Ayşenur Arslan

Ayşenur Arslan

Erdoğan'ın ve muhalefetin "tercihi"

Filmin adı Türkçe'ye "SEÇİM" diye çevrildi. Ancak, sözlüklere bakarsanız "TERCİH" diye çevrilebileceğini görürsünüz.

Alan J. Pakula'nın olağanüstü filminden söz ediyorum: Sophie's Choice. Yani Sophie'nin Seçimi.

Çok kısaca:

İkinci Dünya Savaşı günleri.. Polonyalı katolik Sophie iki çocuğuyla birlikte toplama kampına gönderileceklerin bulunduğu kuyrukta beklemektedir. Bir SS subayı güzelliğini fark edip yanına yaklaşır. Birlikte olmak istediğini söyler. Sophie cevap ver-e-meyince yürür gider. Ama Sophie bunun bir fırsat olduğunu düşünüp arkasından seslenir. Katolik olduğunu, toplama kampına gönderilmemesi gerektiğini söyler. SS subayı döner. Ve "katolik olduğu için" ona bir "şans" tanıyacağını söyler. İki çocuğundan birinin hayatını kurtaracaktır. Ama "hangi" çocuğun kurtulacağına Sophie karar verecektir. Olağanüstü dramatik anların sonunda Sophie oğlunu seçer. Subay küçük kızı kampa götürmek üzere kucağından çekip alır. Onunla uzaklaşır.

aysenur.jpg

Nazi vahşetine dair sayısız film izledik, kitap okuduk. Bu filmi diğerlerinden ayıran, vahşetin "verilen emrin yerine getirilmesinden ibaret, neredeyse teknik bir mesele olmadığını" göstermesi.

O Nazi subayı, çocuklardan birini almakla kalmadı. Dramı trajediye dönüştürdü. Tercihi anneye yaptırdı. Hangisi ölecek.. Hangisi kalacak.. Anne hangi çocuğunu seçecek..

     *   *   *
Bugünlerde en çok duyduğumuz sözcük TERCİH oldu!

Özellikle Merkez'in faiz indirimi sonrasında hep aynı soru soruldu: Faizde, üstelik beklenmedik şok bir puanla indirim HATA MIYDI YOKSA TERCİH Mİ?

Hemen herkes, bunun bir tercih olduğunda birleşti. Hatta, Sabah yazarı Dilek Güngör, yazısının başlığını bu sözcükle attı.

"Bu kararın akılsızlıkla yapılmış bir hata değil tercih olduğunu düşünüyorum" dedi.

Özetle söylediği şuydu:

Erdoğan ihracatçı, inşaatçı ve (bir kısım) sermayedar ile halk arasında bir tercih yapmıştı.

Faiz inince döviz kurunun delireceği.. Bunun da fiyatlara, yani enflasyona yansıyacağı açık. Nitekim, Dilek Güngör, kimilerine göre Berat Albayrak'ın mesajı niyetine- gerçeği itiraf etti. Olacakları açık açık yazdı:

"TL değersizleştikçe fakirleşiyoruz. Kurun enflasyona yansıması da elbette olacak. Sadece enflasyona da değil birçok ürüne anında zam gelecek. Hayat pahalılığı asgari ücret başta olmak üzere emekli ve dar gelirlilerin belini daha da bükecek."

Doğrusu, Dilek Güngör ile aynı görüşlerde ve hatta "mevzide" buluşmak tuhaf bir his veriyor. Mehmet Metiner'den Nagehan Alçı'ya kadar pek çok isimle buluşmak da!!

      *   *   *
Peki nasıl oldu da oldu! Gözleri mi açıldı? Bir gün uyanıp artık bir tercihte bulunmak gerektiğini mi anladılar? "Halkımız.. halkımız.. onların yanında yer almalıyız" diye hidayete mi erdiler?

Dava uğruna yıllarını verdikleri "canlarından aziz" Reis ile, son dönemde keşfettikleri HALK arasında tercih yapma ihtiyacı mı hissettiler?

Yanıtını onlar verecektir elbette. Ancak şurası açık: Artık Erdoğan ile halkın karşı karşıya geldiğini ve "ikisini birden seçmenin imkansız olduğunu" biliyorlar. Farkındalar.

Sophie'den farklı olarak, yapacakları seçim elbette "duygusal" değil. Erdoğan'ın sonuna eşlik etmemek için.. Köprüden önceki son çıkışta paçayı kurtarabilmek için "rasyonel" bir tercih.

