerçek sahibinin millet olduğunu anlayacakları sandıkta milletimizin elinden yiyecekleri okkalı tokatla sarsılacakları o kutlu güne çok az kaldı. Huzurlu bir Türkiye'ye uyanmaya çok az kaldı.
Kişisel çıkarlarınız için değil milletin çıkarları için göreve talip olursunuz. O göreve geldiğinizde de parti ceketini çıkarır, devlet insanı ceketini giyersiniz. Milletin tamamına hizmet etmek için çalışırsınız. İşte bu kadar basit. Buradan bay Kriz ve arkadaşlarının başımıza bela ettiği bu ucube sistemi inatla savunanlara sormak istiyorum. Eğer bugün Türkiye'de yargı bağımsız olsaydı bu kadar yolsuzluk yapabilir miydi?
6 genel başkanın ikinci buluşması
Biz, kurumsal ve fikri farklılıklarımıza rağmen 6 siyasi parti olarak bu yolda çok önemli bir adım attık. Geçtiğimiz hafta sonu bir araya gelerek hem parlamenter sisteme geçiş sürecinin detaylarını hem de ülkemizde yaşanan güncel sorunları istişare ettik. Görüyoruz ki bu tablo Cumhur İttifakı bileşenlerinin canını çok sıkıyor. Şimdiye kadar yürüttükleri kutuplaştırma siyasetleri bozuldu. Çünkü rahatları bozuldu. O rahatlar daha çok bozulacak.
Şimdiden uyarmak istiyorum. Bu daha başlangıç o rahatlar daha çok bozulacak. Biz ne zaman buluşsak iktidar cephesinden biri hoplayıveriyor. Biz asıl mesele sistemdir dedikçe 'Adayınız kim' diyorlar. Defalarca söyledim adayımız Türkiye Cumhuriyeti'nin 13. Cumhurbaşkanıdır. Biz yeni bir tek adam belirlemek için bir araya gelmedik, gelmiyoruz. Biz Türkiye'yi bu ucube sistemden kurtarmak için bir araya geldik. Türkiye'nin şahıslara değil Kuvvetler Ayrılığına dayalı bir hukuk sistemine ihtiyacı var. Türk Milleti'nin kurtarıcıya ihtiyacı yok. Türk Milletinin acilen bu ucube sistemden kurtulmaya ihtiyacı var. Türkiye bu ucube sistemle daha fazla yönetilemez.
Kim başa gelirse gelsin işleyen bir sistem kurmaktır. Bu tartışma kim aday olacak tartışmasından çok daha önemlidir. Biz 6 parti olarak Türkiye'nin bu ihtiyacını görüyoruz. O nedenle Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem diyoruz. Onlar masanın şekliyle, altıyla, üstüyle, örtüsüyle, bacaklarıyla uğraşıyor biz milletimizin sorunlarıyla uğraşıyoruz.
Makulde buluşarak, milletimizin sıkıntılarını konuşmaya devam edeceğiz.
Akşener'in ziyaretleri
Biliyorsunuz, arkadaşlarımla birlikte; Memleketimizi 26 aydır, il il, ilçe ilçe geziyoruz. Her ziyaretimizden sonra da, Yüce Meclisimizin kürsüsünden, vatandaşlarımızın sesini duyuruyor, dertlerine dair çözümlerimizi sunuyoruz. Aynı zamanda, bu vesileyle, her hafta iktidarı; Lüks salonlarından dışarı çıkmaya, Sokaklardan yükselen sesi dinlemeye, ve vatandaşlarımızın gerçekleriyle yüzleşmeye çağırıyoruz. Anlaşılan bu çağrılarımız; birilerinin sinirine dokunmuş, uykularını kaçırmış olacak ki; Geçtiğimiz hafta, Tokat’ta, bir çiftçi buluşması düzenlendi. Her ne kadar, buluşmanın içeriği; Bir tarafta, “Maşallahlar”, diğer tarafta da, “Arz ederimlerle” bezeli olsa da;
İnsanlık için küçük, ama Sayın Erdoğan için, son derece büyük olan bu adımı, tebrik ediyorum. Madem bizi dinlemeye başladınız; O zaman, bir sonraki buluşmanızı da, bakanlarınızla görüşme şerefine nail olamayan, sarayınızda ağırlanmayan, Vali Bey’in de tanıdığı olmayan, yani, sesini duyuramayan çiftçilerimizle yapmanızı bekliyoruz. Ayrıca yüreğiniz yetiyorsa, bir sonraki yayını; banttan değil, bir zahmet, canlı olarak izlemek istiyoruz.
