Akşener'den Erdoğan'a: O çayı biraz da senin kodomanların içse olmaz mı?
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, grup toplantısındaki konuşmasına 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nı kutlayarak başladı.
Akşener şöyle konuştu:
"Yarın, Cumhuriyetimizin 97’inci yıl dönümünü kutlayacağız. Yani, Türk milletinin şeref gününü kutlayacağız! Bu şerefi pek de benimsememiş gözüken iktidar, bu kutlu günü, gönlümüzce kutlamayı yasaklasa da; Bizler bu şerefi, evlerimizde, ailelerimizle, sevdiklerimizle kutlayacağız.
Bizler bu şerefi, işyerlerimizde çalışma arkadaşlarımızla kutlayacağız. Bizler bu şerefi, sosyal medyada dostlarımızla kutlayacağız. Bizler bu şerefi, fırsat bulduğumuz her yerde, milletçe tek yürek olarak kutlayacağız. Onlar varsın, yandaş medyalarında, sosyal medya videolarında, mitinglerinde, kongrelerinde, Atatürksüz, Cumhuriyetsiz bir Türkiye yalanını yaşamaya devam etsinler; Bizler, Atatürk gerçeğini, Cumhuriyet gerçeğini, tam bağımsız Türkiye gerçeğini, şerefle yaşamaya devam edeceğiz. Çünkü, Cumhuriyet şereftir. Çünkü bu şeref, bize şanlı tarihimizin bir armağanıdır. Çünkü bu şeref bizimdir, Çünkü bu şeref, memleketin tüm evlatlarınındır. “Selam şanlı mazimize! Selam yarına! Selam zafer ordusunun silahlarına! Ey geçmişin yiğitleri! Selam sizlere! Ey yarının şehitleri! Selam sizlere! ”Bize bu güzel günü, insanca ve özgür yaşama onurunu hediye eden, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, tüm istiklal kahramanlarımıza, bir kez daha minnet ve şükranlarımı sunuyorum. Yaşasın Cumhuriyet, Yaşasın Türk Milleti."
Akşener'in satırbaşları ise şöyle:
"Macron’u, ve onun temsil ettiği bu barbar zihniyeti kınıyorum"
"İnançlar kadar, inanç hürriyeti kadar, inançlara saygı da kıymetlidir. Çünkü dünya saygıyla güzelleşir. Hele o saygının muhatabı, Rabbimizin elçileriyse, bu çok daha kıymetlidir. Maalesef bugün, bütün dünyada, gerçek gündem ile muktedirlerin gerçeklikleri arasında, büyük bir makas var. Hangi ülkede işler kötüye gitse, hemen bir günah keçisi bulunup, her şey ona yükleniyor. İslam düşmanlığı da, yabancı düşmanlığı da, bunun en yaygın örneklerinden. Saygısız ve düşmanca bir dil ile söylenen yalanlar, vatandaşları oyalamanın en popüler yolu. Biz bunu, ülkemizden de iyi biliyoruz, Batı’dan da iyi biliyoruz. Milli çıkarlardan önce, kendi şahsi çıkarları üzerinden siyaset yapanları, ülkemizde de görüyoruz, Batı’da da görüyoruz. Nefretten beslenen siyasetçilerin, Dünya’ya verdikleri zararı, Tüm Dünya milletleriyle beraber, biz de yaşıyoruz. Bunun son örneği Fransa…Kendi iktidarını kurtarmak için, Peygamberimize hakaret etmeyi, Müslümanlara hakaret etmeyi mübah gören, Emmanuel Macron’u, ve onun temsil ettiği bu barbar zihniyeti kınıyorum. Ne var ki, bizim kınamak ve kınanmaktan öte dertlerimiz var. Dünya da yansa, vatandaşımızın derdini öncelemek zorundayız. Kınamakla kalmayıp, ülkemizi güçlü, vatandaşımızı müreffeh kılmalıyız ki; Macron gibiler böyle densizlikleri yapmadan önce 40 kere düşünsünler! Türkiye’nin karakteri, bize saygısızlık yapana hakaret etmek değil, bize saygısızlık yapanı pişman etmektir. Ama bu, lafla olmaz. Ağız dalaşına girmek, güçsüzlerin, acizlerin başvurduğu bir yoldur. Güçlü olan, ağız dalaşına girmez. Güçlü olan, “Ey Fransa, Ey Amerika, Ey İsrail” deyip, perde arkasında al gülüm, ver gülüm yapmaz. Güçlü olan, vatandaşını boykota çağırıp, kendi işini milletine yıkmaz. Güçlü olan, gerekeni yapar. Ama güçlü olmak için, akıllı bir dış politika yürütmek gerekir. Güçlü olmak için, üreten, sağlam bir ekonomiye sahip olmak gerekir. Güçlü olmak için, memlekette demokrasiyi, hukuku ve adaleti hakim kılmak gerekir. Hakarete karşı, daha büyük bir hakaretle cevap verirseniz, Macron’un Fransız kamuoyundaki gücünü artırırsınız. O nedenle Sayın Erdoğan’a sesleniyorum; Takındığın bu tavırla, Macron’u pişman etmedin, bilakis Macron’a destek çıktın. Türk dış politikasını, egona meze yapmaktan artık vazgeç. Yabancı ülkelerin ergen tavırlı liderlerine, hak ettikleri cevabı, aynı ergen tavırla değil, devlet adamlığıyla ver. Bulunduğun makama yakışan da, ülkenin menfaatine olan da budur."
