Gorbaçov: Yıktı perdeyi eyledi viran...

Gorbaçov: Yıktı perdeyi eyledi viran...
SSCB’de “perestroyka” (yeniden yapılanma) ile “glastnost” (açıklık) politikalarını hayata geçirirken uluslararası ortama fazla güvendi. Dahası, yapacağı reformları düşmanlarıyla birlikte yapmak istedi. ABD Başkanı Ronald Reagan, İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher ile Papa II. John Paul’un “kıskaca” almasıyla değiştirmek istediği SSCB’yi onları mutlu edecek biçimde çökertti.

Tuhaf zamanlardı. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) Leonid Brejnev’den sonra gelen iki lideri Yuri Andropov, ardından Konstantin Çernenkov kısa aralıklarla ölmüş, devasa ülkenin liderliğine Mikail Gorbaçov adlı birinin getirileceğinden söz edilir olmuştu, yıl 1984.

Gelişme çok yeni. Karşı olalım olmayalım SSCB’deki her gelişmenin dünya sosyalist hareketini de etkilediğine inandığımızdan çok ilgiliyiz olan bitenle. Gorbaçov dediklerinin kim olduğunu da fena halde merak etmekteyiz. Hakkında ayrıntılı bilgi yok. Tarım uzmanı olduğunu duymuşuz sadece o kadar. Onunla ilgili en küçük bilgi kırıntısının üzerine atlıyoruz bu yüzden. Batıda SSCB’deki her gelişmeyi en ince ayrıntısına kadar bildikleri için Kremlinolog olarak adlandırılan uzmanlar var. Nihayet onlardan birinin Guardian’da Gorbaçov hakkında yazdığı bilgi dolu makaleyle karşılaşıyorum. Karşıma çıkan ilk kafeye dalıp, yazının içine gömülüyorum adeta.

Batıdaki Gorbi imajı

İngilizler, başta kendileri olmak üzere herkesle dalga geçerler malum. O son derece ciddi yazının bir yerinde Gorbaçov için “karısı kendisinden zayıf ilk Sovyet lideri” cümlesini okuduğumda kahvemi püskürtüyorum ağzımdan. Batıda böyle yaklaşılmıştı Gorbaçov’a. Genç, dinamik, yüzü sürekli gülen, “asık suratlı Sovyet liderleri”nden farklı, batıya açık bir kişilik. Böyle dediler. O kadar sevdiler ki, ad kısaltmaya meraklı ABD’lilerle İngilizler ondan “Gorbi” diye söz etmeye başladılar.

Gorbaçov’la gıyabi tanışmam böyle olmuştur.

Çok değil kısa bir süre sonra 23 Nisan 1985'te Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi, Genel Kongresi yapıldı. “Yeniden Yapılanma” anlamına gelen Perestroyka'nın başlangıcı kabul edilir bu kongre. Gorbi, kendisini çok seven batılılara kendisini daha da çok sevdirecek kararlar almaya başlamıştır yavaş yavaş. Perestroyka ile Glasnost sözcükleri çalınıyor kulağımıza. Yeri gelmişken belirteyim, Perestroyka sözcüğü Gorbaçov’la duyuldu sanılır ama 1860’larda Pytor Stolypin başta olmak üzere önemli Rus figürlerinin, o dönemdeki toprak reformlarını tanımlamak için kullandıkları bir sözcüktür.
SSCB’nin son dönemlerinde sıkıntı büyüktür. Yüksek hammadde fiyatları nedeniyle ülke ithalata yönelmiştir. Derler ki örnek olarak, Yeni Zelanda’dan alınan et, yurt içinde üretilen etten daha ucuzdu. SSCB dünyada yurtdışından en fazla gıda alan ülke durumuna yükseldi, ki felaketin başlangıcı budur.1980’lerin başında yaptığı ithalat, 15 milyar dolarla ihracatı aştı. 1984’de SSCB yurt dışından 46 milyon metrik ton tahıl aldı. Bu rakam 1970’de sadece 2.2 milyon tondu.

Silahlanma yarışı

SSCB ekonomisini mahveden etkenlerden biri de özellikle Brejnev döneminde ABD/Batı ile girişilen silahlanma yarışıydı. Bütçenin çoğu silaha ayrılmıştı. 1970'lerde SSCB, Amerika Birleşik Devletleri'nden 20 kat daha fazla tank üretti örneğin. Bu askeri bir gereklilik değildi, amaç üretimde istihdamı sürdürmekti.

