Fikret Bila
Fatura Yine Vatandaşa
İktidar, seçim öncesi vatandaşa verdiği sözleri yerine getirmek için faturayı yine vatandaşa kesiyor.
En düşük memur maaşının 22 bin 17 liraya çıkarılması için gözünü vatandaşın cebine diken iktidar Motorlu Kara Taşıtları Vergisi’ni (MTV) bu yıla mahsus olarak ikinci kez alacak. Vergisini ödeyen vatandaş bu yıl içinde bir kez daha ödeyecek.
Böylece iktidar en düşük memur maaşını artırabilmek için kaynağı vatandaştan daha çok vergi alarak sağlayacak.
Vergi artışları MTV ile de sınırlı kalmayacak. KDV ve ÖTV gibi diğer dolaylı vergiler de artırılacak.
Aynı vergiyi iki kez almak, vergiyi ikiye katlamak, yeni vergiler koymak gibi kararlar genellikle olağanüstü durumlarda alınır. Savaş gibi, olağanüstü hal gibi.
Türkiye’de böyle bir durum yok ancak aynı konudan ikinci kez vergi alınıyor.
Bir vergi konusundan iki devletin de vergi almasına literatürde “çifte vergilendirme” denilir. Bir konu iki kez vergilendirilmesin diye de devletler arasında “çifte vergilendirmeyi önleme” veya “karşılıklı muafiyet” anlaşmaları düzenlenir ki vergi adaleti sağlansın.
Ancak aynı devlet, vatandaşından aynı vergi konusu için, aynı yıl, iki kez alırsa bu da mahiyet olarak çifte vergilendirmedir.
Bu uygulama vergi adaletine uymaz.
Ayrıca anayasaya aykırıdır. Nitekim daha önceki yıllarda MTV’nin ikinci kez alınmasına ilişkin yasa Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir.
Vatandaş şimdi 2023 yılı için vergisini ödediği taşıtı için bir kez daha vergi ödeyecek. Böyle bir uygulama vergi almaktan çok haraç toplamaya benziyor.
KDV ve ÖTV’yi artırarak bütçe açığını kapatmaya, ücret artışlarını karşılamaya yönelmek ise devletin vatandaşa bir eliyle verdiğini öbür eliyle alması anlamı taşır. Bunun nedeni vatandaşların günlük yaşamlarını sürdürmek için satın almak zorunda kaldıkları temel ihtiyaç maddeleri üzerinde KDV ve ÖTV
bulunmasıdır. Bütün dolaylı vergiler gibi KDV ve ÖTV de vergi adaletini bozan vergilerdir. Yoksula da zengine de aynı oranda uygulandığı için vergi adaletsizliğini yoksul aleyhine daha da büyütür.
Bunun anlamı ekonomik krizin maliyetini halka kesmektir.
Krizin yükünü işçi, memur, emekli ve küçük esnaf çeker. İşsizlik artar. Hayat pahalılığı daha dayanılmaz bir hal alır.
Bu IMF politikasıdır.
İktidarın aldığı aynı vergiyi ikinci kez tahsil etmek ve dolaylı vergileri artırmak IMF adını kullanmadan IMF programını uygulamaktır.
IMF sistemi, ekonomik krizlerde yoksulu değil sermayeyi ve alacaklı devletleri korumaktır. Bu nedenle ilk adım olarak halkın vergi yükünü artırıp devlete borç vermişlerin parasını geri almalarını garanti eder. Bütçe “faiz dışı fazla” kavramı bu nedenle vardır. Bütçe önce devletin borçlarının faizini garanti eder, kalan parayla kendi siyasal tercihine göre kamu hizmetlerini karşılamaya çalışılır. Tabii kalan para yetmeyeceği için yeniden borçlanır.
Kriz sermaye ve alacaklılar için çözülür, yoksullaştırma nedeniyle vatandaşın satınalma gücüne dayalı talebi düşer, böylece enflasyon oransal olarak durur, bir süre bir miktar da düşebilir. Ancak fiyatlar genel düzeyi sabit gelirliler için hayatı pahalı kılmaya devam eder. Vatandaş tüketim sepetini değiştirip bazı malları almaktan vazgeçer, bazı mallarda da daha düşük kaliteli olana yönelir. Hayat tarzı değişir.
IMF zihniyetiyle krizi aşmanın ikinci yolu da devletin elindeki ekonomik değerleri satmaktır. Özelleştirme politikasının özü budur.
Bugünkü iktidar devletin elinde olan kamu iktisadi kuruluşlarını yok pahasına satarak elde ettiği kaynağı da heba etmiştir.
Yarattığı son ekonomik kriz karşısında kaynak bulabilmek için bir yandan vatandaşın vergi yükünü artıran iktidar diğer yandan Varlık Fonu’nda bulunan çoğunluk hissesi devlete ait kuruluşları satmaya hazırlanıyor. Bu amaçla Arap ülkeleriyle görüşmeler sürdürüyor. Bir yandan borç istiyor bir yandan limanları, değerli arazileri ve elde kalmış kamu ekonomik kurumlarını satmaya çabalıyor.
Bu politikada ülkenin geleceğini yabancılara ipotek etmek anlamına geliyor.
İktidarın seçimlerden sonra verdiği ücret artışlarına ilişkin yasa teklifi de dengesiz ücret politikasının bir kanıtı gibi.
TÜİK yılık enflasyon yüzde 38 olarak açıkladı. ENAG’a göre ise yüzde 108Tabii iktidar gerçeği yansıtmayan TÜİK’in yüzde 38’yıl enfsayon oranı üzerinden ücret artışı yapıyor. En düşük memur maaşını 22 bin liraya çıkarmak için 6 ay için yüzde 17,55 oranında enflasyon zammının yanı sıra 8 bin lira seyyanen refah payı ödenmesini öngören yasayı Meclis’e sevk etti. Yasa teklifinde emekliler için refah payı öngörülmüyor. Bu konuda yetkililerden tatmin edici bir açıklama gelmiş değil. Ayrıca refah payının 14 Temmuz’dan itibaren geçerli olacağı hükmü de var. 1 Temmuz’da yürürlüğe girmesi gereken
artışı 14 Temmuz’a ödeyerek 8 bin liralık refah payını 15 gün için ödemiyor. Böylece memura Temmuz ayında 4 bin lira daha az ücret ödemeyi planlıyor.
Ayrıca en düşük memur maaşı 22 bin lira olunca nitelikli memurlara yansıyıp yansımayacağı da belli değil. Bu durumda devlette hizmetli olarak çalışan bir devlet memurunun maaşı ile bir öğretmenin, bir mühendisin, bir doktorun, bir yargıcın, bir profesörün maaşı arasında eğitim ve kıdeme göre adil bir farkın da ortadan kalkması riski var. Hizmetli devlet memurunun öğretmen kadar hatta öğretmenden fazla maaş alması ayrı bir adaletsizlik yaratacaktır.
İktidar faturayı halka keserken ücret adaletsizliğini daha da büyütüyor.