"Sayın Erdoğan o çayı biraz da senin şu kodomanların içse olmaz mı?"
"Onlar, duymazdan gelseler de, görmezden gelseler de, biz her zaman milletimizin yanındayız. Milletimizin derdini dinliyoruz, çaresizliğini görüyoruz ve bu kürsü de dahil olmak üzere, her fırsatta, ülkeyi yönetenleri uyarıyoruz. Daha geçen hafta, bu kürsüden Sayın Erdoğan’a; Eşe, dosta, yandaşa milyonları dağıtıp, geçinemeyen vatandaşa gelince, “Sabır.” öğütlemenin vicdansızlık olduğunu söylemiştim. Nitekim Sayın Erdoğan, geçtiğimiz hafta sonu Malatya’ya gitti, ve ülkemizin gerçeğiyle yüz yüze geldi. Bir vatandaşımız “Eve ekmek götüremiyoruz.” deyince, durumu “abartılı bulup”, dertli vatandaşa “Al sen keyif çayı iç” dedi. İşte size vatandaşına yabancılaşmış bir iktidarın, ve onun başındaki insanın geldiği son durum. Gerçekten ibretlik. Yazıklar olsun! Dolar 8 lirayı geçmiş, Euro 10 liraya yürüyor. Bu tabloya bakınca, senin keyif çayı içesin geliyor mu Sayın Erdoğan? Gençlerin yaklaşık üçte biri işsiz, üçte ikisi memleketten umudu kesmiş. Onların yüzüne bakınca, senin keyif çayı içesin geliyor mu Sayın Erdoğan? Açlık sınırı asgari ücreti geçmiş. Yoklukla boğuşan vatandaşına bakınca, senin keyif çayı içesin geliyor mu Sayın Erdoğan? Benim gelmiyor. Bu cefakar milletin de gelmiyor Sayın Erdoğan.
Dava arkadaşlarım; Bizim kitabımızda, bir babanın “Eve ekmek götüremiyoruz.” demesi, iktidar için mahcubiyet sebebidir. Bizim kitabımızda, bir babanın bu çaresizliği, “Al sen keyif çayı iç.” diyerek geçiştirilecek bir durum değildir. Bizim kitabımızda, bir vatandaşımız evine ekmek götüremiyorsa, yanına gidilir, derdine derman olunur. Bizim siyaset anlayışımız budur. İYİ Parti’nin hizmet anlayışı budur. Ama onlar bunu anlayamaz. Çünkü AK Parti’nin siyaset anlayışı, zenginliği paylaşma değil, fakirliği yönetme anlayışıdır. Çünkü AK Parti’nin siyaset anlayışı, milletin çaresizliğini siyasi kazanım olarak görme anlayışıdır. Evine ekmek götüremeyen kardeşime, “Keyif çayı içmeyi” tavsiye eden gerçeklik çarpılması da, işte bu anlayışın tezahürüdür. Çaresiz vatandaşa keyif çayı veren utanmazlık; o beş müteahhitten biri, biraz ağlayınca ne yaptı, hatırlıyor musunuz?500 milyon liralık vergi borcunu, tek kalemde sıfırladı. Yandaş müteahhitini, milletinden daha çok düşünen bir anlayış, bizi elbette anlayamaz.
Türkiye’nin zenginliğinden biraz da, alın teriyle, namusuyla çalışan, işçi kardeşim, emekli kardeşim, memurlarımız, işsiz gençlerimiz faydalansa olmaz mı? Elbette olur. Çok da güzel olur ama bunlar Sayın Erdoğan’ın siyaset anlayışıyla olmaz. "
"TRT milletin sesi olmalıdır"
"İYİ Parti Lideri Akşener, kürsüsünü çiftçilikle uğraşan Emre Ersoy'a devrederken, "Devletin televizyonu takiptedir. Birazdan yayını keserler ama bir kez daha hatırlatmak istiyorum ki; milletin vergileriyle yayın yapan TRT, önce milletin sesi olmalıdır."
"Çocuklar evde taş mı yesin sayın Erdoğan?"
"Kulaklarını tıkasalar da, gerçeklerden kaçmaya çalışsalar da, milletin sesini o sağır kulaklara, er ya da geç duyuracağız. Hiçbir siyasi unvanı olmayan üreticilerimizin, durumunu ve taleplerini dinledik.
