Haftanın özeti ve sağlık politikalarına devam

‘‘Haftaya büyük bir olay olmazsa pronatal politikalardan vazgeçilen 1960 sonrasında buluşmak üzere. İyi pazarlar.’’

Geçen haftayı böyle bitirmiştim. ‘‘Bir olay’’ derken yanıldım. Geçtiğimiz hafta dünyada ve ülkede olanlarla herhangi bir Kuzey Avrupa ülkesi rahat bir yıl yaşar. Gündemi zaten takip eden ve burada nefes almak isteyen okuruma haksızlık etmek istemem ama bu haftada görmezden gelinecek gibi değildi. Dünyada bireysel ve toplumsal özgürlük, eşitlik taleplerinin arttığı, savaş karşıtlarının sesinin duyulduğu, toplumsal cinsiyet eşitliğinin konuşulduğu 1968’ler ve bu esen rüzgârın Türkiye’de sağlık politikaları üzerinden cinsellik ve üreme politikalarına nasıl etki ettiğine bakmaya devam edeceğim.

Ama önce nasıl delirmediğimizi ya da deliliği bile nasıl içimize attığımızı anlamak için haftayı kendi bakışımla özetlemek isterim. Geçtiğimiz pazar günü vekiller, benzerine az rastlanır bir çalışma aşkıyla sokak hayvanları sorununun nasıl çözüme kavuşturulacağı değil, nasıl öldürüleceğine ilişkin yasayı, hiçbir bilimsel gerçeği gözetmeden, sadece kendi muhataplarını dinleyerek, halkın meclisini halka yasaklayıp, ondan çekinerek, 49 oy farkla TBMM genel kurulundan geçirdi. AKP’li vekiller tatil öncesine sıkıştırılan bu katliam yasası sonrası başarı saydıkları oylamayı ölümsüzleştirmek isteyerek hatıra fotoğrafı çektirdiler. Anı fotoğrafında MHP’li vekiller yoktu ama onların desteği olmadan bu yasa onaylanamayacağı için gölgeleri fotoğrafa yansıdı. AKP’li vekiller daha önce de benzer bir fotoğrafı ‘Ensar Vakfı’ soruşturmasında, çocukların uğradığı istismarların araştırılmaması için oy kullanırken, kahkahalar eşliğinde vermişlerdi. Bu arada binlerce köpeğin öldürülmesindeki en önemli kutuplaşma çocuklara saldırdığı içindi değil miydi? Peki ya çocuk tecavüzcüleri? Sorum bu kadar. Her anlayışın kutlanacak değerleri farklı demek ki. Bu fotoğraf meselesi beni daha da eskilere götürdü ve yüzler değişse de anlayışın değişmezliğini hatırlattı. Tarih 24 Nisan 1972, TBMM’de Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idam kararı oylarken elleri havada, gülerek poz veren politikacılar düştü aklıma. İdamı tuhaf bir neşeyle onaylayanlardan biri de Demirel’di mesela ve bu ülkenin 9. Cumhurbaşkanı olma göreviyle onurlandırıldı. İşte aradan 52 yıl geçse de tarihe bıraktığınız izler peşinizi bırakmıyor.

On yıldır komada olan oyuncu, sunucu Kenan Işık pazartesi günü vefat etti. Bir dönem Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü, İstanbul Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmenliği de yapan Işık, Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nden uğurlanırken başka bir vefat haberi geldi. Genco Erkal. Varlığıyla dünyaya değer katan, Türk tiyatrosunun, politik tiyatronun direnişçisi, büyük usta şiirinin dizelerinde kanatlandı gitti aramızdan. Ona küçücük bir satırla veda etmek asla yetmeyeceği için başka bir yazımın tamamını ayırmak istiyorum. Arkasından mendil sallamamızı istemese de vedalar kendi bildiğimizce edildi.

İsrail, Filistin’e saldırı düzeyini sivil halktan, kilit isimlere yönlendirerek sınırlar ötesi suikastlara girişti. Savaş çığırtkanı, binlerce sivili öldüren İsrail, büyük abileri ABD tarafından bir kez daha sırtı sıvazlanarak hoş görüldü. Savaş seviciler tarafından kazan gene Orta Doğu üzerinden kaynatılıyor. 68 kuşağının savaş karşıtı gösterilerine benzemese de bizde de kahve dükkanlarına, hamburgercilere saldırmak gibi eylemler yapılmaya devam etti. Camilerde devletler arası ticaretin İsrail ile devam ediyor olması cemaat tarafından protesto edildi. Türkiye’de askerlik yapmamak için çürük raporu almış televizyon sunucusu abi ise Filistin’de savaşmak için Cumhurbaşkanı’ndan izin isteyerek hepimizi güldürdü.

