Ayşenur Arslan
Medyanın paralı askerleri!
Gazeteci, HDP milletvekili Ahmet Şık ile önceki gün Medya Mahallesi programında medyayı konuşuyorduk.
Bir ara, Barış Pınarı Harekâtı konusundaki ‘genel tutumu’ nedeniyle “Medyayı da askere aldılar” dedim.
Ahmet Şık, “Onlar bedelli askerler” dedi.
Doğru! Gerçek bedelli askerlerden bir farkları var ama. Medyanın askerleri para vermiyor kazanıyor. Bedelini de Saray gazeteciliği ile ödüyor.
Yazımı, bu tanımın üzerinden kurup Saray’ın gazetecilerini ele alacaktım ki...
Rahmi Turan / Talat Atilla / Muharrem İnce isimleriyle, ‘Saray’a giden CHP’li’ dedikodusu patladı.
Rahmi Turan köşesinde önce “Saray’a giden isim bende saklı. Açıklamam. Hatta unuttum gitti!” dedi.
Ama ‘hassasiyeti’ 24 saat sürdü. “O isim Muharrem İnce” diye, hem de kendi gazetesinin internet sitesine açıklama yaptı!
Bu da yetmedi. Birkaç saat sonra ‘kaynak hassasiyeti’ de buharlaşıverdi. “Bana o ismi söyleyen gazeteci Talat Atilla” dedi. Aslında, Rahmi Turan’ın, SÖZCÜ dışında Talat Atilla’nın TURKTIME internet sitesinde yazdığını hatırlayanlar için açıklama sürpriz değildi.
Zaten galiba, hiçbir şey sürpriz değildi!
***
Öyle yüz tane ihtimal yok.
Ortada sadece iki ihtimal var: Dedikodunun ‘asıl’ kaynağı Saray ya da CHP ‘kulisleri’.
Saray, elbette olağan şüpheli. Öyle ya, Türkiye’deki medyayı bitirme noktasına getirip, sonra Pelikanları ve SETA’sı aracılığıyla yabancı medyanın Türkiye ayağına saldıran kimdi? Neresiydi?
Hoşlarına gitmeyen tweet yüzünden küçücük muhabirleri bile göz kırpmadan kovan kimdi? Nerelerdi?
‘Saray’a giden CHP’li’ dedikodusu doğrudur yanlıştır... Bilemem ama; “Yok canım, bu da olmaz” diye şaşırdım mı? Şaşırdınız mı? Saray zinhar böyle bir şey yapmaz diye düşündünüz mü?
Yapılanların yanında bu ne ki?
***
Gelelim CHP’ye!
Muharrem İnce’nin ‘adamın kazandığı’ seçim sonrasında ne kadar büyük bir hızla inişe geçtiğine tanığız. Dedikoduları, kulisleri falan bırakın... İnce’nin CHP içinde bir karşılığı kalmadığını Mısır’daki sultanlar duydu.
Yine de, böyle bir dedikodu üzerinden Kılıçdaroğlu’nu kurultay öncesi rahatlatmak… Ya da tam tersine yıpratmak için harekete geçenler yok mudur?! Hiç kuşkunuz olmasın, vardır. Var!
Artık ne siyasette ne de medyada şeffaflık adına bir şey kaldı.
Hemen herkes her yere ‘gidiyor’. Payına-bahtına ne düşmüşse alıp yürüyor.
***
Rahmi Turan’ı şahsen tanımıyorum. ‘Yaptıklarıyla’, özellikle de son ‘yaptığı’ ile biliyorum.
“Kaynağımı da, söylediği ismi de açıklamayacağım, unuttum gitti” dedikten sonra bir telaş ifşa etmesi ilginç tabii. Ama ben, bunu ‘kendi iradesi’ ya da ‘zayıflığından’ çok gazetesinin durumuna bağlıyorum.
Öyle ya, gazete ilk iki gün sanki o yazı bambaşka bir mecrada hatta ülkede yayımlanmış gibi görmezden geldi. Ne zaman ki Saray küplere bindi, sozcu.com.tr’nin Rahmi Turan’a sorası geldi. Rahmi Turan da ‘gazetesi sorunca’ açıklamak zorunda kaldı.
Özü özeti şu, bana göre:
Sözcü, hakkında açılan dava nedeniyle iktidarın elinde ‘REHİN’. Evet, muhalif bir çizgide duruyor. Evet, çok ilginç haberlere ve yazılara yer veriyor.
Ancak bir çizgiyi aşmamaya da özen gösteriyor.
Sözcü, bu sayede 29 Ekim’de -ilk kez- Saray’a davet edildi. Böylece dünyaya ‘bakın muhalif gazetelere hoşgörülü davranıyoruz’ mesajı verildi.
Sözcü’nün nezdinde de o ‘muhalif medya’ Barış Pınarı Harekâtı sırasında verdiği destek nedeniyle ‘ödüllendirildi’.
Belki bir parantez açıp, Rahmi Turan’ın kaynağı ve ikinci patronu Talat Atilla’nın da harekât destekçisi olduğunu... Dahası, Erdoğan’ın eli boş döndüğü ABD ziyaretini bile müthiş başarı diye alkışladığını hatırlatmak lazım.
Taşlar yerli yerine otursun diye!
***
Medyanın bedelli askerleri dedim ya…
Kimileri, Ahmet Hakan gibi örneğin, Erdoğan’ın uçağına binip zirvelere uçuverir.
Kimileri, biraz daha mütevazı karşılıklarla üstlerine düşen görevi yerine getirir.
Ama bedel her zaman ‘maddi kazanç’ değildir. Bazen, KAYBETMEMEKTİR.
Hakkınızda açılan bir davadan sıyrılmanın da... Cezaevi tehlikesini savuşturmanın da... Saray’ın hışmından uzaklaşmanın da... BİR BEDELİ VARDIR.
Gün gelince ödenir!