Erdoğan'ın Danışmanı İle 'Not' Atışması
CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın görüşmesinin ardından Gezi davası tutuklularının serbest kalmasına ilişkin tartışma, iktidar kanadından bazı kesimlerin tepkisiyle karşılandı. Bu tepkiler genellikle iktidar medyasında yer alan Hürriyet yazarı Abdulkadir Selvi'yi hedef alsa da asıl mesajları AKP içindeki bazı isimlere yönelik oldu.
En sert tepkiler ise MHP'den ve 'Saray'ın temsilcisi olarak nitelendirilen Cumhurbaşkanı danışmanlarından geliyor.
UÇUM’UN ‘PAZAR NOTU’
Bu danışmanlardan Mehmet Uçum, Erdoğan-Özel görüşmesinde gündeme gelen Gezi davasını X hesabından yayımladığı uzun bir yazıyla hedef almış; bunun bir ‘beka’ meselesi olduğunu ima etmişti. Gezi gibi ‘sivil itaatsizlik’ eylemlerinin ‘çok da masum olmadığını’ savunan Uçum, ‘Pazar Notu’ başlıklı yazısında iddiasını şöyle desteklemeye çalıştı:
Sivil itaatsizlik kavramı, 19. yüzyılda Henry David Thoreau'nun Amerika Birleşik Devletleri'nde kölelik karşıtı bir eylem olarak vergi ödememe hareketinden esinlenerek geliştirildi. Temel olarak, yasanın özüne uyarak yasalara uymayan, şiddete başvurmayan, ancak vicdana uygun ve suç olmayan bir eylem olarak tanımlandı. Mahatma Gandi, bu anlamda sivil itaatsizliğin en önemli uygulayıcılarından biri olarak kabul edilir. Ancak soğuk savaş sonrası dönemde sivil itaatsizlik kavramı farklı bir anlam kazandı ve farklı bir misyonla kullanılmaya başlandı.
Yasanın özüne uyma, şiddetten uzak durma, vicdani olma, suç sayılmama gibi unsurlar belirsizleştirildi. Ki bu unsurlardan yasanın özüne uymanın ve suç sayılmamanın gerçeklikte ne kadar karşılığı olduğu ayrıca tartışma konusuydu. Kavramın itaatsizlik kısmı şartsız olarak devlete ve bütün iktidara karşı itaatsizlik olarak belirleyici unsura dönüştürüldü. Devlet karşıtı ve gayri meşru her türlü eylem sivil itaatsizlik ve sivil direniş olarak tanımlandı. Batılı ideolojik merkezler, sivil direnişler ve sokak hareketleri için el kitapları hazırlatıp tercüme ettirip hedef ülke vatandaşlarına dağıttı.
Bu çıplak saldırganlığı perdelemek için de emperyalist ideolojik odaklarca özellikle ve sistematik olarak sivil hak ve adalet arayışlarının da sivil itaatsizlik/sivil direniş olduğu şeklinde propoganda yapıldı. Böylelikle hak ve adalet talepli sivil eylemlerin meşruiyetini örtü olarak kullanıp “sivil itaatsizlik” ayaklanmaları yaptırarak emperyalist yayılmacılık için uygun ortamlar oluşturmak amaçlandı. Yani “sivil itaatsizlik” soğuk savaştan sonra emperyalizmin ideolojik kavramlarından biri haline dönüştürüldü, sonuçları saldırgan ve yıkıcı olan bir anlamda “nihilist sivil itaatsizlik” denebilecek şekilde yeniden üretildi ve emperyalist yayılma için bir perspektif olarak kullanıldı. Yirminci yüzyılın sonlarından itibaren hak ve adalet esaslı sivil eylemlerle emperyalist projelerle işbirlikçi sivil itaatsizlik özdeşleştirilerek, özellikle milli devletlerin zaafa düşürülmesinde ve nihayetinde tasfiyesinde çok etkili bir araç elde edildi. Soğuk savaş sonrasının “turuncu devrimleri”, “Arap baharları” bu amaçla teşvik ve tahrik edildi.
