Akşener'den Erdoğan'a 'manşet' göndermesi: Damadının kardeşi, elinin altındaki gazeteler üzerinden kuyunu mu kazıyor bilemem

Akşener'den Erdoğan'a 'manşet' göndermesi: Damadının kardeşi, elinin altındaki gazeteler üzerinden kuyunu mu kazıyor bilemem
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener grup toplantısında konuştu.

İYİ Parti lideri Meral Akşener partisinin grup toplantısında konuştu. Geçtiğimiz günlerde Takvim gazetesinin manşetine taşıdığı "Bu haberi okumadan markete girmeyin" başlıklı haberi de gündemine taşıyan Akşener, Erdoğan'a seslenerek, "Bu rezalet, önce seni vurur Sayın Erdoğan! Türkiye’yi yönetenlerin görevi, her şeyden önce vatandaşına, markete girdiğinde tüm ihtiyaçlarını alabileceği imkanları sağlamaktır. Damadının kardeşi, elinin altındaki gazeteler üzerinden kuyunu mu kazıyor bilemem ama milletimize yapılan bu hakaretin hesabını sormak, önce sana düşer. Manşetlerle savaştık diyordun. Al sana savaşılacak manşet." diye konuştu. 

Satırbaşları şöyle: 

Sözlerime Yunanistan Başbakanı Miçotakis’in Güney Kıbrıs ziyaretinden başlamak istiyorum. Kendisi dedi ki hedefimiz adadaki Türk işgaline son vermek. Beyefendinin Yunanlı popülist politikalarına yönelik bu çıkışı esasında çok da şaşırtıcı değil. Asıl önemli olan bizim muhteremlerin ne diyeceği. Ben yine de gerekeni söylemek istiyorum. Sayın Başbakan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti müstakil bir devlettir haddinizi bilin. Sizin o stratejik iddialarını daha önce çok gördük. Bunlardan sonuncusuna ne olduğunu size hatırlatmak istiyorum.

O stratejik hedefler doğrultusunda, Kıbrıslı kardeşlerimize yapılan mezalim üzerine, 1974'te "Ayşe tatile" çıkmış ve adada bayrak göndere çekilmişti. 15 Kasım 1983 günü de, rahmetli Cumhurbaşkanımız Rauf Denktaş, yeni bir Türk devletinin kuruluşunu dünyaya ilan etmişti. E doğal olarak, olan da, sizin stratejik hedeflerinize, ve onun bayraktarlığını yapan dönemin cuntacıları ile siyasetçilerine olmuştu.

Unutmayın ki, bu tip stratejik hedefler Yunanlı siyasetçilerin kariyerlerine genellikle pek iyi gelmiyor. Benim size tavsiyem, ülkenizin sorunlarına odaklanın, boyunuzdan büyük konulara çok fazla bulaşmayın. Kıbrıs'taki, Türk işgali değil, Türk varlığıdır. Bunu da aklınıza kazıyın ama illaki aksini yapmakta ısrar ederseniz, biz yine buradayız. Her zaman bekleriz.

"Seni o makamlara getiren milletimizin sesini duyacaksın"

Saray duvarlarından milletin gerçeğini görmeyenler, yan gelip yatsa da, biz sokaktayız, vatandaşımızla beraberiz. Milletimizi dinliyor, dertleri duyuyor, çareler öneriyor, milletimiz için neler yapabiliriz, ona çalışıyoruz. Sadece “Milletimiz darda” demekle yaranın kapanmadığını biliyoruz. O nedenle, yarayı sarmanın reçetesini de sunuyoruz ama nafile. Milletinden kopmuş, milletin derdini bırakıp, eşin dostun yandaşın derdine düşmüş Sayın Erdoğan, ne milletimize ne de bize kulak asmamakta ısrar ediyor. Bu iş böyle gitmez, Sayın Erdoğan. Seni o makamlara getiren milletimizin sesini duyacaksın. Pazarda, markette, hesabın içinden çıkamayan analarımızı göreceksin. İşsizliğin pençesinde, günü kurtarmanın telaşındaki çaresizlerimizi dinleyeceksin.

Çok zor değil; yönettiğin Türkiye’nin acı gerçeğini, artık anlayacaksın. Yani aslında işini yapacaksın. Ya işini yapacaksın, ya da ilk sandıkta çekip gideceksin. Türkiye çaresiz değil, milletimiz çözümsüz değil. Biz varız. Sen anlamasan da; ben, adliyede yolumu kesip, “Akşam ne yemek yapacağımı bilmiyorum.” diyen annenin ıstırabını anlıyorum. Sen dinlemesen de; ben, Sakarya’da yanıma koşan, işletmeci kardeşimin feryadını duyuyorum. Sen umursamasan da; Ben, Hendek’te, üç çocuğu da işsiz olan emekli babanın, yüreğindeki sızıyı dindirmek için çalışıyorum.