Çiftçilerin dertleri
Biz de geçtiğimiz hafta, Kayseri’deydik. “Ekemiyoruz, biçemiyoruz, çocuklarımızı geçindiremiyoruz. Nerede bu devlet?” diye soran çiftçilerimizin, Çaresizlikten, hayvanını satmak zorunda kalan besicilerimizin, “Lambaları yakmaya tereddüt ediyoruz.” diye sitem eden esnaflarımızın, dertlerini dinledik. Tomarza’da, 10 senedir hayvancılık yapan bir kardeşim diyor ki; “40’a yakın malım vardı. Ama şu an elimde, 15 tane kaldı. Onları da, bugün yarın satacağım, bitireceğim. Çünkü bir torba yem, 350 lira. Gücümüz yetmiyor. Mazot desen, o da 20 liradan aşağı düşmüyor. Hayvancılık bitecek, köylü bitecek. Bu millet ne yapacak? Şehirdeki insan ne yapacak? Aç kalacak.
Köylü, milletin efendisiydi. Köylü, sarayın kölesi oldu.” Bir başka çiftçi kardeşim diyor ki; “Geçen ay, 250 liraya aldığım yemi, bu ay 350 liraya aldım. Bir ayda 100 lira zam gelir mi? Vatandaş gebe hayvanlarını kestiriyor. Yemini karşılayamıyor, tarlasını ekemezse ne yapacak?” Ülkemizde önceden, mera hayvancılığı ve besi hayvancılığı vardı. Ancak Ak Parti iktidarının elinde, artık mera hayvancılığı, bitme noktasına geldi. Biliyorsunuz, bir Mera Kanunu var. İktidarın, 20 yıldır değiştirmeye doyamadığı, meşhur Mera Kanunu… Kayserili bir çiftçi kardeşim, bu kanuna isyan ediyor. Diyor ki; “Hiç mera hakkımız yok. Otlak hakkımız yok. 2007 yılında, köyümüzde 5 bin hayvan varken, şimdi 500 hayvan var. Yaylalarımız da ormana yazıldı. Biz yaylaya göçemiyoruz. Hayvancılık da yapamıyoruz. Nasıl geçinecek bu insanlar?”
Erdoğan'ın Tokat'ta çiftçi buluşması
Nitekim, Bay Kriz’in, Tokat’taki çiftçi buluşmasında da, benzer sorunlara değinen, artan yem fiyatlarından dolayı, hayvanlarına bakamadığı söylemeye çalışan, bir üreticimiz vardı. Lafı ağzına tıktılar.
Sayın Erdoğan, hemen olayı kendi menfaatine çevirmek için, “Vahit Bey, Uruguay’dan et arıyor. Uruguay’dan getireceğine, sizin hayvanlarınızı alsın.” dedi. Şu rezalete bakar mısınız? Hayvancılığa yönelik, şu sığ bakış açısına bakar mısınız? Artan yem fiyatlarına çözüm olarak; “hayvanını bize sat” diyen, şu abuk zihniyete bakar mısınız? Gerçekten ibretlik. Yazıklar olsun. Üstelik bütün gece boyunca “arz etmekten”, bitap düşen, yeni Tarım Bakanı da, Sayın Erdoğan’ın bu emri karşısında, âdeta dut yemiş bülbüle döndü. Sadece, kem küm edip, “Hayvanlarını bize vermezler.” diyebildi. “Son çaremiz Uruguay kaldı.” diyemedi. “Hayvancının elinde hayvanı kalmadı ki, bize versin.” diyemedi. “Artık buzağılar ölü doğuyor.” da diyemedi. Söz konusu eski tarım bakanı olduğunda, gelenin gideni aratması pek mümkün olmasa da; Bu buluşma vesilesiyle, yeni Tarım Bakanı’ndan da, fazla bir şey beklemememiz gerektiğini öğrenmiş olduk. Ne diyelim? Allah çiftçilerimize, besicilerimize sabır versin.