‘GEZİ YIKICIDIR’
BirGün'de yer alan habere göre; Türkiye’de emperyalist bir planlamayla yapılan işbirlikçi gezi eylemi kaos hedefli yıkıcı sivil itaatsizlik eylemlerinin tipik örneğidir. Gezi benzeri eylemler başta Brezilya başka ülkelerde de pazarlandı. İşbirlikçi ve nihilist sivil itaatsizlik eylemleri kaos hedefli eylemlerdir, somut hedef ise güvensizlik ortamı ve iktidar zaafiyeti oluşturmak, amaç da emperyalizmin hizmetine girecek bir iktidar değişikliği sağlamaktır. Bu açıdan Ukrayna örneği ibretliktir. Bu eylemler pozitif ceza hukuku açısından her zaman suç sayılan eylemler olur. Suçun niteliği değişen şartlara göre değişmez veya değişen durumlara göre eylemin suç niteliği ortadan kalkmaz. Ayrıca bu eylemler hedef alınan ülkeye ve topluma karşı ihanet eylemleridir ve bu ihanet o milletin tarih bilincinde kalıcı izler bırakır. Bu ihanet eylemleri toplumda ve bireylerde travmalar oluşturur ne kadar zaman geçerse geçsin affedilmez veya hoş görülmez. Bu tip eylemler hiç bir zaman hukukun koruması altında olmazlar, olamazlar. Hak ve adalet hedefli olduğu için meşru sayılan sivil eylemlerde amaç ise bir hak elde etmek ve/veya bir hakkın uygulanmasını yahut bir adalet talebinin gerçekleşmesini sağlamaktır. Örneğin Abd’de üniversitelerdeki Gazze eylemleri adalet talepli sivil eylemlere önemli bir örnektir. Hak ve adalet talepli sivil eylemler nihayetinde meşru düzeni geliştiren bir işlev görür.
Demokrasiyi ve sosyal adaleti güçlendirir, demokratik toplumun gereği olan eylemlerdir bu nedenle hukukun koruması altındadır. Hak ve adalet talepli sivil eylemler ile günümüzdeki sivil itaatsizlik eylemleri arasındaki nitelik farkının görülmesi gerekir. Aksi takdirde hiç farkına varılmadan emperyalizmin ideolojik aygıtlarının ve projelerinin çok kullanışlı aparatları ve aktörleri haline gelinir.”
TAN’IN ‘PAZARTESİ NOTU’
CHP’li Namık Tan ise Uçum'a siyaset bilimci Prof. Dr. Raymond Aron’ın değerlendirmesiyle karşılık verdi. Bu değerlendirmede Aron, “Aynı zamanda hem boyun eğmeyi hem boyun eğmeyi reddetmeyi doğrulamak mümkün müdür? Yetki ve yetkinin sınırları nedir?” sorusunu yöneltip, “İşte siyasal düzenin ebedi sorunu budur. Esasen, tüm rejim biçimleri de bu sorunun hiçbir zaman mükemmel olmayan çözümleridir” diyor.
Mesajlarını tarihsel olaylardan örnek vererek destekleyen CHP’li Tan, Türkiye’deki rejimin, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uymamasının sonuçlarına karşı uyardı. AKP-MHP koalisyonun böylece Cumhuriyet’e ihanet ettiğini belirten Tan’ın paylaştığı mesaj şöyle:
TARİHSEL OLAYLARDAN ÖRNEKLER
“Sovyetler Birliği de 1956 Kasım başında Macaristan’ın sivil başkaldırısını tanklarıyla ezmişti. Bu durum da Avrupa’da SSCB destekli yahut ilintili komünist parti ve hareketlerle, daha geniş anlamda “sol” içinde canlı bir tartışmaya ve giderek ayrışmaya yol açmıştı. SSCB’nin hem birliğin içindeki, hem Demir Perde gerisinde işgal ettiği ülkelerdeki özgürlük karşıtı anti-demokratik uygulamaları sözde ütopya maskesini düşürmüştü. Bunun öncesinde II. Dünya Savaşı’nın sonrasında Afrika’da anti-kolonyalist hareketler Avrupa’da toplumun belli kesimlerinden güçlü destek bulmuştu.