"Sayın Erdoğan, sen farkında olmasan da, milletimizin sana ayırdığı sürenin artık sonuna geliyoruz"

Gerçekler ayyuka çıktı. Mızrak artık çuvala sığmıyor. Sayın Erdoğan, sen farkında olmasan da, milletimizin sana ayırdığı sürenin artık sonuna geliyoruz. Son bir yılda, yüzlerce esnaf ziyareti yaptım. Borcu olmayan tek bir esnafa rastlamadım. İşçi çıkarmamış tek bir esnafa rastlamadım. Esnaf kirasını ödeyecek, Elektriğini, doğalgazını ödeyecek, vergisini ödeyecek, Çalışanının parasını ödeyecek, kredisinin taksitini ödeyecek. Bütün bunları ödeyecek, bir de kendi cebine para kalacak, Onunla da ailesine bakacak… Senin ısrarla görmek istemediğin, milletimizin yaşadığı gerçek işte bu. Kendini milletin efendisi zanneden Saray danışmanların, işi gücü bırakıp, her gün yeni bir yapay gündem üretmekle uğraşsalar da, milletin gerçek gündemi işte bu. Ayakkabı satanın işi, onda bire düşmüş. Paket servis yapabilen restoranların bile, iş hacmi üçte bire düşmüş. Bu memlekette eczanelerde bile veresiye var artık Sayın Erdoğan. Gölbaşında eczacı bir kardeşim, gece nöbette yaşadığı bir durumu anlattı. Diyor ki; “Bir vatandaş bebeğine mama almak için geliyor.

Birinci kart çekmiyor, ikinci kart çekmiyor, nakit para zaten yok. Geçerken bırakırsınız diyoruz ama onun dönmeyeceğini biliyoruz artık.” Yetmiyormuş gibi, muayene ücretlerini de eczanelerin sırtına yüklemişsin, hem ezcacı, hem vatandaş kan ağlıyor. Nasıl olacak böyle Sayın Erdoğan? Bir ay geçti, iki ay geçti, üç ay geçti. Esnafımız haklı olarak bu ülkeyi yönetenlere soruyor, “Batmadan nasıl yaşayacağız?” diyor. Cevap versene, nasıl yaşayacaklar Sayın Erdoğan? Ben, senin o her fırsatta yardımına koştuğun, derdini dert edinip, ödemesini asla eksik etmediğin, meşhur müteahhitlerinden bahsetmiyorum. Ben, bu memleketin bel kemiği, tam 2 milyon esnaftan bahsediyorum. Batmak üzere olan, 2 milyon işyerinden bahsediyorum. Seçim zamanı oy istediğin, ama zor zamanlarında, utanmadan görmezden geldiğin ailelerden bahsediyorum. Hani kürsüden atıp tutarken, senin için her şeyin üzerinde olduğunu söylediğin o aileler var ya, işte onlardan bahsediyorum.

"Bu basit matematiği bile yapamıyorsanız, bu işi bırakın gidin artık"

Sayın Erdoğan, Kasım ayından bu yana sokağa çıkma yasağı uygulanıyor. Esnaf kardeşlerim aylardır dükkanları kapalı halde bekliyor. Kimi evini, kimi arabasını satıp dayanıyor. Kimi de borç üstüne borç alıp ayakta kalmaya çalışıyor. Çıkıp, "Salgını yönetmek için herkes evinde oturacak" diyorsun. Esnaftan bu fedakarlığı istiyorsun. Karşılığında sen pandemiyi bitirmek için ne yapıyorsun? Mesela aşı stokladın mı? Hayır. 2 milyon esnafa sizi şu tarihe kadar aşılayacağım dedin mi? Hayır. Sağlık sistemi işlesin diye birinci sırada sağlık çalışanlarını aşılıyoruz, çok doğru. Okullar açılsın diye öğretmenlerimizi aşıyoruz, ne kadar güzel. İş yerleri açılsın diye esnafı neden aşılamıyoruz? Cevap yok. 2 milyon esnafın aşı maliyeti 100 milyon dolar ama, 2 milyon esnafı kapatmanın maliyeti, milyarlarca dolar. Bu basit matematiği bile yapamıyorsanız, bu işi bırakın gidin artık.

