TÜSİAD'dan sert ekonomi yönetimi eleştirisi: Ortalık toz duman
Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Olağan Genel Kurulu, Yüksek İstişare Konseyi (YİK) Başkanı ve Divanı, Yönetim Kurulu, Denetleme Kurulu ve Haysiyet Divanı asil ve yedek üyelerinin seçimini gerçekleştirmek üzere bugün toplandı.
Toplantının açılış konuşmasını yapan TÜSİAD YİK Başkanı Tuncay Özilhan, Türk ekonomisinin son günlerdeki durumu ile ilgili şu açıklamalarda bulundu:
"Ortalık toz duman"
"Ortalığın toz duman olduğu, yetki ve sorumlulukların sınırlarının bulanıklaştığı durumlarda karar nasıl alınır? Nereye gittiğimiz konusunda kafamızda bir cevap yoksa plan nasıl yapılır? Kurumsal yapıların öngörüldüğü gibi çalışacağı varsayımı olmadan yarın ne olacağı nasıl bilinir? İlan edilmiş olan kurallar yarın değişebilirse, yarına ilişkin kararlar nasıl alınır?
TÜSİAD'ın kurulması
Bildiğiniz gibi 2021, TÜSİAD’ın ellinci kuruluş yıldönümü. 1970’ler, yine bugünlerde olduğu gibi dünyanın ve ülkemizin karmaşık günlerden geçtiği bir dönemdi. 1970 yılında, ülkemizde dış ticaret açığı büyüyüp açığı finanse edecek finansman bulunamayınca IMF’yle bir stand-by anlaşması yapılmış ve TL %67 devalüe olmuştu. Dünyada üçüncü sanayi devrimi olarak bilinen bilgisayar teknolojilerindeki devrim başlamıştı. Soğuk Savaş ABD ve SSCB arasındaki yarışı hızlandırmıştı. 1971’in Şubat ayında Apollo 14 aya üçüncü kez insanlı iniş yapmış ve ay yüzeyinde bilimsel araştırmalar için çalışmaya başlamıştı. Bundan bir ay sonra Türkiye’de anarşi gerekçesiyle 12 Mart muhtırasıyla demokrasimiz bir darbe daha almıştı. Nisan ayında ise derneğimizin kurucuları Atatürk ilkelerine uygun olarak, Türkiye’nin demokratik ve planlı yollarla kalkınmasına ve Batı uygarlık seviyesine çıkarılmasına yardımcı olmak amacıyla TÜSİAD’ı kurmuştu. TÜSİAD kurulduktan kısa bir süre sonra İkinci Dünya Savaşı’nın ardından inşa edilen küresel finansal mimarideki sorunlar ağırlaşmış ve yaz aylarında Bretton Woods sistemi çökmüştü. Türkiye’nin kişi başına geliri yüksek gelirli ülkelerin beşte biri kadardı.
Türkiye’nin kişi başına geliri
Elli yılın ardından dönüp bugüne bakalım. Bugün de küresel ekonomide ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Bretton Woods sisteminin çökmesinin ardından kurulan ve kalıcı olacağı düşünülen neo-liberal düzen, 2008 krizinde almış olduğu yaraları sarmaya uğraşıyor. İnsanoğlu şimdi de Mars’a gidiyor. Artık dördüncü sanayi devrimini konuşuyoruz. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla Soğuk Savaş dönemi kapandı ama adeta yeni bir Soğuk Savaş, bu defa da ABD ve Çin arasında yaşanıyor. 70’lerdekilerden farklı olsa da iç ve dış mihrak söylemleri bugün de gündemde. Cari açık ve finansman sorunumuz aynen devam ediyor. Daha geçen hafta TL yüzde 10 civarında değer kaybetti. Türkiye’nin kişi başına geliri yüksek gelirli ülkelerin hala beşte biri civarında.
Bu özetin de gösterdiği gibi, bugün ile 1970’ler arasında ciddi paralellikler var. Bundan elli sene öncesi gibi bugün de ekonomik ve toplumsal dinamikler bir dönüşümün eşiğinde olduğumuzu düşündürecek biçimde hız kazanmış durumda."
"Hukuk devleti vurgusu"
Hepimizin bildiği gibi 1970’li yıllar, Türkiye’nin dünya düzenindeki değişimi anlayamadığı, bu değişime ayak uyduramadığı yıllar oldu. Gelişmiş ülke hedefine ulaşmakta zaman kaybedildi. Demokratik hukuk devletine ulaşmak bir yana, bir askeri darbeyle daha karşılaşıldı. Siyaset karşı karşıya kalınan sorunları konuşarak ve uzlaşarak aşma iradesini gösteremedi. Ve en kötüsü de, ülke binlerce canını, özellikle de pırıl pırıl gencini yitirdi.
Sorunların parlamento içinde uzlaşı sağlanarak çözülmesi gereği ve bu konuda sivil topluma da büyük bir görev düştüğü tespiti bugün de bir o kadar doğru. Bu nedenle geçmiş 50 yılda olduğu gibi gelecek 50 yılda da TÜSİAD olarak üzerimize düşen sorumluluğu yerine getireceğiz. 50 yıldan beri savunduğumuz demokratik hukuk devleti, laiklik ve piyasa ekonomisi ilkeleri temelinde yaptığımız tespitleri ve önerileri ülkemizin yöneticileri ve kamuoyu ile paylaşmaya devam edeceğiz."
