Tiyatro, Festivaller, Nasıl Doğuralım ve Rüzgar Türbinleri

Ankara’da yetişmiş bir sanat sever olunca benim için tiyatro sezonu resmi olarak Devlet Tiyatroları’nın perdelerini açmasıyla başlar. Bir de TRT saatiyle tam sekizde oyunların başlaması terbiyesiyle. Elbette ki zaman bu alışkanlıkları önüne katıp yeni birçok anlayış getirdi. Turneler, açık hava oyunları dışında İstanbul’da bazı tiyatrolar yaz boyunca perdelerini hiç kapatmadı. Ekonomik koşulların belirleyiciliği tiyatro emekçilerine nefes aldırmadı. Yeni sezon oyunlarının provaları da eklenince kimse tam olarak dinlenemedi.

Perdelerini 1 Ekim’de açan Devlet Tiyatroları, Adana, Ankara, Antalya, Bursa, Diyarbakır, Erzurum, İstanbul, İzmir, Kayseri, Konya, Sivas, Trabzon ve Van illerinde, 2024-2025 tiyatro sezonuna 10’u yerli 28’si çeviri toplam 38 değişik oyunla giriyor. Devlet tiyatrolarının resmî sitesindeki rakamlara göre 75. tiyatro sezonunda müzikaller ve geçen sezonların kapalı gişe yapımlarıyla toplam 622 temsil verecekler.

Kamu tiyatrolarını önemsiyorum. Layıkıyla yönetildikleri taktirde toplumla tiyatro sanatını karlılık gözetmeden buluşturulması çok kıymetli. Sanatı tabana yaymak adına dilerim sadece tiyatro emekçileri değil, siyaseten kurumların yönetimine atanmış kişiler de aynı prensiplerde buluşurlar. Büyük bütçeli tiyatro oyunları, müzikaller yanında, opera ve bale sanatlarını, senfoni orkestralarını takip edebilmek için bilet fiyatlarının ulaşılabilir olmasını ancak kamu desteği ile sağlanabilir. Elimizde kalan sınırlı sayıdaki bu imkanları sezon boyu iyi sömürelim derim.

Devlet tiyatroları dışında bir de belediyelerce finanse edilen yani kamu destekli Şehir Tiyatroları vardır. En eski ve köklü Şehir Tiyatrosu İstanbul’dadır. Darülbedayi (Güzellikler Evi) 27 Ekim 1914 tarihinde İstanbul Belediyesi bünyesinde konservatuvar olarak açıldıktan sonra okul vasfından çıkıp bir tiyatro topluluğuna dönüşür. Bu kurumun detaylı hikayesini başka bir yazıma erteleyip, batılı anlamda Türkiye’de tiyatronun gelişmesinde çok önemli yere sahip İBB Şehir Tiyatrosu’nun yeni sezon için neler vaat ettiklerine bakalım. “Sürdürülebilir Bir Dünya İçin … Barış” temasına sahip iki yıllık repertuvar Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde düzenlen toplantıyla duyuruldu. Geçtiğimiz sezonun oyun sayısı ve seyircisiyle buluşma rakamları oldukça etkileyici. Yüzde 91 doluluk oranı ile 149 farklı oyunu (Genç Günler, Liseler Arası Tiyatro Buluşmaları, Çocuk Şenlikleri oyunları bu rakama dahil) 1.643 seansta seyirciyle buluşulmuş. Şehir dışı ve içi, yurt dışı olmak üzere 13 turne gerçekleştirilmiş. Ekim ayı programında Ağrı Dağı Efsanesi, Gök Kubbe ve İkinci Perdenin Başı adlı üç yeni oyun seyirciyle buluşuyor. Ve sezon boyu eski oyunlara eklenen yeni repertuvar oyunlarıyla tiyatro sahneleri perdelerini açmaya devam edecek. Kurum tiyatrolarının biletlerinin satışa çıktığı gün tükenmek gibi bir özelliği oluyor. Onun için bu takvimleri sıkı takip etmenizi öneririm.