Birçok aşının 3’üncü faz sonuçları açıklandı. Sonuçlar, aşıların, enfeksiyona karşı yüzde 100 olmasa da, yoğun bakım veya ölüme sebep olan vakalara karşı, yüzde 100’e yakın koruma sağladığını gösteriyor. Senin görevin ise o aşıları bulup getirmek, ve bir an önce getirmekti ama sen bunu bile beceremedin. Minik ortağın Cinping Perinçek’e uydun, Uygur Türklerine yapılan zulmü görmezden geldin. Çin’e bu kadar yaranmaya çalıştın, ama daha yeterli sayıda Çin aşısı bile getiremedin. Biontech aşısını, Türk bilim insanları buldu. Türkiye’ye öncelik tanımak için ellerinden geleni yaptılar. Onu da getiremedin. Dostum, dostum diyerek gezdiğin Putin’den Rus aşısı da alamadın.

Başarıya bakar mısınız? Yunanistan kadar bile aşı satın alamayan bir iktidar. İsrail’in aşıladığı kadar vatandaşını bile aşılayamayan bir yönetim anlayışı… Yazıklar olsun. Hani dünya lideriydin, ne oldu Sayın Erdoğan? Lafa gelince, fırtınalar estirip, icraata gelince, ıslık çalıyorsun. Hariçten gazel okumaya gelince, en mahir sensin, milletin derdine gelince, araziye uyum sağlıyorsun. Senin için liderlik bu mudur Sayın Erdoğan? Geciktiğin her ay, ülkemiz milyarlarca dolar zarara giriyor.

"Sen, oturduğun o koltukta ne işe yarıyorsun Sayın Erdoğan?"

2 ay sonra turizm sezonu açılacak, turizm çalışanları aşı olamazsa, bu sezonu da kaybedeceğiz. Sense hala, abuk sabuk gündemler peşindesin. Türkiye’nin, 165 bin doktoru, 200 bin hemşiresi var. 30 bine yakın eczanesi var. Bu ülkenin, günde iki milyon insanı aşılayacak kapasitesi var. Yetişkin nüfusumuzu, bir ay içinde aşılayacak kabiliyetimiz var. Hadi daha neyi bekliyorsun? Sen, oturduğun o koltukta ne işe yarıyorsun Sayın Erdoğan?

"Boğaziçi’ne kafasına göre atadığı rektör üzerinden, ortalığı karıştırmakla meşgul"

Sayın Erdoğan ve arkadaşlarının bu sıralar, milletimizin sağlığına, esnafımızın durumuna ayıracak vakitleri maalesef yok. Çünkü aşıdan ve esnaftan çok daha önemli gündemleri var. Biliyorsunuz kendileri bu günlerde, Boğaziçi’ne, kafasına göre atadığı rektör üzerinden, ortalığı karıştırmakla meşgul. Bu arada atadığı rektör de pek bir iddialı gerçekten… Diyor ki, “Ben Boğaziçi’ni dünyada ilk 100 üniversite içine sokacağım.” Sayın Erdoğan’a sorarsanız, bu arkadaş gerçek bir liyakat abidesi. Çünkü kendisi, daha önce iki üniversitede daha rektörlük yapmış. Peki onları, bırakın dünyada, Türkiye’de ilk 100 içine sokabilmiş mi? Hayır. Yani, Sayın Erdoğan, bilmediği her konuda gösterdiği, o müthiş uzmanlıkla diyor ki; “Yıllarca Boğaziçi Üniversitesi’ni, Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden biri yapan kadro, bu işi bilmiyor, kendi üniversitesini, Türkiye’de ilk 100 içine bile sokamamış Melih Bulu, bu işin uzmanı.” Bu akıl dolu değerlendirme tanıdık geliyor mu? Çünkü biz bu filmi daha önce de izlemiştik.

Hatırlarsanız, Damat Bakan’ı atadığında da, kendisinden, bu arkadaşımızın ne kadar büyük bir ekonomist olduğunu dinlemiştik. Hani açıktan ekonomi dersi almıştı ya kendisi… Heyhat huylu huyundan vazgeçmiyor. Instagram fenomeni Damat Bakan gitti, şimdi ise damat aromalı rektör geldi.

Değerli milletvekilleri; Biliyorsunuz Sayın Erdoğan kendisine saygı gösterilmesi konusunda çok hassastır. Kendisi AK Parti genel başkanı olarak löm löm konuşup, Cumhurbaşkanı olarak da saygı görmeyi bekler. Ne var ki; bu saygıyı görebilmek için, önce Cumhurbaşkanı gibi davranıp, Cumhurbaşkanı gibi konuşması gerektiğini bir türlü anlayamadı.