Şunu da ekleyeyim; biz bilmezdik, çok sonradan öğrendik. 1965-66 yılları arasında şekillenen, “daha iyi bir sosyalizm” için örgütlenmiş muhalefetin yerini 1970’lerde komünizme inancı kalmamış, yine yasadışı güçlü antikomünist yapılar almıştı. Bu arada başta Amerika’nın sesi olmak üzere batı iletişim araçları her gün milyonlarca Sovyet vatandaşına ulaşıyor, propaganda yapıyordu. 1970'lerin sonları ile 1980'lerin başlarında, Novomoskovsk'ta isyan, Ordzhonikidze'de (şimdiki Vladikavkaz) polis karşıtı gösteriler, Duşanbe'de etnik çatışmalar, asker ayaklanmaları başgösterdi. SSCB’nin Afganistan’a müdahalesi ise çöküş sürecini hızlandırdı. 80’lerin başında önce Brejnev, ardından Andropov ile Çernenko'nun art arda ölmeleri “yeni/genç” liderlik arzusunu pekiştirdi toplumda. SSCB Komunist Partisi aranılan dinamizmi Mikail Sergeyeviç Gorbaçov’da buldu.

İşte gazetede hakkında yazılanı heyecanla okuduğum adam buydu.

'Amacı yıkmak değildi'

Denir ki; aslında Gorbaçov’un devletin/toplumun sosyalist temellerini yıkmak gibi bir amacı yoktu. Yine derler ki, sosyalizmin güçlü iç rezervler barındığına da inanırdı. İstediği “daha fazla demokrasi, daha fazla sosyalizm”di.

Kendi adıma bu söylentilere pek itibar etmem. Dış politikada, özellikle nükleer silahlar söz konusu olduğunda, Batı ile olan çatışmayı sona erdirmek istemesi anlaşılabilirdi ama tutumunu Batı karşısında teslim olmaya dönüştürdüğü için suçludur gözümde. Ekonomiyle birlikte büyümeyi hızlandırmak istedi ama yüzüne gözüne bulaştırdı. Birçok sektöre kontrolsüz bir yatırım aktardı. Büyüme hızlandı ancak bu tüketicilerin ihtiyaç duymadığı ürünlerin üretimini artırmaktan başka bir sonuç doğurmadı.

“Yıkılmasını istemedim” dediği SSCB’yi koruma çabalarında geç kalmıştı. Hatta hala aklımdadır, Sovyet Cumhuriyetleri’nin ayrılmalarına ciddi bir direniş sergiledi. Şunu da belirtmemek olmaz, Rusçu Boris Yeltsin’le bu nedenle hep çatıştı. Ama SSCB’den ayrılmaları engelleyemedi. Genel Sekreterliği’nin sonunda sadece Rusya ile Orta Asya cumhuriyetleri kalmıştı elinde.

Şunu kabul etmeli tabii. SSCB Gorbaçov süreci başlatmasaydı da yıkılabilirdi. 1985'ten 1986'ya kadar, Sovyet bütçesini besleyen, dış ticaret dengesini koruyan, her yıl on milyonlarca ton tahıl satın almayı, dış borcunu ödemeyi mümkün kılan kaynaklar kurumuştu. Gorbaçov olmasaydı da belki çökerdi ama bu kadar parçalanmaz, bu kadar kuruluş temellerinden uzaklaşmazdı. Çin’in yaptığı gibi yapabilirdi belki Gorbaçov. Önce ekonomiyi sonra politikayı düzeltmeyi deneyebilirdi. Çünkü SSCB'deki ekonomik reformlar kaçınılmaz olarak siyasetle çatışmıştı.

Gorbaçov SSCB’de “perestroyka” ile “galstnost” politikalarını hayata geçirirken uluslararası ortama fazla güvendi. Dahası, bu reformları düşmanlarıyla birlikte yapmak istedi. Soğuk Savaş’ın en berbat figürleri, ABD Başkanı Ronald Reagan, İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher ile Papa II. John Paul’un “kıskaca” almasıyla değiştirmek istediği SSCB’yi onları mutlu edecek biçimde çökertti.

