Onur Alp Yılmaz
Aşırı Sağ Geçtiğimiz Hafta mı Yükseldi?
Türkiye’de yıllardır “merkez sağ”da ivedilikle doldurulması gereken boşluk olduğuna dair bir tartışmanın varlığı bir gerçeğin gözden kaçırılmasına neden oluyor: Merkez sağın çöküşünün yalnızca Türkiye’ye ait olmayan küresel bir trend olduğu gerçeği…
Şüphesiz Türkiye’de bu beyhude çabanın önemli bir nedeni Erdoğan karşıtlığı. Başka bir ifadeyle Ak Parti’nin iktidara geldiği 2002 Seçimleriyle merkez sağ partilerin baraj altı kalmasının kesişmesiyle neden sonuç ilişkisinin birbirine girmesi. Ancak genel kanının aksine Ak Parti’nin iktidara gelmesi de iktidarını uzun yıllardır koruması da “beceriksizlikten” çöken merkez sağın çökmesi nedeniyle değil, merkez sağın küresel krizi sonucunda gerçekleşmiştir.
Thomas Biebricher, yakın dönemde yazmış olduğu Orta/Sağ başlıklı kitabında tam da bu küresel krizi anlatmaktadır. Buna göre, Avrupa’da 25 Hristiyan-demokrat partinin çoğu artık küçük partiler havuzundadır. Öyle ki bu partilerden 10’u katıldıkları son seçimlerde %5’i geçememişlerdir. Dahası bu partilerden erimeyenler de fiilen aşırı sağın içine dahil olmuşlardır.
Peki bu noktaya nasıl gelindi? Birbirinin uzantısı olan birkaç gelişmeyle…
Neoliberalizm sosyal refah devletini tarumar etti. Bunun sonucunda orta sınıf eridi. Bu erimeyi de Piketty’nin henüz dilimize kazandırılmamış olan A Brief History of Equality başlıklı eserinde bulabiliriz. Piketty’e göre bu erime öyle bir boyuta ulaşmıştır ki insanların aşırılıklara yönelmeyeceği adil bir sistem için artık yalnızca adil bir gelir dağılımı yetmez, ayrıca miras ve mülk de yeniden dağıtılmalıdır. İşte bu altüst oluş içinde birçok ülkede bu neoliberal politikaları uygulamaya koyan merkez sağ partiler bindikleri dalı kesmişlerdir.
Yine Soğuk Savaş’ın bitimiyle beraber ortak düşmanını, yani komünizmi de kaybeden liberal-muhafazakâr merkez sağ, 1990’ların meşhur tartışmalarında da görüldüğü gibi “mutlak zaferini” ilan edip adeta muzaffer bir kumandan edasıyla yeni bir düşmana ihtiyaç olmadığını düşünürken, kendisinin yerini alan radikal popülist (ya da aşırı) sağ ise yeni düşmanlar üretmekte son derece maharetli davrandı: “Egemenlik haklarını ihlal eden, kendi para birimlerini kullanmayı bile engelleyen” AB veya Brüksel karşıtlığı.
Tabii son olarak göç ve göçmen karşıtlığı… Çoğu zaman güvenlik, ekonomik yük ve kültürel uyumsuzluk gibi argümanlarla desteklenen bu söylem, radikal partilerin daha uzun vadeli siyasal gündemlerini meşrulaştırmak için kullandıkları bir araçtır. Yaşanan gelir eşitsizliklerinin, ekonomik darboğazın, vergi adaletsizliğinin ve sosyal sorunların nedenleri çoğu zaman merkezi hükümetler olsa da, bir günah keçisi bulmak ve göçmenleri yapısal sorunlardan sorumlu tutmak hem topluma basit/karmaşık olmayan bir açıklama sağlarken hem de “mekanın sahibi” olmanın narsistik ruhunu okşuyor… Yani “yoksullaşsan da mekanın sahibi sensin” ya da daha vulgar bir tabirle mülksüzleşen topluma “Semt bizim, ev kira” demiş oluyor…
Dolayısıyla bu küresel trende yerel çabalarla meydan okumak çok da mümkün değil. Bu küresel trendin, tıpkı Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi yine küresel bir karşılığı olmalı. Nasıl Soğuk Savaş döneminde komünizmin aşırılığına karşı mutedilliği temsil eden merkez siyaset sosyal refah devletinde uzlaşıp halka “Zincirlerinden başka kaybedecek” bir şeyler verdiyse, mevcut tabloda da küresel bir uzlaşma ortaya koyabilmeli.
Başka bir ifadeyle tüm dünyada demokrasiyi dert edinenler bir seçim yapacaklar. Ya mevcut neoliberal ekonomik ve politik düzeni değiştirmeye niyet edecekler ya da demokrasinin yıkımını izleyecekler.
Unutmamak gerekir ki merkez sağ ya da daha genel anlamıyla merkez siyaset bir ideolojiden ziyade bir konum belirtir. Aşırı sağın “makul” ekonomi politikasıyla “merkez” olma iddiasındaki siyasi partilerin ekonomi politikaları birbirinden çok da ayrışmıyorsa arada çok büyük bir konum farkı olduğundan bahsetmek güçtür. Demokrasiyi ayakta tutacak şey, bu farkı ortaya koymaktır. Aksi halde ne Türkiye’de ne de dünyada doldurulmayı bekleyen mevcut bir boşluk yoktur. Yani merkez sağ ve merkez siyaset ya yeniden kendisini inşa edip farklılaştıracak ya da aşırılıkları beslemeye devam edecektir.