'Su vermiyorlar'
Sayın Erdoğan, “sulama tarım alanımızı yükselttik” diye böbürlenirken; Kayseri’de, 1998’den beri pancar üreticiliği yapan, aynı zamanda, Ak Parti’nin de delegesi olan, bir çiftçi ağabeyimiz diyor ki; “Sulama barajı, köyüme 1 kilometre. Irmak, evime 50 metre. Sulayacağım tarla da, ırmağa 100 metre. Suyu vermiyorlar. ‘Sulayamazsın, yasak.’ diyorlar., ‘Aşağıda bizim HES’lerimiz var. Su HES’lere gidecek.’ diyorlar. Mazot derdi, gübre derdi, geçim derdi, su derdi. Ne kazanacağım? Sen suyu da vermiyorsun? Tarlalar güzden sürüldü. Pancar ekeceğim, pancar susuz olur mu? Ben ne yaparım?” Tarımın ve hayvancılığın geldiği bu içler acısı durum, elbette esnaflarımızı da, vatandaşlarımızı da derinden etkiliyor. Bünyan’da, şarküteri esnafı bir kardeşim diyor ki; “İşlerimiz sıkıntılı, millette alım gücü yok. 10-15 liraya sattığımız bir koli yumurta, şu an 45 lira. 17 liraya sattığımız tüm tavuğun kilosu, şu an 40 lira. Kanadın kilosu, 50 lira. 50 liraya sattığımız helva, şimdi 110 lira. 25 liraya sattığımız peynirin kilosu, 50 lira. 25 liraya sattığımız zeytin, 60 lira. Dükkâna, 500 lira gelen elektrik faturası, artık 1.279 lira geliyor. Çağ mı atladık, biz ne yaptık? Ben çoluğuma çocuğuma, taş mı götüreceğim? Ben bu partiye, Bünyan’da 150 tane oy topladım. Bu böyle mi olacaktı?”
İktidar, gerçeklik algısını tamamen kaybedip, kendi hayal dünyasında yaşamaya devam ederken, Kayseri’deki tablo, işte bu derece vahim. Ülkemizde, zaten hali hazırda, çok yüksek olan gıda enflasyonu, eğer önlem alınmazsa, maalesef artmaya devam edecek. Biz, İYİ Parti olarak, buradan, Meclisimizin kürsüsünden, iktidarı defalarca uyardık. “Çiftçinin kullandığı mazottan alınan ÖTV’yi, yıl sonuna kadar almayın.” Dedik. Dinlemediler. Daha 1 ay önce; “Hemen çiftçiye koşulsuz gübre desteği verin.” dedik. Dinlemediler. “Tarımsal destekleri arttırın. 5’li çeteye bu sene ödeyeceğiniz paranın, bari yarısını verin.” dedik. Dinlemediler. Varsın dinlemesinler, biz inatla gerçekleri söyleyeceğiz. Varsın kulaklarının üstüne yatsınlar, biz inatla çözümlerimizi anlatacağız.
Üreten Türkiye Kongresi
Nitekim, tam da bu nedenle; Yarın, İstanbul’da, Kalkınma Kongrelerimizin üçüncüsünü; “Üreten Türkiye” temasıyla gerçekleştiriyoruz. Bildiğiniz gibi, ilk kongremizin teması, “Eşitlenen Türkiye’ydi”. Ve bizler, o kongremizde; yoksullukla mücadele, kapsayıcı büyüme ve istihdam konularındaki, çözüm önerilerimizi, kamuoyuyla paylaşıp, çok önemli geri bildirimler almıştık. Daha sonra, “İstikrarlı Türkiye” temasıyla; İYİ Parti iktidarında, makroekonomik istikrarı nasıl sağlayacağımızı, para ve maliye politikalarımızı, nasıl oluşturacağımızı anlatmıştık. Yarın da, “Üreten Türkiye” ile, kamuoyunun karşısına çıkıyoruz. Sanayi politikamızı, teknolojik dönüşümü sağlamak için, hangi adımları atacağımızı, beceri uyumsuzluğunu, nasıl kapatacağımızı, sanayicinin enerji sorununu, nasıl azaltacağımızı, ihracatımızı, nasıl çeşitlendirip büyüteceğimizi, doğrudan yabancı yatırımları, ülkemize nasıl çekeceğimizi anlatacağız. Kongremize, iş dünyası ve akademiden de, çok değerli panelistler ve hocalarımız katkı sunacak.
