Uysal: Vicdan azabı duyuyorum
Türk Demokrasi Vakfı, İstanbul’da Demokrasi Şurası düzenledi. Toplantıya, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal, Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, İYİ Parti TBMM Grup Başkanı İsmail Tatlıoğlu, Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Kaya, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, İYİ Parti İstanbul İl Başkanı Buğra Kavuncu, siyasi partilerin genel başkan yardımcıları, milletvekilleri ve belediye başkanları katıldı.
DP Genel Başkanı Gültekin Uysal, şöyle konuştu:
“Ülke adına, milletimiz adına, demokrasimiz adına üzüntüler yaşasak da derin manalar içeren günlerdeyiz. İnsanlık, toplum olarak yaşadığı andan itibaren hep bir güven kaygısıyla bir gelişim çizgisini tutturmuş. Modern demokrasi tarihi de kuvveti elinde bulunduranların yetkilerini, sınırlarını hukuk içerisinde aslında bir nevi sınırlandırmanın tarihi, keyfiliğin sınırlandırılmasının tarihi. Bu serüven içerisinde elbette, imparatorluktan Cumhuriyet’e tebarüz eden bir iklimin önemini bilmek durumundayız. Bugün, verili olarak bulmadığımız demokrasiyi içselleştirmek gibi bir sürecin de içerisindeyiz. Maalesef bugün, milletimizin demokrasi serüveni içerisinde, özellikle çok partili siyasi hayata geçtiğimiz andan itibaren demokrasi mücadelemiz, kaybettiklerimizi bir nevi yerine koymanın mücadelesi olarak da tarif edebiliriz. Geldiğimiz noktada, bu büyük ülkenin demografisiyle, ekonomisinin büyüklüğüyle, bugün dondurulmuş olsa da AB müzakeresi yürüten bir ülkenin vatandaşları olarak bugünkü demokratik düzeyi hak etmediği kanaatindeyiz. Milletimizin demokrasi talebini, özellikle 15 Temmuz FETÖ darbe teşebbüsü sonrası kendileri için bir nimet olarak değerlendirenler, adeta tarihi geriye doğru akıtırcasına milletimizin talebini sınırlandırmak, geriye çevirmek, sınırsız yetki, sıfır denetim mantığı içerisinde 85 milyondan daha ziyade bir kişinin talepleri doğrultusunda bir yola girdi. Bugün ‘Meydan okumalarla karşı karşıyayız’ diyerek, Türkiye’nin adeta bir tercihe zorlandığını görüyoruz. Oysa hükümet edenlerin meselesi sadece güvenliği temin etmek değildir. Güvenlikle beraber özgürlüğü, refahı temin etmek mecburiyetindeyiz. Bugün demokrasilerimizin artık en temel girdisinin hukuk ve demokrasi olduğunu şu yaşadığımız fiilen ve resmen adına yerli ve milli diyerek ifade edilen rejimin tabii çıktılarına bile baksak, bunları görebiliriz.
Siyaset bilimi literatüründe sert kuvvetler ayrılığına dayanan başkanlık modelleri de alışageldiğimiz parlamenter demokratik modeller de meşrudur. Ama bugün, üzülerek ifade etmek isterim ki, adını bile tarif etmekte zorlandığımız, güya kendimize özgü bu demokratik modelle Türkiye’nin yol alabilme imkânı olmadığı kanaatindeyim.
Ortaokul yıllarında bir hikâye hatırlarım. Domatese patates aşısı yapmışlar, domepato diye bir renksiz, kokusuz, ahenksiz bir ürün ortaya çıkmış. Bugün Türkiye’de demokrasimizi tarif etmeye kalksak, adına domepato rejimi diyebileceğimiz bir rejim ortaya çıkmıştır.
Eğer Türkiye, bugün çabasını ortaya koyduğumuz önümüzdeki 3-5 yıllık periyod içerisinde bu çağın icap ettirdiği, artık tarihin milletlerin yarışı olarak bildiğimiz bu rekabette sadece millet ve devlet olarak değil bireyleriyle, üniversiteleriyle, şirketleriyle bu küresel rekabetin içerisinde olabilmemiz için demokrasimiz başta olmak üzere hukukumuza, eğitim sistemimize ve ekonomimize yeni bir boyut ve derinlik katmak mecburiyetindeyiz. Bugün kısacası, bu üçlü referanslar yerine güvenliği tercih etmeyi bizlere dayatanların ülkeye dayattığı ve hiçbir denetim yapamadığımız bu mekanizmanın ülkenin ödettiği büyük bedeller olduğu kanaatindeyim. Usulsüzlük, yolsuzluk başta olmak üzere ne siyasi ne idari ne de adli denetim ne de sivil toplum ve medyamızın kamuoyu denetimi yapmadığı bugünkü ülkede, kaynaklarımızın heba oluyor olduğunu izliyor olmaktan kendi adıma da büyük bir vicdan azabı duyuyorum.
