Ayşenur Arslan

Ayşenur Arslan

‘Şimdi Canavarların Zamanı’

Bu köşede daha önce birkaç kez O’na başvurmuştum. Analizlerinden, şiir tadındaki önermelerinden söz etmiştim.

Antonio Gramsci... Hayatı şiirden fersah fersah uzak acılarla dolu, ama o acıları çekerken (bedensel engeline rağmen) dimdik ayakta duran... Ve analizleri/önermeleri bugüne ışık tutan... Siyasi literatüre hegemonya gibi, sivil toplum gibi kavramları kazandıran... ZAMAN ÖTESİ bir insan.

Halk TV’de cuma günü konuğum Alper Taş, bugünü anlatmak için (yine) onun sözlerine değinince, bu köşede de yazmak şart oldu. Zira, günümüz, gerçekten de Gramsci’nin şu tanımlamasından daha iyi anlatılamaz:

“Eski dünya ölüyor ve yeni dünya doğmak için mücadele ediyor. Şimdi (bu ikisinin arasında) canavarların zamanı.”

O’nun zamanında “canavar” Mussolini idi. Açıkça öldürmek kastıyla hapse/hücreye atıldı. Zaten bozuk olan sağlığı giderek kötüleşti ve çok genç bir yaşta, tüm canavarlara rahmet okutacak Hitler sahneye çıkmadan öldü.

Dünya şimdi yeniden şekilleniyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası paylaşılan, biçimlendirilen... Daha sonra küreselleşme adı altında neoliberal vahşete yol veren dönemin sonuna yaklaştık. Evet, eski ölüyor. Ancak, yenisi henüz doğmadı. “YENİYE TALİP OLANLAR ARASINDAKİ MÜCADELE” sürüyor.

Türkiye’den söz edelim; yeni dünya Siyasal İslam adı altında otoriter rejim anlamına mı gelecek? Yoksa dünyada giderek yükselen eşitlikçi/özgürlükçü dalgayla yelkenler umuda mı açılacak? Henüz -en azından Türkiye açısından- bu sorunun net bir yanıtı yok. Ama işaretler, mücadelenin çok sert geçeceğini gösteriyor.

4 Haziran, bu açıdan iktidarın BAŞLAMA VURUŞU niyetine hamlesiyle geldi. Üç milletvekilinin vekilliği, sürpriz bir zamanlama ile düşürülüverdi.

SABAH Gazetesi’nin Ankara Temsilcisi Okan Müderrisoğlu’nun dünkü yazısına bakılırsa, Türkiye’yi yeni “sürprizler” bekliyor! Elbette Saray’dan birinci değilse de ikinci ağızdan haber/bilgi alabilen bir isim Müderrisoğlu. Kritik zamanlarda mutlaka okuyup Saray’ın nabzını tutabildiğim bir yazar. Diyor ki:

“Can Dündar’ın yayınladığı gizli MİT tırları belgelerini temin ettiğini belirttiği solcu milletvekili olarak Berberoğlu gösterildiğine göre, Berberoğlu’na o belgeleri veren Genel Merkez’de daha üst bir makam olup olmadığını bilmek de kamuoyunun hakkı!”

Tercümeye gerek var mı, bilmem: “Bu mesele henüz kapanmadı. Daha yükseğe, belki CHP Genel Başkanı’na uzanabilir. Ona göre!” Mesaj bu!

Kılıçdaroğlu’na tanıkların / kameraların / güvenlik ekiplerinin gözü önünde gerçekleşen saldırı dosyası nasıl açılamıyorsa… Var olmayan bir dosyanın açılması, bugünün SİYASİ İKLİMİ içinde pekala mümkün.Aslında Okan Müderrisoğlu da, buna dikkat çekiyor:

“O günkü (Berberoğlu kararının kesinleşmesi sonrası) siyasi iklimde ve seçim atmosferi içinde, konu “beklemeye alındı.”

Daha açık nasıl yazsın değil mi! İki yıl önce atılabilecek bir adım siyasi gerekçelerle atılmadı. Ama anlaşılan, şimdi o adımların zamanı geldi. “Yeni dünyanın kurulması” mücadelesinde son perde açıldı.

