Onur Alp Yılmaz
Neden Murat Kurum, Neden Kentsel Dönüşüm?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önünde İstanbul adaylığı için öne çıkan üç tercih olduğunu biliyoruz: Ali Yerlikaya, Ergün Turan ve Murat Kurum…
İlk olarak Ali Yerlikaya’dan söz etmek gerekirse, bu tercihin muhalefet tarafından rahatlıkla bir vatandaş-devlet referandumuna dönüştürülebileceği açıktı. Üstelik Yerlikaya, büyük bir hukuksuzlukla İmamoğlu’nun elinden mazbatanın alındığı dönemde kayyum belediye başkanlığı yapışken…
İkinci tercih ise Ergün Turan’dı. Turan hem TOKİ geçmişi hem belediyecilik deneyimi hem de Trabzonlu olması dolayısıyla aslında Kurum’dan daha akla yatkın gelse de bahsettiğim bu özellikler İBB adayı olabilmek için kendisinin avantajları değil, dezavantajları olmuşa benziyor… Çünkü Erdoğan, kendisi dışında yerelde siyaset yapan, yani esnafla, muhtarla ve genel olarak yerel kanaat önderleriyle iletişim kurabilen alternatif bir figürün aynı oranda parti içinde özgül ağırlık da kazanacağının farkında… 2013’ten itibaren kendisi dışında özgül ağırlığı olan figürleri partiden tasfiye etmiş bir lider için bunun maliyetli bir tercih olacağı da açık…
Dolayısıyla Erdoğan’a yürüteceği iki ayaklı kampanyanın ilk kısmını oluşturan teknik kısmına hakim, teknik konuşan ve ikinci kısmı, yani toplumla diyaloğu kendisine bırakacak bir figür gerekliydi. İşte bu isim de Murat Kurum oldu. Başka bir ifadeyle, seçimlere kalan yaklaşık 80 günlük sürede Erdoğan’ın İstanbul kampanyasına odaklanıp, zamanının çoğunu İstanbul’a ayırarak kampanyanın duygusal kısmını, Kurum’un ise kentsel dönüşümün ve trafik sorununun çözümünün teknik kısmını üstleneceği söylenebilir.
Peki neden kentsel dönüşüm?
Bir süredir İstanbul’da yaptığım saha araştırmalarında seçmenlerden muhtarlara kadar uzanan bir hatta İstanbul seçmeninin en öncelikli beklentilerinden birinin kentsel dönüşüm olduğunu gözlemleme şansım oldu. Bunun son derece anlaşılabilir bir talep olduğu aşikar. Öyle ki Maslow’un ihtiyaç hiyerarşisinin bile başlarında yer alan barınma güvenliğinden söz ediyoruz. İnsanlar, bağıra bağıra gelen İstanbul depremini betondan tabutlarda karşılamak istemiyorlar. Ayrıca iktidar, elinde tuttuğu iktidar gücü sayesinde her ne kadar çok gerçekçi olmasa da “mevcutlar içinde en inandırıcı” konut projelerine can havliyle hareket eden toplumu ikna edebildiğini deprem bölgesinde test etti.
Yine unutmamak gerekir ki mevcut iktidarın hem gücünü aldığı hem de güç verdiği grup müteahhitler. Yani inşaat rantı. Öyle ki, mevcut iktidarın ekonomi politiğinde inşaatlar ve kentsel dönüşüm üzerinden dağıtılan ve sürdürülebilir kılınan rantiye sistemi aslan payına sahip. İktidar, büyük inşaat firmaları, TOKİ ve devlet işbirliğiye çeşitli projeler ortaya koyup, vatandaşların yerinde dönüşüm ve yüksek maliyetten kaçınma gibi ihtiyaçlarına cevap verebilirse seçimin kaderini kendi lehine etkileyebilir.
Peki burada CHP ve İmamoğlu kanadı ne yapabilir?
Her şeyden önce “bugüne kadar yapsaydınız…” demek çok da bir şey ifade etmeyebilir. Çünkü vatandaşların deprem hafızaları çok da taze değilken öncelikli olarak ihtiyaç duymadıkları kentsel dönüşüme bugün ihtiyaç duydukları açık bir gerçek, ki iktidar da bu gerçeğin farkında olduğu için böyle bir yol izliyor. Ayrıca böyle bir söylem, sürekli olarak iktidara cevap yetiştirilen edilgen bir pozisyona sürüklenmek demek… Bunun yerine, daha bütüncül bir yaklaşım ortaya koymak, yani gerçek derdin İstanbul’un depreme hazırlıklı hale getirilmesi değil, rantın paylaşılması olduğunu anlatmak yerinde olabilir. Bu hikayenin daha önce kentsel dönüşüm alanı ilan edilen yerlerin aslında deprem bölgesi olmamasından, rezerv alanla ilgili düzenlemeye ve Kanal İstanbul’la İstanbul’un Türklerin yaşayabildiği bir kent olmaktan çıkarılacağına kadar geniş, bütüncül ve fakat anlaşılabilir bir nitelik taşıması gerekir.
Yine bununla beraber, ranttan azade, hakça bir kentsel dönüşümün nasıl olacağına dair alternatif bir proje ortaya koymak da iktidarın ekonomi politiğine çomak sokmak ve asıl amacı teşhir etmek anlamına gelebilir.
Elbette bu sorunun bu kadar basit bir cevabı yok. Ancak, yapılabilecek en büyük hata da Erdoğan’ın hatalı bir aday seçtiğini düşünmektir. Yukarıda anlattığım gibi Erdoğan, her zamanki ciddiyetiyle güncel taleplere uygun bir seçim yaptı. Bu seçimi hafife almak değil, ciddiye almak ve toplumsal taleplere daha yerinde cevaplar üretmekte fayda var.