Onur Alp Yılmaz
Bilmekten Korkmayanlardan Korkan Devlet
TBMM’de devam eden bütçe görüşmeleri esnasında Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in yaptığı ibretlik bir açıklama aslında bu cinnet ortamı içinde dahi hafızasını taze tutmaya çabalayan herkes için çok tanıdık, bu haseple de kaygı vericiydi. Cemaat ve tarikatlarla yapılan protokolleri anlattığı esnada DEM Grubundan gelen tepkilere hiddetlenen Bakan Tekin, arada hiçbir korelasyon olmamasına rağmen çiğ bir hamasi milliyetçilikle şöyle buyurdu:
"Sizin tarikat cemaat dediğiniz, bizim STK dediğimiz yapılarla toplasanız 10 tane protokolümüz vardır. Onlarla da protokol yapmaya devam edeceğiz. Çünkü onlar çocukların dağa çıkmasını engelliyor. Siz bunun için rahatsızsınız. "
Hatırlanacağı üzere Fethullahçıların argümanı da aynıydı. İktidar açısından o günün muteber “cemaati”, bugünün FETÖ’sü olan bu yapının bölgedeki faaliyetlerinden rahatsızlık duyan bugünkü DEM’in öncülü DTP bu duruma tepki göstermişti. Bunun üzerine o günün baş Fethullahçısı, bugünün muteberi Hüseyin Gülerce, “Cemaatin bölgedeki gönüllü eğitim faaliyetleriyle gençlerin dağa çıkmasını engellediği için PKK tarafından hedef gösteriliyor! DTP taban kaybettiği ve yerel seçimlerde yenilgiden korktuğu için Gülen’i eleştiriyor ama böyle giderse ellerindeki belediyelerin yüzde 80’ini kaybedecekler!” demişti.
Elbette köprünün altından çok sular aktı. Ancak değişmeyen bir şey var ki o da iktidarın toplumu kuru bir kaderciliğe sürükleyerek rasyonaliteyle bağını koparma çabası… Aslında bu çaba, 1960’larda Aydınlar Ocağı’nın kurulmasından beri varolan, “komünist tehdit” devlet tarafından algılandığı ölçüde de devlet tarafından pışpışlanıp pohpohlanan bir tarihsel çizginin ürünü. Bu açıdan dünün Fethullahçılarıyla bugün bu ifadelerin sahiplerinin paylaştığı bilinçaltı da, fikirlerinin babaları da, iktidarlarını korumak için tasarladıkları toplum da aynı.
Bu bilinçaltı ve tasavvur, modernitenin kurucu metni sayılan Kant’ın “Aydınlanma nedir?” makalesinin başında yazdığı “Bilmekten korkmayınız” ifadelerini karşısına alır ve ondan korkar. Zira modernite dediğimiz şey, dünyayı dünyanın bilgisiyle açıklamayı amaçlayan bir anlayıştır. Ancak elbette kişinin kendisinin ve potansiyelinin bu ölçüde idrakine varması, onu bir nesne gibi yönetmeyi zorlaştırır, özneleştirir. Dolayısıyla gerçeklik-ötesine yaslanan mevcut iktidarın iktidarda kalma bekasını tehdit eder… Öyle ki Necip Fazıl’ın fikir babası olduğu Aydınlar Ocağı’ndan beri, modern olanın evrenselliğini kabul etmek yerine, bunu medeniyetler üzerinden okuyarak Türklük ve İslam arasında kaçınılmaz bir simbiyoz ve Batı’yla da kaçınılmaz bir çatışma gören Ocaklı seçkinler için evrensellik iddiası, haçlı çıkarlarına hizmet etmek olarak yorumlanmıştır. Elbette medeniyetlerin çatışmadığı, medeniyetin ortaklaştığı ve insanların özbilincine vardığı bir düzen, İslamcı siyasetin iktidar şansını da ortadan kaldıracaktır. Onların ihtiyacı olan, sürekli olarak “ötekiyle” çatışma içinde olunduğunu vaaz eden ve “dindar ve kindar nesiller” yetiştiren cemaat ve tarikat tipi yapılarda yeni nesillerin endoktrine edilmesidir.
Gelelim dağa çıkma meselesine… Bırakınız milliyetçilik zırhının arkasına saklanmayı Bakan Bey… Görevinizi yerine getiriniz… Güçlü devlet, çok bağıran devlet değildir. Çocukları dağ ve tarikat arasına sıkıştırmayan devlettir. Çocukların kendilerini özgürce geliştirip birey olabilmelerine imkan sağlayan, fırsat eşitliği de değil, fırsat adaleti sağlayan devlettir. Bilmekten korkmayanlardan korkmayan devlettir…