Benzer biçimde ABD’de ırk ayrımcılığının sona ermesi için başlatılan hak ve özgürlükler hareketleri de öyle Karşılıklı olası topyekûn yıkıma dayalı nükleer silah dengesi ABD ile SSCB arasında bir sıcak savaş yahut III. Dünya Savaşı’nın patlamasını engelledi. SSCB’nin, Macaristan’ı işgalinden önce 1948-49’daki Berlin Ablukası ve Macaristan’a müdahalenin ardından 1961’de Berlin Duvarı’nı tamamlamasıysa Soğuk Savaş’ı sertleştirdi.
Ortadoğu, Uzakdoğu, Afrika ve Latin Amerika’da halk kurtuluş hareketleri, gerilla, kontr-gerilla, yıkıcı faaliyet ve darbelere destek olmaya muhasım bloklar karşılıklı germi verdi Fransa da kendi başkanlık düzenine yani V. cumhuriyete Cezayir Savaşı’nın yakıcı kalkışma, başkaldırı, iç savaş ve askeri darbe tehlike ve durumlarının bir arada yaşandığı gerilimli bir dönemde 1958 yılında geçecekti. O yıl Mayıs ayında De Gaulle olağanüstü yetkilerle başbakanlığa tekabül eden bakanlar kurulu başkanlığı görevine getirildi ve ardından da taslağı yaz aylarında hazırlanan anayasanın halkoylamasıyla kabulüyle Ekim başında başkan seçildi.
ARON’IN DEĞERLENDİRMESİ
Onun bu olağanüstü durumu araçsallaştırarak tek adamlığa özenme olasılığı tartışma yarattı Ünlü siyaset bilimci Prof. Dr. Raymond Aron, hem De Gaulle’ün hem SSCB’nin sorgulandığı sırada Sorbonne Üniversitesi’nin 1957-58 akademik yılında “demokrasi ve totalitarizm” başlığıyla 19 dersten oluşan bir dizi konferans verdi. Aron, “Aynı zamanda hem boyun eğmeyi hem boyun eğmeyi reddetmeyi doğrulamak mümkün müdür? Yetki ve yetkinin sınırları nedir? sorularını soruyor ve kendi sorularına “İşte siyasal düzenin ebedi sorunu budur. Esasen, tüm rejim biçimleri de bu sorunun hiçbir zaman mükemmel olmayan çözümleridir.” yanıtını veriyordu Aron’un gündelik heyecanlardan uzak sözkonusu değerlendirmesi bugün de güncel. Zira, Demir Perde’nin1989’da ve SSCB’nin de 1991’de yıkılması “tarihin sonu” tartışmasını başlatmıştı. Sovyet boyunduruğundan kurtulan ülkelerde “renkli devrimler” yaşandı. Arkadan “Arap baharları” geldi.
El Kaide’nin küresel, IŞİD’in görece bölgesel terör tehditleri ise Batı’nın “açık toplumlarının” dikiş yerlerine aşırı gerilim yüklenmesine yol açtı Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, İsrail’in Hamas’ın 7 Ekim terör saldırısına Gazze’de verdiği soykırım boyutuna ulaşan orantısız askeri yanıt ve Batı Şeria’daki “apartheid” düzeni, Çin’in Hong Kong’da demokrasiyi bitirmesi, Tayvan üzerinde baskısı, Güney Çin Denizi’ndeki saldırgan ve yayılmacı tutumu uluslararası ortamı tümüyle dönüştürdü. Batı’da ise düzensiz göç ve “ötekileştirilen” İslâm hassasiyeti arttı.