Siyasi iklim ve özel koşullarda özel durumlar denince aklınıza gelmiştir herhalde. Erdoğan, “açılım” adını verdiği süreçte, PKK/HDP ve sonrasında PYD için -kendi ifadesiyle “İYİ NİYET” göstergesi olarak ne talimatlar verdiğini... Valilere/güvenlik güçlerine “üzerlerine gidip sıkıştırmayın” dediğini itiraf etmemiş miydi!

Özeti şu, elbette: İşimize geldiği zaman dost, gelmediği zaman düşman olursunuz. Açıl dersek açılın... Kalk dersek kalkın...

İktidarın... Daha doğrusu Erdoğan ailesinin bekası için en kritik kavşaklardan birinde, “siyasi iklim” yeni hamlelere gebe.

Yeni dönemde, son birkaç yıl içindeki tüm gelişmeler unutulup bir anda “yeni açılım dönemi” başlarsa şaşırmayın. Bir yanda, içerdeki hesaplar... Diğer yanda, Suriye’nin kuzey doğusunda Trump’ın dizayn etmeye çalıştığı “ABD kontrolünde bir Kürt otonom bölgesi” meselesi... Filmi baştan vizyona sokabilirler. Öcalan’a İLK KEZ yakınlarıyla telefon görüşmesi hakkı verilmesi boşuna mı!!

Yeni dönemde, Saray medyasının -nerelerde tasarlanıp servis edildiğini bildiğimiz- haberlerinde CHP’nin YEGANE DÜŞMAN ilan edilmesi de rastlantı olmasa gerek. Amaç; CHP’yi demokrasi cephesi oluşturabileceği tüm bileşenlerinden koparmak... CHP’yi şeytanlaştırmak... Hatta, ufaktan başladıkları oyunda el yükseltip belediye başkanlarını koltuklarından etmek... Kısacası ana muhalefet partisini dört koldan sıkıştırmak…

İYİ Parti, bu tabloda en kritik noktada. Saray sözcüleri ve kalemlerinden anladığımız kadarıyla, iktidarın da aklı/gözü orada. Zira, yüzde 50+1 sistemiyle kendisini “olmazsa olmaz” noktasına getiren MHP, son aylarda AKP’nin en büyük sıkıntılarından biri. Yavru partinin, ana partiyi avucunun içine alıp istediğini yaptırdığı ve sertlik politikasını dayattığı iddiaları neredeyse açıktan konuşuluyor artık. İYİ Parti -en azından şimdilik- MHP’ye alternatif olmasa bile “alternatif-miş gibi” gösterilmesi açısından önemli. Ama bunun için de, CHP ile bağlarının kopma noktasına gelmesi/getirilmesi şart!

Bir yanda her hal ve şartta sandıktan çıkabilmek için atılacak adımlar, yasal değişiklikler... Diğer yanda medyanın da yardımıyla siyasette kartların yeniden karılıp dağıtılmasına “psikolojik hazırlık”...

Yazıyı, bu köşenin klişe haline gelmiş “muhalefet ne yapmalı” sorusu ve yanıt niyetine ironisi ile bitirmeyeceğim. Finali yine Gramsci yapacak. Ülkeyi anlamaya/dönüştürmeye/nihai olarak yönetmeye talip herkese “uyarısıyla”:

“Kayıtsızlık tarihin ağır yüküdür. Yenilikçinin boynuna geçirilmiş değirmentaşıdır, en parlak gayretlerin boğulduğu atalet durumudur. Eski şehri en güçlü duvarlardan, en cesur askerlerden bile daha iyi savunan bataklıktır. Olan bitenler, hepimizin başına gelen musibetler ve kahramanca bir eylemin doğurabileceği olası güzellikler, birkaç kişinin inisiyatifinin değil çoğunluğun kayıtsızlığının bir sonucudur.”

NOT: 1970’lerin ikinci yarısından beri tanıdığım... 1990’ların ikinci yarısından itibaren meslektaş olarak daha yakın tanıma olanağı bulduğum... 2009’da, genel yayın yönetmenliğini devraldığı güne tanık olduğum sevgili Enis Berberoğlu, bu yazının gizli öznesi. “Teslim olmaya” İstanbul’a giderken yaptığımız kısacık telefon konuşmasından anladığım kadarıyla “yazıdaki analizin” de fena halde farkında! Ve yaklaşan fırtınaya karşı kendi payına düşeni yerine getirmeye hazır, dimdik duruyor! Gözlerinden öpüyorum!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ayşenur Arslan Arşivi