"Yeryüzünün bütün karıncaları birleşince" Filler ve karıncalar üzerine bir sahneleme anatomisi

Yaşar Kemal’in masal öğeleri taşıyan eserleri, kitap sayfalarından tiyatro sahnelerine taşınıyor. Geçtiğimiz sezon Şehir Tiyatroları’nın sahneye koyduğu ve adaylıklar ile ödüller alan Ağrı Dağı Efsanesi oyunu seyirciyle buluşmaya devam ederken, bu sezon Cihangir Atölye Sahnesi (CAS), Yaşar Kemal’in Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca adlı uzun anlatısını sahneye uyarlayarak Filler ve Karıncalar oyunu ile prömiyer yaptı. Oyunun yönetmeni Arzu Gamze Kılınç’ın söylemiyle, eseri “sahnede yeniden kurdu.” Eser, yüzeyde bir hayvanlar masalı gibi görünse de özünde iktidar, zulüm, örgütlenme, dayanışma ve adalet arayışı üzerine kurulu güçlü bir toplumsal alegori.

Yaşar Kemal’in bu eseri, hem geleneksel bir masalın konuşan hayvanlar, evrensel iyilik–kötülük çatışması, soyut zaman-mekân, alegorik yapı gibi motiflerine, hem de bir romanın derinlemesine karakter kurulumları, toplumsal yapı tasviri ve politik alt metinlerine sahiptir.

Aslında bu ikili yapı sahneleme açısından önemli bir avantajlara sahip. Yönetmen, bir yandan masalın görsel ve ritmik özgürlüğüne yaslanabilirken, öte yandan romanın toplumsal gerçekçiliğini ve politik vurgusunu güçlendirebilmekte. Ki bunu sahne üzerinde başarıyla uyguladığı reji fikirleriyle seyircilerin bir kısmı, oyunun bitiminde toplumsal örgütlenmeye dair sloganlar bile atabiliyor.

Karada yaşayan en büyük hayvan olan fil ile kolektif çalışmaları ve sosyal yaşam biçimleriyle bilinen miligramlık karıncanın aynı hikâyede buluşması elbette tesadüf değildir. İktidar ve halkın metaforik okuması için seçilmiş iki türdür. Yaşar Kemal’in karıncaları, Ezop masallarının karıncalarından farklı. Önce milyonlarcası fillerin ayakları altında ezilse de hayatta kalanların yaşayabilmek için fillerle anlaşmasının; köleliğe razı olup daha sonra asimile edilmelerinin; fakat örgütlendiklerinde fil iktidarını yenebilme ihtimallerinin anlatıldığı umutlu bir hikâye. Anlatıda bir de bu ikili arasında haberleşmeyi sağlayan Ulu Kepez adında bir kuş var; karınca dilini de bilen, fil dilini de. Karıncalar ülkesinde bir süre onlarla yer içer, dostça zaman geçirir. Döndüğünde ise artık sultanın en büyük yardımcısıdır Ulu Kepez. Çok tanıdık metaforlar.

Hikâyeyi bilmenizin seyir keyfini bozmayacağını düşünüyorum. Bu efsanede filler ülkesinin sultanı, kıtlığa çare ararken karıncalar ülkesinin bolluğunu duyup oraya saldırır ve milyonlarca karıncayı öldürür. Nesli tükenme tehlikesi yaşayan karıncalar, savaşı durdurması için sultana yalvarır ve karşılığında bir yıl içinde devasa bir saray, mavi elmastan bir taht ve yüz yıllık yiyecek yapmayı kabul ederler. Sultanın tek korkusu, savaş sırasında kaçan bilge ve topal demirci karıncadır.

Savaş bitince karıncalar sarayı yaparken filler, onları kendine bağlamak için okullar ve medya yoluyla bir ideoloji kurar; karıncalara “çok çalışırlarsa fil olabileceklerini” aşılayarak düşünmelerine engel olur. Karıncalar giderek daha çok sömürülür. Karıncalar kendilerini fil zannetmeye başlayıp onlar gibi davranınca filler bu durumdan tedirgin olmaya başlar.

Bir de filleri huzursuz eden, dağlarda saklanan kırmızı sakallı karınca vardır. Yıllarca direnmenin yollarını düşünür ve sonunda bir plan yapar… Sonunu merak edenler ya kitabı okuyacak ya da CAS’ın oyununu seyredecek. Hikâye; iktidar–sömürü ilişkileri, ideoloji üretimi, sınıfsal yapı, bilgi–iktidar bağlantıları gibi temaları işler ve sosyalist bir toplum tasavvurunun izlerini taşır.

