Joy, ilk tüp bebeğin hikayesi

‘‘Joy’’, neşe, sevinç, mutluluk kaynağı anlamlarına geliyor. Gülmekten, doymaktan, ısınmaktan utandığımız için bizden epey uzaklaşan bu duygular, dijital film-dizi platformunda yeni başlayan bir filmin adı. Konusu nedeniyle bu hafta bizimle olacak Joy, bilimin izinden sabırla gidenlere bir saygı duruşu. Filmde anlatılan, gelişimini hiç duraksamadan sürdüren tüp bebek tedavilerinin ilk adımları. Filmin adı 1978 yılında doğan ‘‘ilk tüp bebek’’ olan Louise Brown’ın ekip tarafından koyulan ikinci ismi Joy’dan geliyor.

Joy Film Afişi

Tüp bebek tedavisi (IVF) araştırmaları, 1960’ların sonlarında İngiltere’de büyük bir ivme kazanır. Sabır, inat ve azimle geçen yılların ardından dünyanın ilk tüp bebeği 1978 yılında, korkulanın aksine sağlıkla dünyaya gelir. Bu süreç, modern tıbbın en büyük başarılarından biri olarak kabul edilir. Bu araştırmaların başında üç bilim insanı vardır; Robert Edwards, Patrick Steptoe ve hakkı geç teslim edilen Jean Purdy. 1925 doğumlu İngiliz fizyolog Robert Edwards tüp bebek tedavisinin öncüsü kabul edilir. Bu işi hayal eden ve ekibi toplayan kişidir. 1950’lerde insan üremesi üzerinde çalışmaya başlar ve insan yumurtasının olgunlaşması, döllenmesi üzerine çığır açan buluşlar yapar. 1960’larda jinekolog ve laparoskopist (kapalı-kamera sistemli ameliyatlar) doktor Patrick Steptoe, hemşire ve embriyolog Jean Purdy ile iş birliği yaparak tüp bebek tedavisini geliştirir. 2010 yılına gelindiğine Nobel Tıp Ödülleri ekibinin aklına gelirler ama artık hayatta sadece Robert Edward kalmıştır, ödülü tüm ekibi adına alır. Hatta ekibin kadın bilimcisi Purdy’nin ismi 2015 yılına kadar plaketlerde bile yer almaz. Dünyaya demokrasi, kadın hakları konusunda nutuklar atan İngiltere, ölümünden 30 yıl sonra Purdy’nin hakkını ancak teslim edebilmiştir, ne gam.

Günümüzün teknolojisinden çok uzaklarda başlayan araştırmalarda kadınların yumurtaları, laparoskopik yöntemle yani ameliyat ile alınabiliyordu. Günümüzdeki farkı araya sıkıştırmalıyım. Bugün yumurta toplama işlemi ultrason eşliğinde, bir iğne yardımıyla, anestezi altında, profesyoneller tarafından yapılan, 5-10 dakikalık bir prosedür. Steptoe’nun cerrahi tecrübesi o günün şartlarında bu nedenle çok değerliydi. Ekip birlikte çalışarak hem etik hem de bilimsel zorlukların üstesinden gelmeyi başarırlar. Jean Purdy, 39 yaşında kanserden ölene kadarki kısa ömründe bu bilimsel çalışmalara çok büyük katkılar sunar. Embriyo kültürü sürecinin hassas aşamalarında görev alarak Louise Brown’ın gelişimini belgeler. Çalışmalara gönüllü katılan kadınlara psikolojik olarak da büyük destek verir. Bu üç isim, modern üreme tıbbının temellerini atarak milyonlarca insanın ebeveyn olma hayalini gerçekleştiren tüp bebek yöntemi mümkün kılmıştır.