Milletimizin sorunlarının çözümüne dair, en ufak bir fikri bile olmadığı, artık çok net bir biçimde ortada olan, Ak Parti’ye de, kapımız sonuna kadar açık, kendilerini en ön sırada misafir ederiz. Biliyorsunuz, hep söylüyorum, Bizim çözümlerimiz miri maldır, alsınlar kullansınlar. Biz gelene kadar, çözümlerimizi onlar uygulamaya koyarsa, bundan ancak memnuniyet duyarız.
Polislerin sorunları
Devlet, kurumlarıyla devlettir. Ve bir devletin kurumsal yapısını oluşturan, yegâne unsur da, düzendir. Düzenin olmadığı bir devlet anlayışında, Kamu, yani millet, ne refaha, ne huzura, ne de mutluluğa kavuşamaz.
İşte bu nedenle; kamu düzenini kurmak, korumak ve sürdürmek, bir devletin, vatandaşlarına dair, en büyük sorumluluğudur. Demokrasi ile işlenen, Anayasa ile güvence altına alınan, Ve kurumlar vasıtasıyla, uygulamaya konulan, tüm hak ve hürriyetlerimiz; ancak ve ancak, devletin kurduğu düzen içerisinde güvende olabilir. Nitekim, demokratik devletlerde güvenlik, aynı zamanda, insan haklarını korumak ve kamu düzenini sağlamak demektir. Çünkü özgürlükler ve insan hakları, sadece, güvenliği, huzuru ve kamu düzenini, sağlamış bir devlette uygulanabilir. Devletin, hafızasıyla, birikimiyle ve kurumsal yapısıyla kurduğu bir düzen; Hem, vatandaşların, hak ve özgürlüklerini, kullanabileceklerine inanmasını, yani asayişin sağlanmasını, hem de devletin, bu inancın yaygınlaşması için, fiziki tedbirler almasını, yani, emniyetin sağlanmasını içerir. Yani bir devletin iç işleyişini, temelde, asayiş ve emniyet oluşturur. Bugün dünya; Savaşın, çatışmanın, salgın hastalıkların, ve göç dalgalarının kıskacında, âdeta güvenli ülkeler ve güvensiz ülkeler olarak, ikiye ayrılmış durumda.
Devletlerin, güvenliği sağlama kapasiteleri; Toplumların, huzurlu bir geleceği inşa etmelerinde, ve ülkelerin, kalkınma hamleleriyle refaha ulaşmalarında, dün olduğu gibi bugün de, bir ön koşul olmaya devam ediyor. Kamu yönetimimiz içindeki, en köklü kurumlardan biri, hiç şüphesiz, İçişleri Bakanlığıdır. Bu kurumun temel görevi, memleketimizin iç güvenliğini ve asayişini sağlamak, kamu düzenini, yani vatandaşımızın, hakkını-hukukunu korumaktır. Bu kutsal görev çerçevesinde, Emniyet Teşkilatı mensuplarımız, Terörle mücadeleden, cinayetlere, uyuşturucu ile mücadeleden, suç örgütlerine kadar, birçok alanda, büyük fedakârlıklar yaparak, gecelerini gündüzlerine katarak çalışıyorlar. Allah onlardan razı olsun.
Değerli dava arkadaşlarım; Peki polis kardeşlerimiz, gösterdikleri bu fedakarlığın karşılığında, neyle karşılaşıyorlar? Her gün, dahada ağırlaşan çalışma koşullarıyla, siyasi baskılarla, ve mobingle karşılaşıyorlar. Kendilerini sürekli ezmeye çalışan, kirli bir düzenle karşılaşıyorlar. Bunun sonucunda da; istifalar, ve her duyduğumuzda canımızı yakan, intihar vakaları, her geçen gün daha da artıyor. Peki, bu vahim durum karşısında, Bay Kriz ve “usta” İçişleri Bakanı ne yapıyor? Hiçbir şey… Her konuda olduğu gibi, bu konuda da, kulaklarının üzerine yatarak, hiçbir sorun yokmuş gibi davranarak, intihar eden evlatlarımızın, bir değeri yokmuş gibi, umursamaz tavırlar takınarak, kendi kurdukları kirli düzeni, sürdürmeye aynen devam ediyorlar.