Reform paketleri eleştirisi
"Türkiye ekonomisinin kök sorunları neredeyse Cumhuriyetin kuruluşundan beri hep aynı: tasarruf açığı, TL’nin değerinin istikrarı, fiyat istikrarı, yeteri kadar nitelikli istihdam yaratamama, üretim yapısının dönüşümü, kamu harcamalarının ekonomik verimliliği artıracak biçimde kullanılmaması.
Bunun için zaman zaman çeşitli reform paketleri açıklanıyor. Sonuncu pakette de gördüğümüz gibi ele alınan reformların hepsi iyi; hepsi yerinde. Ama reformlar uzun ve meşakkatli süreçlerdir. Israrlı uygulama ve sürekli takip gerektirir. Bu yüzden reform süreçleri siyaset ve bürokrasideki değişikliklere karşı hassastır. Reform hevesi zaman içinde azalır ve efor yeniden semptomların tedavisine kayar. Bu nedenle sık sık reform paketleri açıklanır, ama bu paketlerin yapısal sorunları çözmedeki etkisi pek sınırlı olur.
Yüksek faiz tasarruf açığının sonucu
Yüksek faiz oranları tasarruf açığının sonucudur. Tasarrufları artırmazsak, TL’ye güveni tesis edip uzun vadeli dış kaynak çekmezsek, hiçbir faiz indirimi kalıcı olmaz. Nitekim hep böyle oluyor. Faizler, bir tansiyon hastasının tansiyon ilacına verdiği tepki gibi hızla iniyor, ilaç kesilince yeniden çıkıyor. Bu iniş çıkışlar bünyeyi daha da zayıflatıyor. Yatırımcı güveni tesis edilemeyince uzun dönemli yatırım kararları da alınamıyor. Yatırımcı güven ister. Sık sık değişmeyen kurallar ister. Uzun vadeli yatırımın sırrı istikrar ve güvendir.
Lüzumsuz harcama eleştirisi
Tasarruf açığının bir cephesi de mali disiplindir. Türkiye kamu kaynaklarını çok iyi kullanmalı ve daha verimli alanlara harcamalı. Lüzumsuz harcamalar yerine her kuruşunu üretime, sanayiye, tarıma, eğitime, bilimsel ve insani gelişmeye ayırmalı. Kamu kaynaklarını harcarken rekabetçi piyasa ilkelerine uygun davranmalı.
"Kronik problemimiz TL’nin değerindeki yüksek oynaklıktır"
Sokaktaki vatandaştan iş insanlarına kadar herkesi ilgilendiren kronik problemimiz TL’nin değerindeki yüksek oynaklıktır. TL’deki değer kaybının bir nedeni döviz geliri üretme kapasitesinin düşüklüğü ise bir diğer nedeni de geleceğe ilişkin belirsizlik ve güvensizliktir. Sorun şiddetlenince rezervlerden döviz satarak TL’nin değerini korumaya çalışmak, ancak kısa süre için işe yarar. Aynı sorunun hep tekrarlamaması için ekonomik yapının dönüşüp döviz gelirlerinin artırılması ve ekonomi yönetiminin güven sağlaması gerekir.
"Önümüzde kaçırmamamız gereken bir fırsat var"
Fiyat artışları ile mücadele etmek için fiyat kontrollerinin yetmediğini tecrübeyle biliyoruz. Kalıcı çözüm üretim kapasitesini artırmak. Şimdi önümüzde kaçırmamamız gereken bir fırsat var. Pandemi ertesinde ticaret zincirlerinde değişim bekleniyor. Avrupalı şirketlerin tedarik kaynaklarını çeşitlendirmek ve daha yakın coğrafyaya taşımak istemeleri Türkiye’nin önemini daha da artıracak. Bu fırsattan yararlanmak için Türkiye sorunlarını geride bırakıp sanayi ve tarımsal üretim kapasitesiyle hazır hale gelmeli.
"Biz zaten kaynak sıkıntısı çeken bir ülkeyiz"
Onca reform programlarına, verilen tüm teşviklere rağmen bir türlü halledilemeyen bir başka sorun da yüksek işsizlik. Bir yandan işsizlik çok yüksek; diğer yandan da yeni teknolojiler açısından uygun becerilere sahip çalışan yeterince bulunamıyor. Gençlerimizi donanımlı bir şekilde yetiştiremeyince geriye bir gelecek vadetmeyen kaba ve rutin işler kalıyor. Bunları da gençler doğal olarak beğenmiyor. Kaldı ki bu işler otomasyon ve yapay zeka uygulamaları yüzünden bugün değilse yarın zaten ortadan kalkacak olan işler. Bugünün işsizlik semptomuyla mücadele ederken, yarının işsizliğini önlemek için eğitimin niteliğini uluslararası standartlara yükseltmekten başka çare yok. Bunu yapmazsak kaynaklarımızı niteliksiz işgücünü verimsiz işlerde çalıştırmak için kullanmak durumunda kalacağız. Oysa biz zaten kaynak sıkıntısı çeken bir ülkeyiz. Kıt kaynaklarımızı verimsiz alanlarda çarçur etmemeliyiz.
"Ortak sorun ekonomik yapının verimsizliği"
Yine şimdiye kadar uygulanan tüm teşvik programlarına rağmen bir türlü gerçekleştirilemeyen bir hedef de üretim yapısındaki dönüşüm. Yukarıdaki tüm sorunların arkasındaki ortak sorun ekonomik yapının verimsizliği, döviz kazandıramaması, istihdam yaratamaması, yüksek teknolojili ürün üretememesi."