Geldiğimiz noktada, demokrasiyi konjonktürel bir program olarak görenler, demokrasiyi bir muhalefet ideolojisi olarak görenlerin iktidar olduklarında değerli vakıf başkanımızın da ifade ettiği gibi, konjonktüre, şartlara göre değişen fikirleriyle Türkiye’nin yol alabilme imkânı yoktur. Bugünkü iktidar sahiplerinin adeta ülkemize, her birime söylediği, Arap aleminde anlatılan bir darbımeselde vücut bulduğu şekliyledir. Hikâye odur ya, fırtınaya ağacın tepesinde yakalanmış vatandaşımız dua etmeye başlamış, ‘Yarabbi yere sağ salim inersem 5 kurban keseceğim’ diye. Yavaş yavaş indikçe 4 kurban demiş, 3 kurban demiş, 2 kurban demiş. Ayağı yere basınca ‘Kurban mafiş’ demiş. Bugünkü iktidar sahiplerinin de her birimize söylediği, ‘Demokrasi mafiş’ sözüdür. O açıdan, bu ülkede hiç kimsenin demokrat olmadığı, herkesin birbirinin celladı olduğu süreci sona erdirmek mecburiyetindeyiz. Bu fasit daireden Türkiye’yi çıkartmak mecburiyetindeyiz. Özellikle, yarınlarda Cumhuriyet’in tarihi yazılırken adeta tarihimizde olduğu gibi fetret dönemlerine benzer, Türkiye’nin bu 20 yıllık döneminin bir fetret dönemi olarak yazıldığı noktada, Türkiye’de herkesin birbirinin celladı olduğu bu süreçten çıkartacağımıza inanıyoruz. Muhatap olduğumuz hukuksuzları, usulsüzlükler ve her geçen gün rengi koyulaşan bu rejimin dayatmaları, özellikle bugün altılı masa etrafında birlikte irade koyduğumuz siyasal partiler olarak önümüze bir vazife koymaktadır. Bu vazife de korkusuzca yaşama hürriyetimizi teminat altına alacağımız, herkesin hukukundan emin olduğu bir Türkiye’yi ortaya çıkartacağımız, herkesin eşit fırsatlara sahip olduğu bir Türkiye ortaya çıkartmak, herkes için ortak yaşam alanını inşa etmektir.
Türkiye’nin buradan dönüşü yoktur. Türkiye’yi bu yoldan döndürmeye zamana zaman tarihimiz içerisinde teşebbüsler olmuştur. Ama milletimizin o şaşmaz vicdan duvarına vurarak bu teşebbüslerin her biri de dönmüştür.
İstanbul Belediye Başkanımız sayın İmamoğlu şahsında, siyaseti hukuk eliyle, bu kuvvetlerin uyumu diyerek hukuku, adliyeyi adeta yürütmenin bir şubesi hâline getiren ve hangi talimatlarla bu kararların alındığını hepimizin bildiği bu süreçle beraber, Türkiye’yi bu yoldan döndüremeyecek, Türk demokrasisine bir mühendislik teşebbüsüyle şekil verilemeyeceği kanaatindeyim. Demokrasiyi verili olarak bulmuş başka ülkelerle kıyas dahi etmek istemeyiz. Türkiye Cumhuriyeti devletinin iki tane çökmüş ülkeye komşu olarak Fırat ve Suriye aynasında bile baksa bütün ağır aksak işleyen varlığıyla beraber her birimize sunduğu hukukun, fırsat eşitliğinin, güvenliğin, refahın kıymetini bilmek zorundayız. Bir hatırlatmayı yapmak isterim. Bu imkânların, bu kaynakların kıymetini hepimizden daha fazla, iktidarlarının varlık sebebi olan ve her tür imkânından, her tür imtiyazından yararlanan bugünkü iktidar sahiplerinin bilmesi icap eder. O açıdan Demokrasi Şurası’nı topyekûn ülkemiz adına, demokratik bir idrak tazelemesine vesile olmasını temenni ediyorum. Demokrasi yürüyüşümüzün kesintiye uğratılamayacağı inancıyla burada mutlaka ortaya çıkacak fikirler, bizim de için de kılavuz olacaktır"