Ayşe Buğra açıklaması

Bakın, hem Boğaziçi Üniversitesi’nin, hem de Türkiye’nin en değerli bilim insanlarından biri olan, Profesör Ayşe Buğra Hoca için ne dedi; “Türkiye’de, Soros’un adeta ofis temsilcisi olan birinin karısı.”

Sayın Erdoğan; Senin bilimle, araştırmayla pek alakan yoktur ama, ben yine de anlatayım. Ayşe Buğra, her şeyden önce, çok kıymetli eserleri, dünyaca bilinen önemli çalışmaları olan, çok değerli bir akademisyenimizdir.

Birçok başka alanın yanı sıra, Türkiye’de iş dünyası ile devlet arasındaki ilişkileri incelediği çalışmalarıyla da, literatüre önemli katkılar yapmış önemli bir bilim insanımızdır ama aynı zamanda Ayşe Buğra, rahmetli Tarık Buğra’nın da kızıdır. O Tarık Buğra ki, senin fesline, burma bıyıklına benzemez. O Tarık Buğra ki, TRT’nin TRT olduğu zamanlarda, bu millete ecdadını hakkıyla anlatan, milli mücadele ruhunu hakkıyla aktaran dizilerin uyarlandığı, muhteşem romanların yazarıdır. Sen artık kabak tadı veren cehaletinle, bunları bilmeyebilirsin.

Ama Sayın Erdoğan; her şeyin ötesinde, bir kadından, bir bilim insanından söz ediyorsun. Terbiyeli olacaksın. Efendi olacaksın. Bu sözler, devletin başına yakışmaz. Cuma namazı çıkışında abuk sabuk konuşup, abdesti gıybetle bozmak, bu ülkenin Cumhurbaşkanı’na yakışmaz. Bu ülkenin Cumhurbaşkanı, Boğaziçi üniversitesinin 36 yıllık şerefli bir hocasını, milletimizi gururlandıracak bilimsel çalışmalar yapmış bir kadını, hedef tahtasına koyamaz. Ayıptır. Günahtır.

"Suçsuz insanları, hedef göstererek siyaset yapmaktan vazgeçin"

Sen eskiden siyasetin raconunu bilirdin. Hapisteki birinin ailesine laf edilmeyeceğini de bilirdin. Saray’a girdiğinden beri ne racon kaldı, ne nezaket kaldı, ne de izan kaldı. Yazıklar olsun.

Bu vesileyle, Sayın Erdoğan’ın iş dünyasıyla kurduğu, bu çarpık ilişkiyi, daha iyi anlamak isteyen gençlerimizi, Ayşe Hoca’nın eserlerini okumaya davet ediyorum. Özellikle, Türkçesi 1995’te yayınlanan, “Devlet ve İş adamları” kitabını şiddetle tavsiye ederim. Sayın Erdoğan’ın o beş müteahhidi neden kolladığını, çevreyi katletmelerine, neden izin verdiğini, vergi cezalarının, nasıl hemen affedildiğini çok daha iyi anlayacaksınız. Çünkü onlar sövecek, bizler okuyacağız. Çünkü onlar bağıracak, bizler anlayacağız. Ve biz asla onlar gibi olmayacağız.

Sayın Erdoğan; Buradan, seni ve ortaklarını bir kez daha uyarıyorum. Ellerinizi kadınlardan ve gençlerimizden çekin! Suçsuz insanları, hedef göstererek siyaset yapmaktan vazgeçin! Biri çıkıp sizin bu hedef gösterdiklerinize bir şey yapsa mutlu mu olacaksınız? Anadolu'nun bir köyünden Türkiye derecesi yaparak üniversiteye girmiş olan bu evlatlarımıza biri "Zaten bunlar terörist" diyerek bir şey yapsa bunun hesabını kim verecek Sayın Erdoğan? Bu tavırla toplumsal barışı riske atıyorsunuz. Bu yol yol değil. 80 öncesinin talebesi olmuş pek çok insan bu çatının altında bu salonu şereflendirmiş durumda. Kendisi 80 öncesi top oynadığı için o dönemleri bilmez. Burada bunları bilen arkadaşlarımız adına uyarıyorum, bu yol yol değil. Kaosu çıkaran, parçası olan yönetemez sayın Erdoğan.