Teknolojiden uzaklığı şöyle hayal edin lütfen yaygın ultrason muayenesi yok, çoğu muayene elle yapılıyor, tedavi için kullanılan ilaçlar sınırlı ve etkileri kontrol edilemiyor, laboratuvarda kullanılan ürünlerin bugünün teknolojik ürünleriyle uzaktan yakından ilişkisi yok, kapalı ameliyat yapan cerrah kadının karnının içine bakmak için optik cihazı dürbün gibi kullanıyor, doğal fizyoloji takip edildiği için vajinal doğumlar gibi saat kavramı olmadan kadının yumurtası ne zaman olgunlaşırsa, gece gündüz demeden ekip acil olarak toplanıyor…

Dünya üzerinde çocuk sahibi olamayan çiftlerin milyonlarcası bu bilim insanlarının çabalarının sonucunda başlayan gelişmelerle evlat sahibi oldular, oluyorlar. Bilimde buluş yapmanın değerini bize hatırlatan bu filmden yola devam ederek tedavileri geliştiren, uygulayan ve yaygınlaştıran tüm sektör çalışanlarına da hakkını teslim etmek gerekir.

İngiltere’de araştırmalar ilerledikçe muhafazakârlar tüp bebek tedavilerinin önünde büyük engeller oluşturmuştur. Yeni olan her şey insanları korkutur, inançlar da bu korkuyu besler, kullanır. Dünya üzerinde asırlardır bilim ve din yan yana değil karşı karşıya konumlanır. Arkasına inançlı insanları alan kilise çocuk sahibi olamayan çiftleri dua etmeye ve durumlarına razı olmaya ikna ederken, bilim insanları farklı düşünmüşlerdir. İyi ki çalışmalarında ısrar etmişlerdir. Çünkü kadının yumurtası ile erkeğin sperminin vücut içinde döllenme problemleri veya dölleneme sonrası oluşan embriyonun rahme ulaşması, tutunması sırasında yaşanan tıbbi sorunlar laboratuvar ortamında sağlanan döllenme ile çözülebilmiştir. Yani çoğu zaman. Bugün her inanıştan, ten renginden, her milliyetten milyonlarca insan tüp bebek tedavileriyle çocuk sahibi olmaya devam etmekteler.

Louisa Brown’nın doğum fotoğrafı; renkli olan filmden, siyah beyaz olan gerçek hayattan

Joy filminde isimlerini saydığım üç bilim insanının 1960’lar ve 70’ler boyunca karşılaştıkları bilimsel zorluklar, sosyal baskılar ve etik tartışmalar ele alınıyor. Film bir sanat harikası değil. Yaratıcılık ve derinlik eksikliği olan filmi bir belgesel gibi seyredebilirsiniz. Gerçi öyle olduğunda da bilimsel kısımlardaki birçok detay hiç anlatılmamış, sanki bazı gelişmeler çok kolay yakalanmış izlenimi doğabilir. Gene de popüler işlerin çoğunlukta olduğu dijital platformun bu konuyu ele alan bir filmi gösterim listesine alması kıymetli. Oyunculardan özellikle Thomasin McKenzie, Jean Purdy rolünde karakterin duygusal çatışmalarını ve bilimsel tutkusunu başarıyla yansıtırken, başarılı oyuncu James Norton, Robert Edwards’ın çocuksu coşkusunu ve bilimsel kararlılığını ekrana taşıyor. Bill Nighy’nin hayat verdiği Doktor Patrick Steptoe fiziksel benzerliği yanında, bilge ve enerjik bir figür olarak karşımızda. Müzik seçimleri yerini bulmuş. Yönetmen Ben Taylor risk almaktan kaçınan bir anlatım tarzını tercih ederek özellikle karakterlerin karmaşıklıklarını işlemekten kaçınmış gibi. Filmde önemsediğim bakış açısı ise kadınların doğurganlık tedavileri üzerindeki haklarına saygı gösteren bir yaklaşım sergiliyor olması. Kadınların sadece annelikle tanımlanmadığı ve farklı üreme tercihlerinin de vurgulandığı sahneler oldukça değerli. Filmin zayıf kalan yerleri ise biz bilim uygulayıcıları için daha göze çarpsa da genel seyirciyi bu kısımlar çok da rahatsız etmemiştir. Bilimsel başarıların yanı sıra tüp bebek tedavisinin toplumsal etkilerini ve karşılaşılan bireysel mücadeleleri daha derinlemesine ele alınması ve daha cesur olunması da başka bir tercih olabilirdi. Sonuçta yönetmen bu hikâyeyi kendi istediği gibi anlatmış. Son cümlelerimi filmin eleştiri notu olarak değil izleyici ve infertilite ile uzun yıllar uğraşmış bir doktor olarak kişisel beklentilerim olarak not edebilirim.