Seyirciler salona alınırken, oyunun sonuna kadar sahnede olacak oyuncular fil hortumlarının içinde kıpırtısız bekliyorlar. Oyun başladığında, homurtuları ve ağır ağır kıpırdanmalarıyla ritimlerini bozmadan sahnede beliriyorlar. Filler iktidarın temsilcisi olsalar da aralarındaki hiyerarşi ışığın ve hortumlarının parlaklığının desteğiyle seyirciye sunuluyor ve oyun boyunca bu hiyerarşi el değiştiriyor. Tek değişmeyen Ulu Kepez. Parlak kanatları ve belirgin makyajıyla filler ve karıncalar arasında iletişimi sağlıyor. Hikâye ilerledikçe bir grup fil, karıncaya dönüşüyor. Siyah kostümlerine bürünüp farklı bir hareket düzenine geçen oyuncular, devasa fillerden minicik karıncalara dönüşüyor. Reji, karıncaların toplu hareketlerini beden koreografisiyle görünür kılıyor; metindeki dayanışma fikri sahnede somut ve fiziksel bir karşılık buluyor. Koreografi ve ışık tasarımı için Muhammet Uzuner ve ekibi övgüyü hak ediyor.

Romanda simgesel olarak anlatılan tiranlık, oyunda hem grotesk hem de tehditkâr bir fizikselliğe bürünüyor. Oyuncuların abartılı jestleri, ses kullanımındaki hacim, Berkay Özideş’in müzikleri iktidarın hem komik hem de korkutucu yönünü çarpıcı biçimde ortaya çıkarıyor. Oyunun en keyifli anlarından biri, minik karıncaların kendilerini fil sanmaya başlayarak çalışmaya direnmeye giriştikleri sahne oluyor. Karıncaları çok çalıştırarak düşünmelerini engellemek yetmeyince onları fil olduklarına inandıran iktidar filleri, hayal edemedikleri bir sona doğru ilerliyorlar. Fillerin saldırısıyla karıncaların topluca öldüğü ve soylarının tehlikeye girdiği sırada anlaşmayı reddeden tek bir karınca var; Kırmızı Sakallı Topal Karınca. O, iktidardaki fillerin korkulu rüyası. Daha sonra karıncaları örgütleyecek olan da o. “Ekmeksiz, susuz, havasız yaşayabilirlerdi de karıncalar, umutsuz yaşayamazlardı.” cümlesi oyun boyunca görünmez bir leitmotif gibi dolaşır.

İzleyicinin aklına doğal olarak George Orwell’in Hayvan Çiftliği gelebilir. Ancak orada hayvanlar birlik olup insanları yenerler; Yaşar Kemal’in masalı ise özellikle Türkiye’nin politik iklimi düşünüldüğünde çok daha yerli, çok daha yakıcı bir hafıza içeriyor. Seyircinin kendini karıncaların safında konumlandırması da boşuna değil. Tiyatro seyretmeye kaç fil gelir ki? Hikâyenin yarattığı ağırlık, bugün yaşanan gerçekliklerin sahnede yeniden yankılanmasıyla birleşiyor.

Kolektif direniş fikri, Kırmızı Sakallı Topal Karınca’nın çağrısıyla büyüyor: “Dünyanın bütün karıncaları birleşirse, bir gün o sırça saray da çöker.”

Oyunun ritmi ve oyuncuların sahne üzerindeki inanç ve enerjileri oldukça yüksek. Bazı oyuncular daha fazla dikkat çekse de ekip yalnızca rol yapmıyor; sahnenin tamamını bir organizma gibi hareket ettirerek “kolektif performans”ın mümkün olabileceğini hissettiriyor. Kılınç’ın uyarlaması, romanın omurgasını oluşturan toplumsal çelişkileri, sınıfsal çatışmayı, kültürel asimilasyonun yıkıcılığını ve ezilenlerin dayanışma gücünü bir saatlik yoğun bir ritme sığdırmayı başarıyor. Oyun boyunca karıncalar, kolektif emeğin ve dayanışmanın sembolü olarak sahnede varlık gösterirken; Filler Sultanı mutlak gücü ve sömürü düzeninin değişmeyen iştahını temsil ediyor. Küçük bir not; romanın en kritik figürü olan Kırmızı Sakallı Topal Karınca’nın coşkusu sahneye tam yansımıyor. Karıncaların benliğini uyandıran türkü, romanın taşıdığı devrimci ateşi sahnede biraz daha geniş bir yer bulabilir gibi görünüyor.