     *  *   *
Ya Erdoğan'ın ve muhalefetin tercihleri? Onlar ne anlatıyor dersiniz?

Erdoğan, iki başlıkla işaretini verdi, değil mi!

1) Sanki faizde indirim kararı, bizzat Sabah yazarının ifade ettiği ve tüm uzmanların da üzerinde birleştiği gibi ihracatçılar, inşaatçılar ve bir grup sermaye için alınmamış.. Ekonomik krizde gelinen ve gelinecek nokta "dış güçlerin oyunuymuş" gibi... 10 Büyükelçiyi sınır dışı etme tehdidiyle Batı'yı şeytanlaştırıyor. İç işlerimize karışan, yargımıza ayar vermeye kalkan bir DÜŞMAN yaratıyor. Ekonomik çöküntünün sorumlusunu şimdiden ilan ediyor!

2) Yetmez mi? Terör bahanesiyle sınır ötesi operasyonu koz olarak kenarda tutuyor. Her an savaşabilirmişiz gibi bir algıyla, gerekirse,  herkesi bayrağın altında toplamaya hazırlanıyor.

Tekrar etmek bile insanı yoruyor; bütün bunlar Türkiye'nin değil Erdoğan ve yakın çevresinin bekası için.

Artık sokaktaki çocuklar bile biliyor bunu.

Peki, muhalefet bu oyuna nasıl dahil oluyor?

Geçmeden, CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun tepkisini hatırlamak gerekiyor:

"Ülkeyi hızla uçuruma sürekleyen şahıs, bu sefer de '10 büyükelçinin 'istenmeyen adam' ilan edilmesi emrini' vermiş. Açıkça söylüyorum; bu hareketlerinin sebebi milli çıkarları korumak değil, mahvettiği ekonomiye suni gerekçeler yaratma çabasıdır"

1) Evet, Kılıçdaroğlu, doğru bir yerden yaklaştı meseleye. Ne var ki, birkaç CHP milletvekilinin, 10 Büyükelçi krizinde söyledikleri, en hafif deyişle hayal kırıklığı yarattı: Kavala meselesinde söylenenler doğru olabilirdi, ancak Batılı ülkeler iç işlerimize ve yargımıza karışmamalıydı. Şunu bilin lütfen, Kavala meselesi artık yargı konusu olmanın ötesinde. Zira; Türkiye'nin de "en üst hukuk mercii" olarak kabul ettiği Avrupa İnsan Mahkemesi'nin kararıyla işin hukuk boyutu noktalandı. Bitti. Sona erdi. Bundan sonrası, AİHM hükmünün uygulanması.. Yani, mesele artık siyasi boyuta taşındı. Zaten bizzat Erdoğan son tartışmada, "Selo'yu çıkartamayacaksınız" diyerek konunun yargı çerçevesinin çok dışında olduğunu itiraf etti. Meselenin özeti böyleyken..  AİHM'in "TÜRKİYE'NİN İÇ HUKUKUNA YANİ İÇ İŞLERİMİZE DAİR KARAR VERME HAKKI VARKEN".. Büyükelçilerin de, bağlı oldukları ülkeler adına bunun uygulanmasını talep etmeleri kadar doğal bir süreç yaşanıyorken... Bari muhalefet bunu görsün ve çok açık bir tutum alsın demez misiniz? Kimi milletvekilleri "iç işlerimize karışmasınlar" dediklerinde şaşırmaz mısınız?

2) Ya sınır ötesi operasyon? Savaş olmasa da adı savaş konacak bir harekat? Ben bu yazıyı pazar gecesi yazıyorum. Salı günü sınır ötesi operasyon tezkeresi Meclis'e gelecek. Ve muhtemelen muhalefetin desteğiyle onaylanacak. Erdoğan'ın eline bir koz daha verilecek!

Biliyorum, bu cümleler buz üstüne yazmak gibi. İki günlük ömrü var. Yine de, muhalefete bir çağrıda bulunmak ve duysunlar ya da duymasınlar, hiç değilse kayda geçirmek istedim.

Benim fikrimin, çağrımın bir önemi yok belki.

Ama muhalefetin tutumu en kritik dönemeçte, son derece kritik önemde. Asıl onların atacağı adım kayda geçecek.

Ve tarih, onların tercihleriyle sonuçlarını da yazacak.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ayşenur Arslan Arşivi