Film 1978’e kadarlık süreyi ele alıyor ama 1980’lerde de İngiltere’de tüp bebek tedavisine muhafazakarların yaklaşımı hem etik hem de toplumsal kaygılarla şekil vermeyi sürdürdü. İlk başarılı tüp bebek doğumu dünya çapında yankı uyandırdı, ancak bu süreç önemli tartışmalara yol açtı. Bazı muhafazakârlar, tüp bebek teknolojisini ‘doğaya müdahale’ ve ‘ahlaki bir tehlike’ olarak gördüler. 1972’de bir İngiliz dergisi, tüp bebek uygulamalarını ‘atom bombasından sonraki en büyük tehdit’ olarak nitelendirdi. Bunun yanı sıra, İngiltere’deki Tıbbi Araştırma Konseyi bu çalışmalara başlangıçta fon sağlamayı reddetti. Bu karar hem etik kaygılar hem de çalışmaların insanlar yerine önce primatlar üzerinde test edilmediği gerekçesine dayandırıldı. Ekibin başarıya ulaşması çok uzun yıllar aldı. Bu çalışmalara katılan kadın sayısı ve sonunda elde edilen gebelik ve canlı doğum oranlarını paylaştığımda, bugün tüp bebek tedavilerinde gelinen başarı oranlarına burun kıvıran infertil hastalarımız da durup bir düşüneceklerdir. 1969-1978 yılları arasında ekip 282 kadın hastayı tedaviye alıyor. İlk gebelik 1976 yılında sağlansa da maalesef dış gebelik oluyor. Toplamda başarıya ulaşan 5 gebeliğin sadece 2 tanesi canlı doğumla sonuçlanıyor. İlk bebeklerden günümüze dünyada ortalama 12 milyon yeni insan bu tedaviler sonunda dünyaya merhaba dedi, aileleri için ‘neşe, sevinç ve mutluluk kaynağı’’ oldu.

Bunun yanında, tüp bebek tedavisi bazı kesimlerce dünya nüfusunun artışı ile ilgili kaygılarla da eleştirildi. Bu teknoloji, özellikle kaynakların kısıtlı olduğu bölgelerde, nüfus artışını kontrol altına alma argümanlarıyla tartışıldı. Ancak tüp bebek tedavisine olan talep, özellikle çocuk sahibi olamayan kadınlardan gelen büyük baskıyla artış gösterdi. Toplumda, bu tedavi sayesinde çocuk sahibi olma umutları tüp bebek uygulamalarına karşı tutumu yumuşattı ve 1980’lere doğru daha fazla kabul görmesini sağladı.

Yeni doğanların hayatları bile kapitalizmin malzemesiyken, doğan çocuklara beslenme, barınma, sağlık, eğitim gibi temel hakları bile sunamazken, masum canları koruyamaz, haklarını onlar adına savunamazken dünyaya yeni hayatlar kazandırmanın heyecanına nasıl kapılabiliriz değil mi? Üstelik çocukların başına gelen kötülükler istisna olmayı çoktan aşmışken. Şunun için her şeye rağmen çok kıymetli ve onurlu bir iştir hekimlik; çocuk sahibi olmak isteyip de bu uğurda varlarını yoklarını ortaya koyan bireylerle yılarca birlikte çalışınca insanları o özlenen bebeğe kavuşturmak dünyanın en güzel anıdır ve her emeğe değer.

Bu köşede tüp bebek tedavilerinden hiç bahsetmedim. Belki ilerleyen haftalarda gene bir vesile olur, öjeniye doğru giden tüp bebek tedavilerini ters köşe bakışlarla tartışırız. Şimdilik bu kadar, bu haftanın kapanış cümlesinde kıssadan hisse yok, hepimize akıl sağlığımızı koruyacağımız bir hafta diliyorum. Mutlu hafta sonları.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytun Aktan Arşivi