Rusya’da sevilmezdi

Yıllar sonra gittiğim Moskova’da, Vladimir Putin’in başbakan olarak ikinci dönemini başlatan seçimler henüz bitmişti. Pazar günü, otele bavulumu bırakır bırakmaz koşup gittiğim Kızıl Meydan’da, bir kaç dakika sonra konuşmasını canlı izleyecek olduğum Putin’in de katıldığı bir destek mitinginin içinde buldum kendimi. Yanımda hem Türkçe hem İngilizce bilen rehberim Sergey de var. O neler konuşulduğunu söyledi, aldığım notları haberleştirip yolladım gazetem Cumhuriyet’e.

Sergey’le miting dönüşü Tverskaya caddesinde yürüyorduk. Büyükçe bir binanın önüne geldiğimizde Sergey, “burası Gorbaçov’un vakfı” deyince “orada mıdır peki?” diye sordum. “Bakalım” dedi. Şaşırdım, “nasıl yani, öyle kolayca gidip girebiliyor muyuz?" diye sordum bu sefer şaşkınlıkla. Ona da “evet” dediğinde “o halde belki söyleşi de yapabilirim” dedim. “Tabii” dedi. İnanılır gibi değildi ama Sergey ciddiydi. Girdik binaya, bir iki merdiven çıktık, Gorbaçov’un fotoğraflarının, kitaplarının olduğu kata geldik. Sergey görevli kadınla bir şeyler konuştuktan sonra bana dönerek “şansına küs. Gorbaçov yurt dışındaymış” dedi. “Burada olsaydı görüşebilir miydim peki” soruma da yanıtı “evet” olmuştu Sergey’in.

Meğerse dileyen yabancı gazetecinin gelip görüşebildiği biriymiş Gorbaçov. Nedenini sorduğumda “Rusya’da fazla sevilmez, ciddiye de alınmaz” dedi Sergey. SSCB’nin yıkılışından sonra 1996’da Cumhurbaşkanlığına adaylığını koyduğunda çok ama çok az oy almasının da nedeni buydu demek ki. SSCB’nin yıkılışından mutlu olan Rus sayısı çok değildir.

“Karısı kendisinden zayıf ilk Sovyet lideri” olarak anılmasına yol açan eşi Raisa Gorbaçova’yı çok severdi diye okumuştum. Ölümünden sonra hiç ama hiç gülmediğini de. Nazım’ı ziyaret ettiğim mezarlıkta kabrini gördüğüm Gorbaçova’nın mezarının başında bembeyaz bir melek heykeli vardı. “Anlamı nedir” diye soracak oldum, “Gorbaçov ona hep meleğim diye seslenirdi” dediler.

Karısının ölümünden sonra bu hiç gülmeyen adamla yıllar sonra, İstanbul’da, bir otel salonunda karşı karşıya geldim. Public Figür’lerle karşılaşmaya alışığım ama ne yalan söyleyeyim heyecanlandım biraz. Mutlu ettiği cephenin düşmanlarından biri de bendim. Düşmanlarımın dostu karşımdaydı. Kimilerine göre “yüzyılın en önemli devlet adamı” olan adamdı karşımdaki. İngilizce bilmediği için bir konsolosluk görevlisinin tercümanlığında kabul ettiği söyleşide özel hayatı ile SSCB hakkında hiç soru sormamam söylendi.

Suriye hakkında sordum sorumu. Türkiye’yi incitmekten korkarak ama Şam’ın önemli olduğunu vurgulayarak söyledi bir şeyler. Söyleşi boyunca bir kez olsun gözlerime bakmadı. Bana elbette özel bir nefreti olduğundan değil, (aksine ben nefret ediyordum ondan) ama bilmiyordum nedenini. Herkese öyleymiş meğer.

Karısının ölümünün yıktığı kadar koskoca SSCB’yi çökerten adam olmak da bozmuştur dengesini herhalde. Zaman zaman “ateistim, komünistim, bu hiç değişmedi” dese de 80’li yılların SSCB Komünist Partisi Politbüro üyelerinden Yegor Kuzmiç Ligaçev “onun bir sosyal demokrat olduğunu geç fark ettik” diyerek onu yalanlayacaktı.

Çokca yalan söylemiş olabilir ama belki de ettiği en doğru laf “Sovyetler yıkılmasaydı dünya daha güzel bir yer olacaktı” lafıdır.

Tarihin değerlendirilmesine gerek kalmadan hakkında hüküm verilen çok az sayıda figürden biriydi Gorbaçov.

Hükmü yaşarken verilmişti: Pizza Hut’ın reklam yüzü... O kadar.