Barış Terkoğlu: Erdoğan’ın kasetle yendiği siyasetçi
Barış Terkoğlu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkan adayı iken rakibi Zülfü Livaneli'nin "kaset tezgâhı”nın en büyük rakibi Erdoğan’ı güçlendirmek için yapıldığını, failinin ise Adnan Oktar grubu olduğunu iddia ediyor" diye yazdı.
Terkoğlu'nun yazısı şöyle:
"Ne mi var kasedin içeriğinde? 12 Mart sonrasında Livaneli’nin devleti yönetenleri, ordunun yönetimini eleştirdiği türküler:
“12 Mart döneminde cuntaya karşı çıkan ve bir kısmını halkın yaktığı ağıtlarla beni vurmaya çalışıyorlardı. Oysa ben, ömrüm boyunca, o türküleri söylemiş olmaktan onur duydum.”
Devir, Adnan Oktar grubunun yükseliş devriydi. Kitlesel gücü olmayan hareket, kamuoyunun gündemine daha çok lüks yaşamla, ortaya çıkan gizli çekimlerle, İslamcı hareketin vitrinine konan mankenleriyle geliyordu. Türkiye’nin köklü tarikatları merkez sağ siyasetçilerle flörte devam ederken; şaşırtıcı şekilde Oktarcılar, Erdoğan’ın yükseliş trendine girdiği Refah Partisi’ne destek verdi. Başta sözünü ettiğim, Oktarcı Altuğ Berker’in Erdoğan’ın ardında durduğu o meşhur fotoğraf, Erdoğan’ın 1994 yılındaki kampanyasında çekilmişti.
Erdoğan kaseti biliyor muydu?
Gelelim kasete...
Livaneli, Oktar’a 21 yıl önce yapılan operasyonda gözaltına alınan Fırat Develioğlu’nun o dönem basında yer alan ifadesini hatırlatıyor: “Recep Tayyip Erdoğan aday gösterildikten sonra bize, elinde Zülfü Livaneli’yle ilgili, devlet aleyhine söylemiş olduğu sözleri içeren bir türkü kaseti olduğunu, bu kaseti Zülfü Livaneli’nin çok eski tarihlerde Almanya’da doldurduğunu, kaseti yayımlatmak istediğini, bu şekilde oy kaybettireceğini ancak hiçbir televizyon kanalının yayımlamaya yanaşmadığını söyledi. Kasetin orijinalini aldık. Bahadır da Kadir Çelik’i aradı, Kadir Çelik kaseti yayımlattı.”
Livaneli, bu ağır kampanya içinde yüzde 20.3 oy aldı. Solun İstanbul’da toplamda yüzde 35 oy aldığı seçimin kazananı yüzde 26.6 ile Erdoğan oldu. Erdoğan efsanesi böylece başladı.
Şimdilerde üniversitelere fuhuş yakıştırması yapacak kadar radikal Ebubekir Sofuoğlu bile Oktar’a “Hocam” diyordu. Oktar; Akit’te yazarlık yapıyor, Harun Yahya takma adıyla yazdığı kitapları İslamcı gazeteler pazarlıyordu. Medyanın, siyasetin, bürokrasinin ünlüleri müridiydi. Dekolte kediciklerle konuşulan televizyonunun baş konukları, şimdinin yandaşlarıydı. Malezya’ya büyükelçi yapılan Merve Kavakçı’nın önünde diz çöktüğü fotoğrafla hatırlayacağınız Şeyh Nazım, son nefesini verirken yanında Oktar’ın müritleri vardı. 80’lerde üniversite çevresinde, 90’larda siyasetin göbeğinde olan cemaat; finali mahkeme salonunda yaptı. Vitrine koyacak mankene, iş görecek kasete artık gerek de kalmamıştı. Bir Türkiye klasiği, yıllarca Oktar’ı uçuranlar bu kez onu tanımazlıktan geliyordu.
Oktar’a verilen binlerce yıllık ceza, nicelik olarak da bir çağı kapatıp yenisini açacak kadar. Eminim “yavaşlık çağı”nda Oktar’ın kitabını yazanlar, kendilerine birkaç kedicikten çok daha fazla şey bulacak."