Belediyelerce desteklenen tiyatrolar neyse ki sadece İstanbul ile sınırlı değil. Çok sayıda ödüller alan oyunları ile Kocaeli Şehir Tiyatrosu, Nilüfer Belediyesi Kent Tiyatrosu, İstanbul seyircisi için özel bir yere sahip. Antalya, Adana, Eskişehir, Gaziantep, Konya, Ankara Şehir Tiyatroları da çalışmalarına devam eden kurumlar arasında. Birçok şehir tiyatrosu aynı zamanda atölyeler aracılığı ile profesyonel yaşantısı tiyatro olmayan yetişkin ve çocuklara drama, yazarlık ve oyunculuk eğitimleri vermeyi sürdürüyor.

Kamu desteğinden yoksun, vergiler, kiralar, faturalarla boğuşan ve tiyatronun önemli orandaki emekçileri ise arı gibi çalışmaya ve seyirciye ‘bir derdim var’ diyerek tiyatro oyunlarını sunmaya devam diyorlar. Bu topluluklar da kendi içindeki kast sisteminde belli avantajları olanlar ve seyirciden başka desteği olmayanlar olarak ayrılabilir. Kendi tiyatro salonu olanlar, ünlü oyuncularla yola çıkanlar, büyük sermaye ve yapım şirketlerince desteklenenler, emektarlar, yeni ve heyecanlı gruplar… rekabet çok eşitsiz yani.

Ekonomin geldiği hal ortadayken sanata, tiyatroya bütçe ayırmak kolay değil biliyorum. Sanatın alımlayıcıları da genel fakirleşmeden nasibini alıyor. Bilet, ulaşım, yiyecek derken sinema, tiyatro, konserler hayal olamaya doğru gitmesin. Seyircisi olmadan devam edemeyecek en önemli sanatlardan biri tiyatro. Ve tüm zorluklara rağmen seyircisiyle buluşmak için adeta didinen tiyatro emekçilerine bilet alarak, oyun seyrederek destek olmak zorundayız. Sadece oyunlar koymakla yetinmeyip yeni oyuncular yetiştirme gayretinde özel tiyatro ekiplerine de saygılarımı sunuyorum. Mesela Cihangir Atölye Sahnesi açtığı sınavlarla ücretsiz eğitimler veriyor. Böyle çalışan özel kurumların da olması hep ‘bir umut var’ dedirtiyor.

Filmler sonbaharın New York’ta başka olduğunu söylese de asıl İstanbul’da sonbahar harikadır. İKSV, Film Ekimi ile festivallerine başladı. Bu yıl 23. sü gerçekleşen festivalin bir özelliği de İstanbul dışında Diyarbakır, Ankara ve İzmir’de Ekim ayı içinde yapılacak olması. Ayrıca 28. İKSV İstanbul Tiyatro Festivali 22 Ekim’de başlıyor. Biletler satışa çıktıktan kısa süre sonra tükendi. Festival detaylarını ilerleyen tarihteki yazılarımda paylaşacağım. Konunun takipçileri zaten çoktan programı inceleyip, biletlerini almıştır diye düşünüyorum.