Cuma günü milli yas, sokak hayvanları yasasının resmî gazetede yayımlanması ve hemen akabinde sosyal medya platformu Instagram’ın erişeme kapatılması ile anafor yaşadık. Instagram, suikast sonucu öldürülen Hamas lideri Haniye için yapılan cenaze ve baş sağlığı paylaşımlarına dünya genelinde erişimi kısıtlayınca ülkemiz de Instagram’a cevabını böyle verdi. Komşuya kızıp evdeki çocuğuna yasak getirdi. Böylece hem kendi tabanına olumlu bir mesaj verdi hem de halka rağmen çıkarttığı yasanın ilk uygulama gününde oluşacak tepki ve protestoların sesini kısarak, yüzlerce köpeği gözlerden uzak öldürmek üzere toplamaya başladı. Bu arada komisyon başkanı Kirişçi hızını alamayıp, Hamas liderine üzülmeyen köpek sevgisinden bahsetmesin diye gene elmalarla armutları karıştırdı ama o kart çocuklar için tarafınızdan açıldığı için başka kapıya demek geliyor içimden.

Son olarak Paris 2024 Olimpiyat Oyunları’nda sporcularımızın başarılar kazanmaları bizi sevindirdi. Eli cebinde atıcımız Yusuf Dikeç dünyada viral oldu. Kadın voleybol takımımıza, milli okçularımıza, güreşçilerimize ve tüm branşlardaki sporcularımıza tebrikler, başarılar.

Bu hafta kaç kadın erkeler tarafından öldürüldü, kaç çocuk işçi ve güvencesiz çalıştırılan işçiler iş cinayetlerinde hayatını kaybetti kısa dönem istatistiği elimde yok. Ama sayının sıfırdan büyük olduğunu söyleyebilirim. Ona, şuna, buna zamlar, vergiler derken maaş zamanlarına nanik yapılarak bir pazara daha geldik.

Şimdi söz verdiğim döneme, 1960 ile 1980 arası, antenatalist adı verilen yani nüfus artışını önlemek üzerine politikaların olduğu sürece birlikte bakalım. İsterseniz mini mola verin ama geri gelin.

1960 yılında Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) kurulur ki bu, devletin her adımını beş yıllık projelerle önceden planlaması anlamına gelir. Nüfus politikaları kapsamında, Sağlık Bakanlığı, 1964 yılında ‘‘Aile Planlaması Teşkilatı’’ nın kurulmasını sağlar. Dil yavaşça değişir ve nüfus planlaması yerine aile planlaması tanımı tercih edilir. Bu söylem değişikliği ile kadının doğurganlığına devletin diret müdahaleci olmadığı ‘ailelerin istediği zaman, istediği kadar çocuğa sahip olmaları’ gibi demokratik bir yaklaşımdan bahsedilir. 1923 yılında zinhar yasak olan doğum kontrol yöntemlerinin temini, kullanımı ve yaygınlaştırılması 1965 yılında 557 numaralı Nüfus Planlaması Yasası ile devletin ücretsiz temin etmekle yükümlü olduğu hizmetler kapsamına girer.

Ancak istemli gebelik sonlandırmaları hala yasaktır ve sadece tıbbi zorunluluk durumlarında yapılmasına onay verilir. Kalıcı gebelikten korunma yöntemi olan kadınların tüplerin bağlanması işlemi de tıbbi şarta bağlanır. Beşer yıllık kalkınma planlarının üçüncüsünde aile planlaması hizmetleri, ana-çocuk sağlığını bütünleyen bir sağlık hizmeti haline getirilir. 1973 yılındaki planlamada ‘‘doğum oranlarının Türkiye ortalamasını aştığı bölgelerde özel programlar uygulanması’’ maddesini eklenir, böylece gözden uzak olabilecek bölgelerdeki etkinlik alanı genişletilir. Devlet bunları planlarken gerekli sayıda sağlık ocakları, ana-çocuk sağlığı merkezleri, köy istasyonları kurmayı ihmal etmez. Bu işin sadece binayla olmayacağını, içinde çalışacak sağlıkçıların eğitilmesi gerektiğini düşünerek, ebelik ve sağlık okulları, kolejler açar. Bugünün bakış açısıyla hiçbir canlıya değer vermeyen, yeterli alt yapıları kurmadan sadece kanunlar ya da yönetmeliklerle günü popülist bir yaklaşımla kurtarmaya çalışan, kendi seçmenine sempatik görünüp toplumun tamamını asla dikkate almayan, binaların hayat kurtardığını sanıp eğitime adeta düşman olan anlayıştan ne kadar farklı bir devlet anlayışı varmış tarihin yakın geçmişine bakarak görmüş olduk.

