Ayşenur Arslan

Ayşenur Arslan

MEDYANIN EN BÜYÜK GÜNAHI

Sıkı durun..Çok değil iki yıl sonra Lozan Antlaşması sona erecek. İşte o zaman dünya alem bizi görecek. Öyle ya! Artık petrol kuyularımızı açabileceğiz. Yataklarında bizi bekleyen altınları çıkartabileceğiz. Uçan arabalar gökyüzünde süzülmeye başlayacak.

Buraya kadarı "latife" diyeceğim. Ama değil! Türkiye'de milyonlarca kişi buna inanıyor. İnandırılıyor.

Aynı kişiler, Almanya'nın, ABD'nin falan bizi kıskandığına... Buzdolabının AKP iktidarı öncesinde ancak Koç'ların Sabancı'ların evlerinde olduğuna... Aleviler'in elinden yemek yenmeyeceğine.. Taa uzaklardaki Güney Koreli gençlerin, hani şu BTS'in, bizim gençlerimizi eşcinsel yapmaya yemin ettiğine de inanıyor.

Çünkü onlara bunları söyleyen Erdoğan ve medyası.

Aynı kişiler önce Erdoğan'a inandırılmadı mı zaten! "Eğer Hz. Muhammed'den sonra peygamber gelecek olsaydı, bu Erdoğan olurdu" demediler mi! Hem de uluorta, seçim meydanlarında

                                                       2021/07/05/star-solid.svg2021/07/05/star-solid.svg2021/07/05/star-solid.svg

Aklı devre dışı bıraktırırsanız, insanoğlunu daha nelere inandırırsınız nelere!

Örneğin, geçenlerde hayata veda eden -Kraliçe 2. Elizabeth'in eşi- Prens Philip Güney Pasifik ülkelerinden Vanuatu'da "TANRI" olarak kabul ediliyordu. Halkın en azından bir bölümü ona tapıyor, dualarını ona gönderiyordu. Herhalde şimdi "gökyüzüne döndüğüne ve oradan kendilerini izlediğine" inanıyorlardır!

                                                       2021/07/05/star-solid.svg2021/07/05/star-solid.svg2021/07/05/star-solid.svg

Milyonlarca kişinin okuma yazma bilmediği, bilenlerin de okuyup yazmadığı bir ülke düşünün. Tek bilgi kaynakları da durmadan yalan söyleyen ekranlar, adına gazete denilen kağıtlar olsun..

O kaynaklar da, ülkeyi yöneten kişiyi önce deha, sonra peygamber, ardından tanrı mertebesine yükseltsin..

Olmaz mı!

Olmuyor mu!

Binlerce yıldır olmadı mı!

Başlıkta söz ettiğim "günah", tam da bu!

Bugün adına "medya" diyoruz. Geçmişte, kutsal kitap, efsane falan denirdi.

Adı ne olursa olsun, hepsinin işlevi aynı: YÖNETENİN YÖNETMEYİ SÜRDÜREBİLMESİ İÇİN HAKİKATİ KONTROL ETMEK!

Mehmet Barlas çoktandır çok anlamlı bir örnek değil. Yine de kayıt düşmeden geçemeyeceğim. Geçenlerde, muhalefetin ABD karşısındaki tutumunu eleştirirken aynen şunları yazdı:

"Eğer Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Bahçeli olmasa, burası sanki Amerika'ya kiralanmış sessiz bir bölge olarak kabul edilebilir."

Muhalefet suskunmuş da Erdoğan ve Bahçeli ABD'ye kükreyip Türkiye'nin gücünü gösteriyormuş!

Bu kadarı kontroldan öte.. Hakikatin ölümü, hatta intiharı!

Sadece o değil elbette. Türkiye'nin en kritik dönemeçlerinde medyanın patronların / yöneticilerini / yazarlarını hep aynı kritik yerlerde görmedik mi!

                                                       2021/07/05/star-solid.svg2021/07/05/star-solid.svg2021/07/05/star-solid.svg

Dün (elbette başta Mehmet Barlas) Fethullah Gülen'e övgüler düzdüler.. Bugün adını terör kelimesi olmadan ağızlarına almıyorlar.

Şaşırtıcı değil.

28 Şubat için de hizaya girmişlerdi.. Bugün 28 Şubat düşmanlığında sınır tanımıyorlar..