Ben bu yazıyı planlamış ve yazmışken, gündemin kucağına gene kadınlarla ilgili bir tartışma bırakıldı. Çok sayıda arkadaşım ve okurumdan bu konuda yazmam istendi. Böyle bir duyarlılık geliştirmiş olmaktan onur duydum açıkçası. Duygusal reflekslerle değil bilimsel verilerle, kendi mesleki tecrübelerimi de ekleyerek bir yazı sözü veriyorum. Yeni gündem konusu dile getiriliş şekliyle; ‘‘kadınlar nasıl doğurmalı ki annelikleri tam olsun.’’ Oysa ‘‘Normal Doğum Eylem Planı’’ haberini ilk duyduğumda içerik olarak ebelik okullarının yaygınlaştırılması, gebe okullarının kurulması oldukça yapıcı gelmişti. Sonra ‘‘annecim başardık!’’ başlıklı bir kamu spotu yayınlandı. Görünümü masum, içeriği ayrıştırıcı ve çok tehlikeli bir kamu spotu. Bu videoya, lapsus demek fazla olmaz sanırım. Yani gizli niyeti beceriksizce açık etme, ağzından kaçırma. Çok tepki alan bu video ve başlatılan eylem planı nedeniyle, Türkiye’deki vajinal doğum ve ameliyatla doğum (sezaryen) oranlarının nelerin sonucu olarak bu kadar aleyhte açıldığına bakmak gerekir. Dünyadaki uygulamaların nasıl yürütüldüğü yol gösterici olacaktır. Geçmişteki sağlık koşulları ve günümüzdeki ilerlemeler, anne-bebek ölüm oranları, fiziki ve personel şartları, popüler kültür, kapitalizm kuralları derken bir kadının nasıl doğuracağını belirleyen farkında olmadığı çok sayıdaki parametre ile hem kadın olarak hem kadın doğum hekimi olarak görüşlerimi paylaşacağım. Kadın bedeni üzerinden bitmeyen tartışmaların doğum şeklinden sonraki durağının kürtaj yasağına doğru gitmesi korkusunu ise siyasetin kodlarını çözen bireyler olarak çok anlaşılır buluyorum. Hepsine bakacağız. Kadınlar olarak topluca menopoza girsek de biz de kurtulsak devlet de rahatlasa diyesim geliyor.

Geçen pazardan bu yana 7 kadın daha öldürüldü. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’ndaki Anıt Sayaç’ta 290. isim Ayşenur Halil. Nasıl duracak kadın cinayetleri size soruyorum sayın Devlet Yetkilileri; ‘‘Kadın Cinayetlerini Durdurma Eylem Planınız’’ var mı? Dünyaya nasıl geleceğimiz konusunda fikir üreten tüm bilirkişilerden, dünyada kadın olarak nasıl hayatta kalacağımız konusunda da acil eylem planı istiyoruz.

4 Ekim Dünya Hayvanlar Günü geride kaldı. İlk olarak 1925’te Berlin’de Alman sinolog Heinrich Zimmermann’ın çabalarıyla hayata geçen bu farkındalık günü, 1931 yılında Floransa’da düzenlenen Uluslararası Hayvanları Koruma Kongresi’nde evrensel olarak Dünya Hayvanlar Günü olarak kabul edilmiştir. Amaç hayvan hakları, refahı ve korunması için farkındalık yaratmak, çevresel sorunları ele almak ve insanların doğal dünya ile ilişkilerini gözden geçirmelerini teşvik etmektir. TBMM’de, AKP ve MHP milletvekillerinin oylarıyla, 2 Ağustos 2024 tarihinde kanunlaşan tasarı ile Türkiye’de sokakta yaşayan hayvanlara karşı ‘katliam yasası’ yürürlüğe girdi. O günden bu tarihe kaç sokak hayvanı gözlerimizin önünde ya da gözlerden uzak öldürüldü bilmiyoruz. Belediyeler yasada bahsi geçen hayvan barınaklarını yapmaya başladı mı? Kısırlaştırma, aşılama ne oranda yapılıyor? Kaç sokak hayvanı sahiplendirildi? Bu soruların cevabı maalesef yok. Araştırdım ve gerçekten şeffaf cevaplar yok.

4 Ekim farkındalık günü hayvanlar kadar çevre sorunlarını da kapsadığından yeri gelmişken eklemek isterim. 1 Ağustos 2021 tarihinde Milas’ta başlayıp Bodrum’a sıçrayan, günlerce süren ve 400 bin metrekare ormanlık alanı küle çeviren yangın sonrası ‘‘Yanan her yeri daha fazlasıyla ağaçlandırmak en başta gelen görevimizdir’’ denmişti. Yeni bilgi ise Mazı bölgesinin yanan ormanlık arazisinin kamulaştırılarak bir Alman şirketine tahsis edildiği. Ağaç yerine ormanlık arazilere rüzgâr türbinleri dikilecek. Yutkunuyorum, susuyorum. İyi pazarlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytun Aktan Arşivi