Bu doğrultuda, ilk olarak; Emniyet Teşkilatı’mızın birikimine saldırıyorlar. Biliyorsunuz, kapatılan Polis Akademisi’nden hâlâ bir ses yok… Bir rütbeli memur, 4 yılda yetişirken, bugün, 6 aylık hızlandırılmış programlarla, komiser yardımcısı rütbesi veriliyor. Böylece Emniyet Teşkilatı’nın geleceğini, yetersiz ve donanımsız kadrolara teslim ediyorlar. Aidiyet duygusu oluşmayan, mesleği benimsemeyen, ve daha da acısı, mesleki yetkinliklerden yoksun kadrolarla, Emniyet Teşkilatı’nın, birikimini sömürüyorlar. Her yerde olduğu gibi, burada da, liyakatin yerini, torpilin aldığı atamalarla, Teşkilat mensuplarımızın, haklarına giriyorlar.
İkinci olarak; Emniyet Teşkilatı’mızın, emeğini sömürüyorlar. Sözde getirdikleri, 8/24 çalışma sistemiyle ilgili, hâlâ bir ilerleme yok… Aradan 2 yıl geçmesine rağmen, polislerimiz hâlâ, “12/24” ve “çakma 12/36” diye ifade edilen sistemlerle, görevlerini yapmaya, devam etmek zorundalar. Bu uygulamanın sonucunda da, polislerimiz, 657 sayılı devlet memuru kanuna tabii olan, diğer memurlardan, ortalama 2040 saat, daha fazla çalışıyor. Üstüne üstlük, bu çalışma saatleri; Aile yaşam kalitesini, ve iş tatminini düşürüp, tükenmişlik hissini, ve psikolojik rahatsızlıkları da beraberinde getiriyor.
Üçüncü olarak; Emniyet Teşkilatı’mızın, hakkına giriyorlar. Her seçimde verdikleri, 3600 ek gösterge sözünde, hâlâ bir gelişme yok… Yıllardır, büyük bir özveri ile çalışan, teşkilat mensuplarımız; Emekli olduklarında, yarıya düşen maaşlarıyla, hayatlarını sürdüremedikleri için, özel sektörde, zor koşullar altında, çalışmak zorunda kalıyorlar. Bu durum, ne vicdana, ne hakka, ne de adalete sığmaz.
Son olarak da; Emniyet Teşkilatımızın, zaten Ak Parti iktidarında iyice azalan, huzuruna göz diktiler. Biliyorsunuz geçtiğimiz günlerde, 17 Mart’ta, bu arkadaşlar; çıkarttıkları bir genelgeyle, yeni tayin sistemi getirdiler.
Bu sisteme göre; Mevcutta, doğu ve batı olarak, 2’ye ayrılan tayin bölgeleri; Kendi içerisinde de, 2’şer bölgeye ayrılarak, toplamda 4 bölgeye çıkarıldı. Bu sözüm ona sistem ile, artık bir polis kardeşimiz; meslek hayatı boyunca 4 defa, zorunlu olarak tayin edilecek. Üstelik yeni yönetmelikte; Atama sisteminin kanayan yarası olan, ipka’ya dair de, adil ve objektif bir düzenlenme bulunmuyor.
Değerli polis kardeşlerim; Birikimlerinize, haklarınıza, emeklerinize, ve huzurunuza yönelen tehditlerin farkındayız. Sizler; Vatanınıza ve milletinize karşı vazifenizi yapmak istiyorsunuz, farkındayız. Hak ettiğiniz koşullarda çalışmak istiyorsunuz, farkındayız. Fedakârlıklarınızın ve emeğinizin, karşılığını görmek istiyorsunuz, farkındayız. Ama Ak Parti iktidarı, sizleri ve teşkilatınızı, milletimiz onlara karşı ses çıkarttığında, karşısına dikebilecekleri, bir sopa konumuna indirgemek istiyor. Sizleri kendi iktidarlarının önüne, bir kalkan yapmak istiyor. Üstelik en doğal haklarınızı da, sizlere bir lütufmuş gibi sunuyor. Ben, bu kürsüden sizlere; Devletimizdeki yerinizi ve öneminizi iyi bilen bir insan olarak,
Eski bir bakanınınız olarak, İYİ Parti’nin Genel Başkanı, ve Allah nasip eder, milletimiz de takdir ederse, Türkiye’nin müstakbel başbakanı olarak, söz veriyorum: Buna asla izin vermeyeceğiz! Kahraman Türk Polisi’nin değerini, sadece şehit olduğunda bilen, bu köhnemiş zihniyeti mutlaka değiştireceğiz! Emin olun çok az kaldı! Sizler için 3600 ek göstergeyi çıkartmak da, inşallah bize nasip olacak!