Gençlere, "Başları ezilmeli" diyen küçük ortağını da şiddetle Başbuğ Alparslan Türkeş'i örnek almaya davet ediyorum. Rahmetli Başbuğumuza Deniz Gezmiş'in de aralarında olduğu üç gencin idam oylamasına neden girmediği sorulur. Başbuğ, "Gençlerdi, şans tanımak lazımdı. İleride eylemden vazgeçebilirlerdi." der. İşte size gerçek bir idarecilik dersi. Şeyh Edebali'nin sözleri de benden küçük ortağa nasihat olsun. "Nereden geldiğini unutma ki nereye gideceğini unutmayasın"

"İzin vermeyin"

Boğaziçi Üniversitesi’nin öğrenci ve akademisyen kadrosuyla birlikte verdiği bu mücadele, haklı bir mücadeledir. Ancak, bir konuda özellikle de gençleri uyarmak istiyorum. Bu mücadeleyi üniversiteden çıkarıp, siyasi kutuplaşmanın bir cephesi haline getirmek isteyenlere prim vermeyin.

Barışçıl protestolarla başlayan bu mücadeleyi, gençlerle emniyet güçlerini, karşı karşıya getirecek, bir sokak çatışmasına dönüştürmek isteyenlere izin vermeyin. Hepimiz bir değişim istiyoruz. Hepimiz daha özgür, daha zengin, daha adaletli bir ülkede yaşamak istiyoruz ve mevcut iktidarın, özgürlüğümüzü elimizden almasına karşı çıkıyoruz. Türkiye’nin zenginliğini birkaç yandaşa dağıtıp, bizi fakirliğe sürüklediği için karşı çıkıyoruz. Kendi çocukları lüks içinde yaşarken, YKS sınav ücretlerine yüzde 40 zam yaptıkları için karşı çıkıyoruz. Bu ülkenin yetiştirdiği onca insan kaynağı varken, Damadını bakan yapmasına, sırf parti üyesi diye, başarısız bir adamı rektör atamasına karşı çıkıyoruz. İçinizdeki bu haklı itiraz, öfkeye dönüşüp sokaklara taşmasın. Geçtiğimiz yerel seçimler gösterdi ki; Medyayı da kontrol etseler, yargıyı da kontrol etseler, değişimi kontrol edemiyorlar. Onlar istese de, istemese de; Türkiye değişecek. Türkiye gelişecek. Türkiye güzelleşecek. Türkiye zenginleşecek. Buna engel olmaya güçleri yetmeyecek. Çünkü göklerden gelen bir karar var, ve bu kararı iktidar ve ortaklarına, sandıkta bizzat milletimiz tebliğ edecek. Bundan emin olun.

O gün geldiğinde, kazanan sizin tertemiz niyetleriniz, tertemiz umutlarınız olacak. Bu yüzden, yüzünüzde kaybetmenin öfkesi yerine, kazanacak olmanın tebessümü olsun. Bu yüzden, kalplerinizde kaybetmenin sıkıntısı yerine, kazanacak olmanın umudu olsun. Bu yüzden, hayallerinizde bugünün kaybeden Türkiye’si değil, yarının kazanan Türkiye’si olsun.

"Bizi her şeyin yolunda olduğuna ikna etmeye çalışıyorlar"

İktidar son dönemde yeni bir siyaset geliştirdi. İkna siyaseti. Baktılar memleketin meselelerini çözemiyorlar, milletin derdini gideremiyorlar, onun yerine, bizi her şeyin yolunda olduğuna ikna etmeye çalışıyorlar. Yani mesela, Başın ağrıyor, doktora gidiyorsun. Doktor, ağrının sebebini bulup, ilaç vereceğine, Seni, başının ağrımadığına ikna etmeye uğraşıyor. “Kolum kırık, yardım et.” diyorsun, Doktor kolu alçıya alacağına, “Maşallah aslan gibi kolun var” diye cevap veriyor. Mesela, AK Parti Tanıtım ve Medya Başkanı Mahir Ünal, Kahramanmaraş’taki bir genç çiftçimizi, kendisinin 24 taksitle aldığı bir cep telefonunu, üzerine bir de internet paketi olduğu için, aslında kendisinin çok iyi durumda olduğuna ikna etmiş. Bu başarılı olduğunu düşündüğü ikna faaliyetini de, televizyona çıkıp dalga geçerek anlatıyor. Bunlara göre her şey yolunda. Çektiğimiz dertler aslında bizim hüsnü kuruntumuz. Dükkanın mı battı kardeşim? “Aslında batmadı. İşlerin çok iyi, ama sen göremiyorsun.”  “İş arıyorum ama bulamıyorum.” mu diyorsun? Aslında iş çok da, sen iş beğenmiyorsun. “Market fiyatları el yakıyor.” diye şikayet mi ediyorsun? “Aslında fiyatlar aynı, sen alışveriş yapmayı bilmiyorsun.”

