İnsan maliyeti

Demokratik Kongo’dan Dr. Denis Mukwege, 2018’de, cinsel saldırıya uğrayan kadınların tedavisi için verdiği uğraşla Nobel Barış Ödülü sahibi oldu. “Mucize Doktor” olarak tanınan Mukwege, ödülünü alırken yaptığı konuşmayla insanlığa büyük bir ders verdi. Dr. Mukwege dünyaya şöyle seslenmişti:

“Adım Denis Mukwege. Gezegenin en zengin ülkelerinden birinden geliyorum. Ama ülkemin insanları yeryüzünün en fakir insanları. Rahatsız edici gerçek şu: Doğal kaynaklarımızın zenginliği; altın, kobalt, kobait ve diğer stratejik madenlerimiz Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde savaşı körükledi, ölçüsüz bir şiddetin ve  berbat bir yoksulluğun kaynağı oldu. Hepimiz havalı arabaları, mücevherleri ve teknolojik aletleri severiz. İşte bu araçlar ülkemin madenlerini içeriyor. Benim de bir akıllı telefonum var. Ülkemin bu madenleri çoğu zaman çocuklar tarafından insanlık dışı koşullarda çıkarılıyor. Ve bu çocuklar, tehdit, yıldırma ve cinsel saldırıların kurbanı oluyor. Elektrikli arabalarınızı sürdüğünüz zaman, akıllı telefonlarınızı kullandığınız zaman, mücevherlerinizin üzerine titrediğiniz zaman bir an için bu nesnelerin üretiminde ortaya çıkan insan maliyeti üzerinde düşünün.”

Mukwege’nin son sözü izleyenler tarafından dakikalarca alkışlandı: “…bir an için bu nesnelerin üretiminde ortaya çıkan insan maliyetini düşünün!”

Dr. Denis Mukwege’nin bu sözleri tarihe geçecek önemde sözlerdir. İnsanlık tarihinin özeti niteliğindedir. Kapitalizmin doymak bilmeyen kâr hırsını en iyi tanımlayan sözlerdir.

Kapitalizm üretim maliyetlerini hesaplar. Bu maliyetler üzerine elde edebileceği en yüksek kâr marjını koyar ve  her şeyi bu hesapla satar. Onun için gezegende her şey meta haline getirilebilir ve satılabilir. 

Kapitalizm satacağı metanın maliyetini hesaplarken; kira, faiz gibi emek maliyetini de hesaba katar, ödediği ücreti maliyete ekler ve malın fiyatını öyle belirler. Ancak maliyet olarak hesap ettiği sadece insan emeğine ödediği ücrettir. Ama insana verdiği zararı, “insan maliyeti”ni hesap etmez. Onun için maliyet insan emeğine ödediği ücretten ibarettir ve bunu da en az düzeyde tutmaya çalışır. Çocukların, kadınların, yetişkinlerin, hayatından, sağlığından, eğitiminden, yaşama sevincinden çaldığı maliyeti hiç dikkate almaz. Ne insan maliyetini düşünür ne de insanlığa fatura edilecek doğa maliyetini.

KONGO’DAN KAZ DAĞLARINA
Bugün Kaz Dağları yakınlarında, Kirazlı’da altın arayan Kanadalı Alamos Gold şirketinin faaliyetine ve onun yarattığı insanlık maliyetine de aynı bakış açısıyla bakmak gerekir. Bir şirketin üretip sattığı altının değeri, harcadığı insan ve doğa yaşamını ödemeye yetmez. Bu gerçek, demokratik Kongo Cumhuriyeti’nden Kaz Dağları’nı yolduran Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar değişmez.

KAZ DAĞLARI

Kaz Dağları ekolojik yapısıyla sadece Türkiye’nin değil dünyanın koruma altına alınması gereken nadide doğal zenginliklerinden biridir. Ürettiği oksijen, barındırdığı bitki zenginliği ile üzerine oturduğu altın madeninden çok daha değerlidir. Kaz Dağları Alplerden sonraki zengin oksijenin en fazla olduğu yerdir. Yine zengin fauna ve florası ile Türkiye’nin en önemli doğal kaynaklarının başında gelir. 32’si endemik olmak üzere yüzlerce bitki barındırır. Hem Akdeniz hem Marmara ikliminin hüküm sürdüğü Kaz Dağları doğanın nadir köşelerinden biridir. Yunan mitolojisin de kaynağıdır.
Bu özellikleri nedeniyle çok geç de olsa 1993 yılında milli park ilân edilerek koruma altına alınmıştır. Böyle bir hazineyi Kanadalı şirket altın çıkaracak diye tahrip etmenin insan ve doğa maliyeti, elde edilecek altın geliriyle kıyaslanamaz. Kaz Dağları ve çevresinin ağaçları kesilerek kelleştirilmesi, yerine dikilecek fidanlarla on yıllar sonra ödenecek bir maliyet değildir.

DEMOKRATİK DENETİM

Türkiye’de demokratik denetimin kurumsal araçları işlemez hale gelmiş, parlamento denetimi sistemde tümüyle etkisiz kılınmış durumda. Muhalefet partilerinin parlamentoda işleterek sonuç alabilecekleri bir mekanizma yok. 

Etkili bir yargısal denetimden söz etmek de mümkün değil. Yargının siyasallaştığı bir süreçte, bu kurumun siyasal iktidarı, başka bir deyişle yürütme erkini sonuca etkili şekilde denetlemesinden de söz etmek mümkün değil. 

Demokratik rejimlerin bir diğer denetim organı olan medyanın bu işlevini yerine getirdiği de söylenemez. Yüzde 95’ine yakınının iktidarın kontrolünde olduğu medyanın, dördüncü kuvvet olarak varolduğunu da öne sürülemez. Medyanın, siyasal iktidarın bir parçası, bir uzantısı olduğu bir ortamda, demokratik denetim mekanizması olarak sadece sosyal medya ve onun üzerinden etkili olabilecek sivil toplum kuruluşları kalıyor.

Bu koşullarda ana muhalefet partisi CHP başta olmak üzere muhalefet partilerine düşen görev sivil toplum kuruluşları ve sosyal medya üzerinden demokratik denetimi gerçekleştirmek ve böylece insan ve doğa maliyeti konusunda iktidarın uygulamalarını durdurmaktır.

Tıpkı adalet yürüyüşünde olduğu gibi, muhalefet insan ve doğa maliyetinin yüksek olduğu her politikaya ve uygulamaya karşı durmalı ve bu karşı duruşu barışçıl yöntemlerle Türkiye’nin gündemine taşımalıdır.

Verdiği oyun, ödediği verginin hesabını sosyal medya üzerinden soran ve sonucu değiştiren demokratik denetim, muhalefet partilerinin katkısıyla birçok yanlışı düzelttirebilir, birçok sosyal ve doğal katliama engel olabilir.

Kaz Dağları’ndaki katliama engel olmak muhalefet açısından öncelikli uğraşlardan biri olmalıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fikret Bila Arşivi