O günlerde atv Haber'deydim. TV kanalları her akşam uydurma notlarla "haber" yapıp duruyordu. Bammm: İşte PKK'dan para alan köşe yazarları.. Bammm: İşte PKK finansörü iş adamları..

Derken.. Bammm: İşte Aczmendi lideri ve sevgilisi...

Ekranlardan yalanlar akıp duruyordu. Ertesi gün benzerleri gazete manşetlerinde karşımıza geliyordu.

Gazete ve televizyonların -bugün bazıları AKP iktidarının kolları arasındaki- Ankara temsilcileri, her gün yönetici ve patronlarına ordu güzellemesi yapıyordu.. "Komutan dedi ki.." diye başlayan cümlelerle yeni yalanlar servis ediyordu.

Ali Kırca, ben ve yönetim kademesindeki arkadaşlarım, neredeyse hiç tartışmadan bir karara varmıştık: ANDIÇLANMAYACAKTIK!

Andıçlanmadık da!

"Yukarıdan soran olursa 'faks makinamız bozuk, bize herhangi bir belge gelmedi' deriz" deyip gülüyorduk.

Soran olmadı. Biz de habercilik namusuna sahip çıkıp çamurdan uzak durduk.

O karanlık gündeme hiç mi hiç girmedik.

İki haber hariç!

Biri, Andıç'ın hedef gösterdiği İHD Genel Başkanı Akın Birdal'ın kurşunlanması.. Ve sonrasında yaptığı açıklamaydı.

İkincisi ise, Türkiye'nin konuşmalara doyamadığı skandalın zavallı figüranı Fadime Şahin'in evinin önündeki "medya sirkiydi".

Kameramız, biraz geride durup o sirki gözlemlemişti. Genç kadını konuşturmak için kapıda sıraya girenler.. Perdenin arasından içeriye bakmaya çalışanlar.. Arada bir canlı bağlantılarla OLMAYAN SON DAKİKA NOTLARI aktaranlar..

Bu kadar! 28 Şubat'ta bizim hanemize yazılan bu kadardı.

Kendi adıma -o sırada Kanal D Haber'deydim- FETÖ kumpasları döneminde de yalanın parçası olmadım.

Zekeriya Öz'ün gönderdiği, ancak "kaynağı açıklanmayan" sahte belgelerle haber yapmamız bekleniyordu. Ben ve birkaç arkadaşım karşı çıkıyorduk. Karşı çıktıkça çizik yiyorduk.

Nitekim, benim Kanal D Haber Merkezi'nden CNN Türk'e gönderilip Medya Mahallesi programına başlamam gerçekte bir "sürgündü".

28 Şubat ya da FETÖ kumpasları.. O günlerde ağır saldırılarına maruz kaldığım "gazeteciler", dönem değiştiği anda değişiverdi.

Şimdi pek çoğu iktidarın safında. Dünü dünde bıraktılar. Bugün "bugünün yalanlarını" üretip çoğaltıyorlar.

15 Temmuz haftasında yine ne örnekler göreceğiz. Yine ne destanlar dinleyeceğiz.

Elbette o gece dağıtılan silahlar konuşulmayacak. Bırakın o "kayıp" silahları.. Sorular yine yanıtsız kalacak:

Adil Öksüz nasıl kaçtı, şimdi nerede? 15 Temmuz'dan önceki günlerde yapılan darbe toplantıları hiç mi görülüp duyulmadı? O akşam MİT Müsteşarı Hakan Fidan neden harekete geçmedi de Diyanet İşleri Başkanı ile rahat rahat yemek yedi? Daha köprüde trafik sıkışıklığına yenik düşen darbe nasıl planlan-ama-mıştı?

                                                       2021/07/05/star-solid.svg2021/07/05/star-solid.svg2021/07/05/star-solid.svg

Bu hafta, bir yandan 15 Temmuz'un kahramanlık öykülerini konuşacağız.. Bir yandan 28 Şubat Paşalarının hapis yatma ihtimallerini..

O gün yalanları çoğaltanlar peki?

Her şeye inanmaya hazır milyonların üzerine boca edenler?

Medyanın önde gelenleri ileri gidenleri?

Onlar ihanet etmese hakikat bu kadar çok yara alır mıydı?

İktidar hakikati bu kadar rahat kontrol edebilir miydi?

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ayşenur Arslan Arşivi