"Damadının kardeşi, elinin altındaki gazeteler üzerinden kuyunu mu kazıyor bilemem"

İktidara göre aslında bu ülkede sorun falan yok. Hepimiz zenginlikten şımardık. İnanmıyorsanız saray medyasını okuyun. Mesela patronu, o doymaz beş müteahhitten biri, yöneticisi de, eski Damat Bakan’ın kardeşi olan medya grubunun bir gazetesinde, geçen gün, birinci sayfada bir kılavuz yayınlandı. Market alışverişi kılavuzu. “Bu haberi okumadan markete girmeyin” diyor. “Bu haberi okumadan girerseniz, çıkarken üzülürsünüz” diyor. Ve derdi bini aşmış vatandaşıma neler öneriyor neler…

“Alışverişe tek başınıza ve tok karnına çıkın, yanınızda çocuklarınız olmasın.” diyor. “Marketteki cazip kokulara aldanmayın.” diyor. “Büyük market arabası kullanmayın, doldurmaya teşvik eder.” diyor. “Ürünlere dokunmayın, sahiplik duygusu verir, maazallah alırsınız.” diyor. “İkramları geri çevirin, dilinize değerse tuzağa düşersiniz.” diyor. Bunu kime söylüyor? Markete gitmeye bile dermanı kalmamış, mahalle bakkalının veresiye defteriyle yaşayan, milletime söylüyor.

İşe bakar mısınız? Hiç mi utanmıyorsunuz? Hiç mi sıkılmıyorsunuz? Bu rezaleti gördün mü Sayın Erdoğan? Ceplerine para koyup, medya satın aldırdığın bu vicdansızlar, milletimin acı gerçeğiyle alay ediyor, alay. Ayıptır. Günahtır.

Mahsuni Şerif’in dediği yerdeyiz; “Mevlam gör diyerek iki göz vermiş, Bilmem ağlasam mı, ağlamasam mı? Dura dura bir sel oldum erenler, Bilmem çağlasam mı, çağlamasam mı?”

Bu rezalet, önce seni vurur Sayın Erdoğan! Türkiye’yi yönetenlerin görevi, her şeyden önce vatandaşına, markete girdiğinde tüm ihtiyaçlarını alabileceği imkanları sağlamaktır. Damadının kardeşi, elinin altındaki gazeteler üzerinden kuyunu mu kazıyor bilmem ama milletimize yapılan bu hakaretin hesabını sormak, önce sana düşer. Manşetlerle savaştık diyordun. Al sana savaşılacak manşet. Önüne gelene terörist demeyi biliyorsun. İlla terörist arıyorsan, önce ay sonunu getiremeyen milletimizin sorunlarıyla alay eden, bu haysiyetsizliğe bakacaksın Sayın Erdoğan!

"Devletin haber ajansı, taaa Japonya’dan “esnaf” haberi yaptı"

Pulitzerlik bir başka habercilik başarısına da, Pazar günü ibretle şahit olduk. Devletin haber ajansı, taaa Japonya’dan “esnaf” haberi yaptı. Yanlış duymadınız. Hani şu terörist başının mesajını, dünyaya duyuran Anadolu Ajansı var ya, İşte o, Japonya’dan haber yapmış, diyor ki; “Japon esnaf zor durumda.” Güler misin, ağlar mısın? Burnunun dibini göremeyen, muhteşem habercilik, işyerlerinin sınırlı saatlerde çalıştığı Japonya’da, esnafın sesi olmuş. Kuruluşunda “Anadolu’nun sesini dünyaya duyurmak” diye bir hedef var. Ama Anadolu’yu duymadığı gibi, dünyanın bir ucundan bize esnaf derdi anlatıyor. Japonya, pandeminin başından beri, vatandaşına ne kadar destek verdi biliyor musunuz? 1 trilyon 260 milyar dolar. Türkiye’nin toplam bütçesinden fazla. Anadolu kan ağlıyor, bunların gözü, dünyanın öbür ucunda. Yakında Sayın Erdoğan kürsüye çıkıp, çilekeş Japon esnafı için, yardım kampanyası başlatıp, IBAN isterse şaşırmayın. Buradan iktidara seslenmek istiyorum; Gerçeği görmek doğru teşhisin, doğru teşhis de doğru tedavinin ilk adımıdır. Milletin gerçeklerinden kaçmayı artık bırakın. Tokyo’yu bırakın, İstanbul’a bakın, İzmir’e bakın. Samsun’a bakın, Diyarbakır’a bakın, Antalya’ya bakın. Tokyolu Şef Yukimori’nin derdiyle dertleneceğinize, Ankaralı işletmeci Zeynep Hanım’ın derdiyle dertlenin.