Şimdi iktidara soruyorum; Bu şartlarda et ve süt üreticileri ne yapsın?“Ben dolara bakmıyorum, dolardan bana ne!” diyen Damat Bakan’ın ekonomi politikasıyla, yem fiyatları son bir yılda, yüzde 50 arttı. “Yerli ve milli ekonomi” dedikleri yol haritasıyla, tarım ve hayvancılığımız, ithalata bağımlı hale geldi. Türkiye son 10 yılda, canlı hayvan ve kırmızı et ithalatına, 10 milyar dolar ödedi. Geçen yıl, 7 Kasım 2019’da, Sayın Erdoğan, zorunlu olmadıkça, et ithalatı yapılmayacağını söylese de, o zamandan bu zamana, et ithalatına, 1 milyar dolar ödedik. Döviz arttıkça maliyet artıyor. Maliyet arttıkça, süt üreticileri pes edip, hayvanlarını kesiyor.Ve bu döngü, Türkiye’yi daha fazla ithalata bağımlı hale getiriyor.Bu sistemin başında ise ekonomi gurusu Damat Bakan’la, parlak zekasıyla göz dolduran Tarım Bakanı olunca, işler iyice içinden çıkılmaz hale geliyor. İşin daha da kötüsü, yem ithalatına ödediğimiz para, hayvan ithalatına ödediğimiz paradan çok daha fazla.2019 yılında yem ithalatına 5 milyar dolara yakın para ödedik. Yani Türkiye’nin toplam tarım ürünleri ithalatının üçte birini, yem ithalatına ödedik. Sırf GDO’lu soya ithalatına ödediğimiz para 1 milyar dolar. Peki sizce Ak Parti’nin bir yem politikası var mı? Elbette yok. Oysa ithalata ödenen bu para, daha en başından, yerli besiciye, üreticiye, verimliliğini arttırmak için verilseydi; Türkiye, hem kendi kendine yeten bir ülke olmaya devam ederdi, hem de yakın bölgenin kırmızı et ve canlı hayvan tedarikçisi olurdu. Peki başka ne yapıldı? Et ve Süt Kurumu’na, kırmızı et fiyatını düşürmek için milyarlarca lira harcatıldı.100’den fazla mağaza açıldı. Et fiyatları ucuzladı mı? Hayır. Yerli üreticimiz sektörden çekilmek zorunda kaldı mı? Evet. Sonuç ne oldu? Üretimi değil ithalatı destekleyen bu rant politikasıyla, hayvancılık çöktü, para yandaşlara gitti. Kayseri’den Urfa’ya, Trakya’dan Karadeniz’e, bütün bölgelerimizde, kırmızı et üreticileri, iflasın eşiğine geldi. Süt üreticilerinin durumu daha da içler acısı. Bugün üretici olarak, 1 kilo sütle, 1.3 kilo yem alamazsanız ayakta kalamazsınız. Biz iktidarda olsaydık, ilk iş, çiğ süt fiyatına desteği, en az 50 kuruş artırırdık. Ama maalesef sütün fiyatı için üreticinin fikri alınmıyor. Ulusal Süt Konseyi var. Öyle bir Süt Konseyi ki, 12 üyenin 9’unun ineği yok. Sorsan ineği tarif edemez, ama bu arkadaşlar sütün fiyatını belirliyor. İşte size iktidarın çiftçimizi, besicimizi, süt üreticimizin düşürdüğü durum. Tarlalar sahipsiz, hayvanlar azalıyor, yem ateş pahası. Çocuklar evde taş mı yesin Sayın Erdoğan?"
"Saraydakiler sefa sürerken olan milletimize oluyor"
"Damat Bakan’ın, aklı olanı güldüren pembe tablolarıyla memleket düze çıkmaz. Sayın Erdoğan’ın keyfi yerinde olabilir. Etrafını sarmış danışmanların yalanlarıyla, kendini oyalıyor olabilir. Ama saraydakiler sefa sürerken, olan milletimize oluyor. Sayın Erdoğan yazlık saray peşindeyken, olan, esnafımıza, emeklimize, çiftçimize, işsiz gençlerimize oluyor. Milletimiz için de, ülkemiz için de çıkış yolu bellidir, O da “İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemdir. ”Çünkü; İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’de, Saray bürokrasisi ortadan kalkar. Gerçeğin önündeki sis perdesi kalkar. Gerçeği görmek, teşhisin; teşhis de tedavinin ilk adımıdır. Hukuk gerçeğini görürsünüz. Adalet gerçeğini görürsünüz. Yetki de, sorumluluk da paylaşılır; ülke, ortak akılla ve liyakatli kadrolarla yönetilir. Adaletin, hukukun, liyakatin olduğu yerin, yıldızı yükselir. Yıldızı yükselen yere sermaye gelir, yatırım gelir. Yatırımın geldiği yerde, zenginlik olur, refah olur. Vatandaşım, “Ben akşam ne yiyeceğim?” demez, “Akşam acaba ne yesem?” der. "