Ayşenur Arslan

Ayşenur Arslan

Gezi… Kehanetler… Vs…

Geçen hafta yazım yoktu. Zira, tam bilgisayarın başına geçeceğim, elektrik, dolayısıyla internet bağlantısı gitti.

Yazamadım. Hoş, yazsaydım ne fark edecekti ki!

Arada sırada yakınıyorum ya, “yaz yaz nereye kadar” diye... Sahiden, nereye kadar?! Daha ne anlatacağız.

Dolap beygiri gibiyiz. Hayatı / hayatları / umutları / gençlerin geleceğini öğüten değirmenin taşını çevirip duruyoruz. Bir umut... Bir adım daha... Dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz. Arada bir kuşak ezilip öğütülüp harcanmış. Değirmen taşı eskimiş. Eskimiş de yerine daha serti getirilmiş falan...

Ne yazılsa ne söylense faydası olur acaba?

Örneğin, pandemi döneminde onca aradan sonra ilk cuma namazı kılındı. Caddeler, meydanlar, alanlar kapatıldı. Haberlere bakarsanız, herkes kendi seccadesini getirdi. Ama ne rastlantıdır ki, o seccadeler milimi milimine aynı büyüklükteydi. Arka arkaya, yan yana dizilmişlerdi. Ve yine ne rastlantıdır ki, yine mili milimine cetvelle çizilmiş kadar düzgün sıralarla hizalanmışlardı.

Birileri o fotoğraflara bakınca, “arkasında siyasetin olduğu bir organizasyon” der belki. O karelerde, “dinin siyaset için kullanıldığı bir şov” görür belki. Velev ki dedi, velev ki gördü! Ne fark edecek? Yer kulağını açıp duyacak da sarsıntılar mı geçirecek? Milletin gözü mü açılacak? Yoksa “o siyasiler” kendine gelip “eyvah fark edildik, dağılalım arkadaşlar” mı diyecek? Mesela yani!

***

Mayıs sonu… Derken, artık bambaşka anlamlar yüklenmiş Haziran... Yani Gezi günleri... Bu yıl, birkaç gazetenin ön yüzünde küçücük notlarla, birkaç televizyonun “hatırlamasak olmaz” programlarıyla andık.

Gezi’nin hatırası solmuş gibi!

Oysa iktidar unutmadı, unutmayacak. Gezi adına savunulan ne varsa yok edecek. O değerleri savunan kim varsa “medeni ölü” haline getirecek. Osman Kavala Gezi’nin sembolü değildi. Ama 1000 güne yaklaşan tutuklulukla “Gezi’yi savunanların başına neler geleceğini kanıtlayan bir sembol” oldu.

Ne Türkiye’de Anayasa Mahkemesi’nin ne de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları fayda ediyor. Erdoğan’ın “dostum” dediği kimi dünya liderlerinin uyarıları ya da içerde muhalefetin mızırdanmaları da duyulmuyor. Osman Kavala Silivri’de yatmaya devam ediyor.

Gezi’nin yıldönümünde ne yazılır ki başka?

Belki, iki yıl önce, 2018’de BirGün’deki köşemde yazdıklarımdan bir bölüm tekrarlanır. Yeniden okuyup yine unutmak üzere!

***

“Tarih Nisan 2013. Yani Gezi Günleri’nin arifesi. AKP’nin o zamanki İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu, bir toplantıda konuşuyor:

“10 yıllık iktidar dönemimizde şu ya da bu şekilde bizimle paydaş olanlar, gelecek 10 yılda bizimle paydaş olmayacaklar. Diyelim ki liberal kesimler, şu ya da bu şekilde bu süreçte bir şekilde paydaş oldular, ancak gelecek inşa dönemidir. İnşa dönemi onların arzu ettiği gibi olmayacak.”

Aziz Babuşçu, malumu böyle ilam etmiş, onca destek gördükleri liberallere kapıyı gösterivermişti?

Sıra ikinci 10 yılda. Yani, başta Erdoğan olmak üzere iktidar “paydaşlarının” her fırsatta altını çizdiği 2023 hedefinde.

O hedefin işaretlerini de yine Babuşçu’nun o konuşmasında buluyoruz. Diyor ki:
“AKP iktidarı 10 yılda çok şey yaptı. Ancak bunlar devletin kurumsal hafızasına yazılmazsa (kazınmazsa) çok kolay bertaraf olur.”

İlk 10 yılda gerçekten de çok şey yapılmıştı! Ergenekon / Balyoz / OdaTV / Askeri Casusluk gibi davalarla devletin kurumsal hafızasına saldırmışlardı. Askeri vesayeti bitirme masalıyla liberalleri yanlarına almış, Cumhuriyet’i tasfiyeye koyulmuşlardı.

Ancak artık liberallere ihtiyaçları kalmamıştı. Onların görevi bitmişti.

Yeni aşamada artık demokrat-mış gibi, liberallerle birlikte yürüyorlar-mış gibi, insan haklarına falan saygı duyuyorlar-mış gibi yapmalarına gerek yoktu.

İkinci ve nihai aşama başlamıştı.

Elbette bu “karşı devrim” hareketine direniş olacaktı. Ama buna da hazırlardı, hiç tereddüt etmeden abaların altından sopaları çıkartacaklardı.

Gezi Direnişi, tam da böyle bir kırılma noktasında çıktı karşılarına. Tam da kendilerine güvenmeye başladıkları bir noktada patlak verdi. Ve ödlerini patlattı! Bu yüzden küçücük çocukları öldürecek, gencecik insanların gözlerini çıkartacak, hayatları söndürecek kadar büyük bir şiddet sergilediler.

Bir kez geri adım atmaya başlarlarsa nereye kadar “çekilmek” zorunda kalacaklarını.. İlk 10 yıldaki kazanımlarının ne kadarını “feda etmek” zorunda olacaklarını bilemezlerdi.

Yani, kaybedemezlerdi.
Bugün de korkuyorlar. Ekonomiyi, hukuku / adaleti / eğitimi getirdikleri yerin kendi seçmeninde bile tepki yarattığını görüyorlar.

Gezi Günleri’nin yerini Kriz Günleri almaya başlayınca korku büyüyor.

(Ama geri dönemezler) AKP menziline doğru adım adım yürüyor. Yeni davalarla, yeni kurbanlarla...

***

Başlıkta “KEHANET” demiştim ya. O niyete alıntıladım bu eski yazıyı. Kahin falan değilim elbette. Ama varmak istedikleri köy, yıllardır belliydi. Hele o yazının yazıldığı sırada artık gözle seçilecek kadar net görünür olmuştu. Ben de (kimbilir kaçıncı kez) görüp yazmıştım.

Birkaç yıl sonra da bu yazıyı çıkartırım çekmeceden. Bakarım ki hala “taptaze”. Başına iki paragraf.. Sonuna iki paragraf.. Olur biter.

İstediğiniz “kehanet” ise, alın işte bu sahiden “kehanet”!
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ayşenur Arslan Arşivi