Onlar duymasa da, görmese de, umursamasa da, biz milletimize gidiyor, sorunları görüyor ve iktidarı uyarıyoruz. Yüce meclisin çatısı altında, milletimizin bize verdiği görevi yapıyoruz. Milletimizin sesi oluyoruz.  Bu hafta Milletin Kürsüsü’nde, Japonya’nın değil, Türkiye’nin sesini duyacaksınız. Aylardır kapalı olan restoranların, kafelerin sesini duyacaksınız. Restoran ve kafe işletmecisi Vedat Derekaya aramızda. Buyur Vedat kardeşim, kürsü senindir.

İşletmeci Vedat Derekaya şunları söyledi: 

"25 yıldır yiyecek içecek sektörünün içerisindeyim. Şu anda da kendi restoranımı işletiyorum. İşletiyorum derken 21 çalışanım ile birlikte hayatta kalma mücadelesi veriyorum ben de. Biz bu süreci ilk olarak 2.5 aylık kapama sürecinde gittik kredi kullandık. Sonra vergilerimiz ertelendi 6 ay. E noldu o 6 ay doldu ve biz tekrar kapalıyız. Şimdi o vergileri ödüyoruz. Kasım'da da kapandık. Şimdi hem kredilerimiz hem de vergilerimiz başladı. Şubat ayında ilk taksit ödenmesi gerekiyor, malum kapalıyız. Mart ayında da ödemezsek bu sefer yapılandırma iptal olacak ve biz borçlarla baş başa kalacağız. 

Biliyorsunuz paketler açıklandı. Sonra bir kural çıktı. Yüzde 50 ciro kaybı. Elektrik, su zam geldi. İşletme giderlerimiz uçtu gitti. Yüzde 10 ile borçlandığımız krediyi yüzde 22 ile kapatmaya çalışıyoruz. Nereye kadar dayanacağımızı bilmiyoruz. En son yardım paketinde ciro bazlı değil kar zarar bakılması gerekiyor. Ne zaman açılacağız hiçbir veri yok ortada. Ne olduğunda biz açılacağız? 

Benim 20 tane çalışanım var. 3 tanesi bu sene evlendi. Ankara'da 4 tane şubesi olan arkadaşım sektörden çekildi. Ne yapacak? Birçok arkadaşımız ilk başta paket servisini denedi ama olmadı. Sonuç olarak yapmamız gerekenlerle ilgili devletten beklentimiz var. AVM'ler HES kodu ile müşteri alıyorlar. Hangi denetim var? Bizler kapalıyız. Niye kapalıyız bunu bize anlatan yok. Bu virüsler yalnızca restoranlardan mı bulaşıyor? 14 kural getirdiler bize. Uyduk hepsine. Biz uyduk, daha fazlasını da yaptık. Yapmayanlarla aynı kefeye koydular bizi yaktılar. Biz ne yapacağız? Tedarikçilerimize para veremiyoruz. Bu sorunu çözemiyoruz artık. Bankalara gittiğin zaman sektöre kötü bakıyorlar. Bu konu ile ilgili yapılması gereken şeyler var. En azından bizlerin kredileri iki yıl ertelenmeli. Vergi ödemelerinin de 1 yıl ötelenmesi lazım. Elde avuçta hiçbir şey kalmadı. Birçok firma artık geri dönmeyecek bu sektöre. Bizler çok fazla eleman ile çalışan bir sektörüz. Dertlerini anlatıyorlar, elimizden bir şey gelmemesinin acısı çekiyoruz.

Bizler kapalıyız. Mal sahibi geliyor parasını istiyor. E bekleyelim, bekleye bekleye ne olacak? Bu süreç 2 ay daha devam ederse artık açık kafe ve restoran bulamayacağız. Bu borçları tekrardan çevirme şansımız yok. Herkesin taşın altına elini koyması lazım. Bizlerin sorununun duyulmasını istiyoruz, biz artık açılmak istiyoruz. Artık bir şey söylesinler bize. "Şu kurallar ile açıyoruz, buna uymayan işletmeyi kapatacağız" deseler sonuna kadar razıyız. "

Akşener devam ediyor:

"Sizin bu esnafla ne derdiniz var?"