Popülizmler ABD’de ve AB ülkelerinde güçlendi. Rusya ve Çin Batı demokrasilerinin içlerinden çürütülmesine Soğuk Savaş’ı çağrıştırır biçimde örtülü desteklerini esirgemedi Ülkemizde baskıcı zihniyete her daim prim verenler, demokratikleşmenin önünü “özgürlük-güvenlik denklemi” safsatasıyla tıkayanlar, devlet tapıncına sığınanlar da bu örtülü destek faaliyetlerinin ya bilinçsiz ya gönüllü maşaları oldular. Ayrıca, laikliğin cumhuriyetin taşıyıcı sütunu değil çevre düzenlemesi olduğunu varsaydılar. Oysa, demokrasi daha doğru deyişle tam demokrasi dışında bir ikinci yolun, “eksik demokrasi” denilebilecek esasen absürt bir üçüncü yolun mümkün olup olmadığı tartışılırken Aron’un alıntıladığım sorusu ve yanıtı bugün de yol gösterici.
Nitekim, AKP-MHP koalisyonu, AYM ve AİHM kararlarını uygulamayıp, anayasayı askıya alarak cumhuriyete ihanet ediyor. İlginçtir, SSCB’de Stalin’in ölümüyle meydana çıkmaya başlayan rejim muhalifleri de mevcut anayasanın uygulanmasını, en azından orada yazılı haklarının gözetilmesini talep ediyorlardı.
DİKTATÖRLÜKLER
O zamanlar burada o SSCB’nin aparatçikliğini yapmaya yeltenmiş birilerinin, bugün çıkıp zamane düşünürü pozlarında topluma kabadayılık yapma cüretini gösterebilmeleri düşündürücü Bugün Türkiye’de tek parti ve tek adam rejimine özenenler, ağızlarından “beka” terimi düşmeyenler için seçenekler açık : Kremlin’iyle, gizli polisiyle, sansürüyle Putin’in Rusya’sı ; yurttaşını beşikten mezara izleyerek tuttuğu sosyal kredi çeteleleri, her köşedeki kameraları, yüz tanıma sistemleriyle Şi’nin Çin’i; babadan oğula devrolunan Orta Asya diktatörlükleri; kamu kaynaklarını çöreklendikleri devlet eliyle yağmalayan yozlaşmış kimi Ortadoğu, Güney Amerika, Afrika diktatörlükleri önlerinde duruyor. Zira, laik olmayan demokrasi olamayacağı gibi, çekingen tek adam rejimi de olmaz. Tam ifade özgürlüğü, hukuk devleti, eşit anayasal yurttaşlık, ulusal egemenlikte her bireyin temsili, çoğulculuk, sivil toplum gibi temel kavramlar laf cambazlıklarıyla eğilip bükülemez ve pazarlığa da açık değildir. Anayasa demek yalnızca “teşkilat-ı esasiye” demek değildir. “Constitution” devletin temeli, oluşumu demektir. Yazılı olmak zorunda dahi değildir. Ne acı ki, taşa kazılsa da uyulmamasına bugün Türkiye güzel bir örnektir.
GEZİ VE KOBANİ DAVALARI
CHP olarak biz Gezi Davası’nda da, Kobani Davası’nda da, 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasında da, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve seçmenin iradesine saygı duyulmasında da, sansüre karşı da, yolsuzluğa karşı da, eğitimde akıldan, bilimden, laiklikten uzaklaşma girişimlerine karşı da külhanbeyi üsluplu kahvehane filozoflarına asla boyun eğmeyeceğiz. Hak ve özgürlüklerin savunulmasında asla geri adım atmayacağız. Vasatın tasallutuna da, devlet idaresindeki yozlaşmaya da, tüm ceberrut uygulamalara da aynı direnci göstereceğiz. Ne olursa olsun, cumhuriyetimizi demokrasiyle taçlandırmayı mutlaka başaracağız.”