Işık kullanımı, alanın yaratıcı bir disiplinle genişletilmesi ve özellikle kar sahnelerindeki atmosfer, oyunun “duyusal bir dünya kurma” becerisinin ne kadar güçlü olduğunu kanıtlıyor.

Romanın özünde yer alan toplumsal mücadele, oyunda da tüm çıplaklığıyla karşımıza çıkıyor. Yaşar Kemal’in kurduğu evrende filler, mutlak gücün temsili olarak zihinleri esir alan bir külliyata sahiptir: Okullar yoluyla yaratılan kimliksizleşme, gazeteler ve radyolarla pompalanan “Bir gün siz de fil olabilirsiniz!” miti, düşünmeye fırsat bırakmayan çalışma düzeni ve bütün bunların meşruiyetini sağlayan iş birlikçi figürler… Sahnede Ulu Kepez’in iki dili bilerek kurduğu bu manipülatif köprü, izleyici için yalnızca bir anlatı unsuru değil; bugünün dünyasında halklarla iktidarlar arasındaki çatlaklardan sızan “aracıların” işlevine dair güçlü bir gönderme niteliğinde.

Cihangir Atölye Sahnesi, İstanbul’un bağımsız tiyatro kültüründe önemli bir yere sahiptir. Yakın temaslı salon yapısı, seyirciyi sahnenin neredeyse içine çeken bir atmosfer yaratıyor. Bu mekân, özellikle politik alegorilerin, yoğun metinlerin ve deneysel sahnelemelerin güçlü karşılık bulduğu bir alan. CAS ekibi, Cihangir’deki sahnelerinin dışında Alan Kadıköy’de de oyunlarını seyirciyle buluşturuyor. İstanbul trafiğinin yoğunluğu düşünülürse bu alternatif, seyirciye iyi gelecektir diye düşünüyorum. İki farklı sahne, iki farklı atmosfer… Filler ve Karıncalar kendi evinde oynandığında metnin politik katmanı seyircinin yüzüne daha doğrudan çarpıyor olabilir. Mesafesiz salon düzeni; karıncaların birlikte attığı adımları, filler iktidarının yarattığı baskıyı, bir tiranın nefesinin sıcaklığını daha somut hâle getiriyor olabilir.

Sahnede birkaç seyyar platform, minimal ışık ve mekânsal dönüşüm esnekliği sağlayan sade bir düzen var. Bu sadelik, seyircinin hayal gücünü harekete geçirirken masalsı atmosferi de destekliyor. Karınca topluluğunun hareket düzenleri fiziksel tiyatrodan izler taşıyor. Toplu nefes alışlar, ritmik ayak sesleri, eş zamanlı dönüşler; karıncaların “kolektif karakter” niteliğini güçlendiriyor.

Oyun, romanın üç temel temasını sahnede güçlü biçimde var ediyor. Filler Sultanı’nın hayvanlar üzerindeki baskıcı düzeni hem tarihsel hem de güncel tiranlık biçimlerine açık göndermeler içeriyor. Karıncalar, bireysel kahramanlık değil, kolektif güç fikrinin temsilcisi olarak sahnede yer alıyor. Rejinin bu vurguyu öne çıkarması, oyunun politik tonunu güçlendiriyor.

Sonuçta ortaya yalnızca bir masal uyarlaması değil; zulme karşı direnişin, kolektif örgütlenmenin ve adalet arayışının çağdaş bir sahne yorumu çıkıyor. Yaşar Kemal’in kitabı türler arasında salınan bir metinse, oyun da estetik sınırları zorlayan bir tiyatro deneyimi olarak aynı yolu izliyor: Masalsı ama sert, politik ama şiirsel, eleştirel ama umutlu. İyi pazarlar herkese.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytun Aktan Arşivi

Baskı altında tiyatro ve festivaller

30 Ağustos 2025 Cumartesi 05:00

Absürt tiyatro ve gelmeyen Godot

10 Ağustos 2025 Pazar 05:05