Esnafımızın sabrı artık tükendi. Buradan iktidara seslenmek istiyorum: Bu sadaka gibi destekleri artık açıklamayın, çünkü derde çare olmadığı gibi, böylesine bir umursamazlık, esnafın sinirlerini iyice hoplatıyor. Allah aşkına, ciro kaybının yüzde 3’ü kadar destek vermek ne demek? Siz bizimle dalga mı geçiyorsunuz?

Açıkladığınız destek, Avrasya Tüneli’nden bir günlük geçiş parası bile etmiyor. Sizin bu esnafla ne derdiniz var? E şimdi esnaflarımız haklı olarak soruyor:

“AK Parti İl Kongreleri tıklım tıklım, ses sistemi de harika. AVM’ler de zaten açık. O zaman neden restoranları kafeleri açmıyorsunuz? Restoranda, kafelerde üç-beş masaya müşteri alınca mı korona artıyor?”

Bu ciddiyetsiz anlayışı artık bırakın. Ya mağdur esnafın derdini çözecek doğru düzgün destek paketleri açıklayın, Ya da azaltılmış sayıda masayla, HES kodu kontrolü olacak şekilde lokanta ve kafeleri artık açın.

Hep söylüyorum, Türkiye’nin çözülemeyecek derdi yok. Umutsuzluğa kapılmaya gerek yok. Kimse merak etmesin. Biz varız. Çözümlerimizle, projelerimizle biz hazırız. Bizim, Türkiye için, büyük hayallerimiz var. Bizim, milletimiz için, zengin, mutlu ve huzurlu bir Türkiye vizyonumuz var ama böyle bir vizyonu, bu ucube sistemle hayata geçiremeyiz. Böyle bir vizyon için, şeffaf bir yönetim, liyakatli yöneticiler ve adil bir düzen gerekir. Yani İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem gerekir.

"Bizim gündemimiz, emeklilerimizin çilesi, sanayicimizin, işverenimizin sıkıntıları, çiftçimizin dertleridir"

Siz Sayın Erdoğan’ın, yine ve yeniden bir anayasa değişikliğini tartışmaya açtığına bakmayın. Biz, kendisinin zaman zaman ortaya attığı böyle yumaklara, artık alıştık. Henüz içeriği, niyeti belli olmayan bu teklifin ayrıntılarını ileride göreceğiz. Mevcut anayasayı bile uygulamak istemeyenler, bu tekliflerinde ne kadar samimiler, izleyeceğiz. Ama bizim için bu konu, bugünün konusu değil. Daha acil sorun ve ihtiyaçlarımız var. Biz onların çözümünün peşindeyiz. Bizim önceliğimiz, mutfaktaki yangın, çarşıdaki pazardaki feryat, işsiz gençlerimizin çaresizliğidir. Bizim gündemimiz, emeklilerimizin çilesi, sanayicimizin, işverenimizin sıkıntıları, çiftçimizin dertleridir.

Biz, AK Parti ve ortaklarının değil, milletimizin gündemini takip ediyoruz. O nedenle biz, kurulduğumuz ilk günden bu yana, milletimizin çektiği tüm bu sorunların kaynağının, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi olduğunu söylüyoruz. Türkiye’nin ancak, İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’le düze çıkacağını görüyoruz. Liyakatin, hukukun, adaletin, demokrasinin, şeffaflığın ve hesap verebilirliğin, ülkemizin önüne yeni fırsatlar getireceğini görüyoruz."

"Millet bizi çağırıyor"

İYİ Parti olarak biz, o fırsatları yaratmanın peşindeyiz. Çünkü biz, milletimizin o fırsatları hak ettiğine inanıyoruz. O yüzden, İlçe ilçe gezmeye, vatandaşımızla dertleşmeye, seslerini, itirazlarını duyurmaya, Türkiye’yi hak ve hakikat yoluna çevirmeye kararlıyız. Buna gücümüz var. Gayretimizi Allah biliyor. Milletimiz görüyor ve işte o nedenle Millet bizi çağırıyor.  Siz, büyük Türk Milleti’nin iyi ve cesur evlatları, milletimiz bu cendereden çıkıncaya kadar, nefes alıncaya kadar, yüzü gülünceye kadar çalışacaksınız. İyiliği ve cesareti anlatacak, projelerimizi anlatacak, Türkiye’nin bu sarmaldan çıkış planını, milletimizle paylaşacaksınız. Çünkü bizim yolumuz, hak yoludur. Çünkü bizim yolumuz, hakikat yoludur.