Neyse tekrar dünyayı saran özgürlük rüzgarlarının estiği 1960’lara dönelim. Ama Türkiye’deyiz ve sağlık politikaları içinde üreme pratiğine bakıyoruz. Nüfus Planlamasının adının geçtiği Genel Müdürlük 1965 yılında kurulur. Aynı yıl Ana-Çocuk Sağlığı Müdürlüğü de hizmete başlar. Ayrıca toplum sağlığını ilgilendiren cinsel yolla bulaşan hastalıklar için Deri ve Tenasül hastalıkları dispanserleri yaygınlaşır. Toplum sağlığını ilgilendiren bu hastalıklar kayıt altına alınır.

1963 yılında doğurganlık çağındaki, evli kadınların doğum kontrol yöntemlerinden herhangi birini kullanma oranı %22 iken 1978’e gelindiğinde bu oran %44,1’e yükselir. Ancak burada detaylara baktığımızda aslına en başarısız gebeliği önleyici yöntem olan, geleneksel adı altındaki geri çekme yöntemi 1963’te %10,4 iken, 1978 yılında %19,4’tür. En az sevilen yöntem ise kondom kullanmaktır. Yani erkekler korunmanın sorumluluğunu kadına bırakırken, bilimsel/modern olan yöntemler de hala pek de kabul görüp, uygulanmaz. Gene de herhangi bir modern korunma yöntemlerinden haberdar olma oranı 1978 yılında %86,2’dir. Bu oranı devletin isterse halkına bilgiyi nasıl ulaştırabildiğinin kanıtı olarak okumak isterim. Bir de çalışmalar hep ‘evli’ kadınlar üzerinden ve içinde ‘aile kurumu’nun geçtiği başlıklarla düzenleniyor. Bu da gene dönemin ve devletin kadın için çocuk sahibi olma çerçevesini çizdiği sınırların itirafı gibidir.

Geçen haftayı doğurganlık hızıyla kapatmıştık ve hedeflenen artışa gelinmiş, 1950’lerde kadının ortalama doğurganlık hızı 6,8’e ulaşmıştı. Antenatalist uygulamaların sonucunda 1975’lere gelindiğinde ise rakam 4,6’ya geriler. Korunma yöntemlerinin yaygınlaştırılmasına rağmen %38 oranında kadın istemedikleri halde gebe kalmaya devam eder. Ve yasak olmasına rağmen her yıl binlerce kadın isteyerek çocuk düşürmeye devam eder.

2827 sayılı nüfus planlaması hakkındaki kanun 1983 yılında yürürlüğe girdiğinde, rahim tahliyesi ve sterilizasyon hizmetlerinin yürütülmesi ve denetlenmesine ilişkin tüzük ve nüfus planlaması hizmetlerini yürütme yönetmeliği ile 10. Haftaya kadar olan gebeliklerde kürtaj yasağı ortadan kaldırılır. Bu yasa hala yürürlükte. Böylece kürtajın devlet denetimine alınması sağlanarak, resmi sağlık kuruluşlarında görevli sağlık personelince uygulanması sağlanır. Kadınların bu hizmete fahiş fiyatlarla ve sağlıksız ortamlarda ulaşmasının önüne geçilmiş olunur. Ancak bu talebi karşılayacak sayıda kurumun olmaması ise konu hakkında yaşanan sorunlardan ilkidir.

1980’den günümüze neler oldu ve günümüzde uygulamalar fiilen nasıl gerçekleşiyor başka bir haftaya bırakıyorum. Elbette ki dünyayı savaşa sürükleyen liderler tayfasına akıl ve vicdan dilerken, sivillerin, çocukların ve hayvanların dünyadaki vahşetten uzakta bir yerde mutlu yaşamalarını umut ediyorum. İyi pazarlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytun Aktan Arşivi